Akıp giden hayatın içinde bir o yana bir bu yana sürüklenmemizin bir sebebi yalnızlık hakkımızı kâfi derecede kullanamayışımız yatıyor. Bir dönem şu gündemle beraber savrulurken...

KULLANAMADIĞIMIZ bir hakkımız var: Yalnızlık.

Akıp giden hayatın içinde bir o yana bir bu yana sürüklenmemizin bir sebebi yalnızlık hakkımızı kafi derecede kullanamayışımız yatıyor.

Bir dönem şu gündemle beraber savrulurken bir başka zaman farklı bir gündemin rüzgarına esir olabiliyoruz.

Sosyal medya, gazeteler, televizyon haberleri, takipten kendimizi alıkoyamadığımız dizilerin zihnimizi işgal etmesi ile bu süreç devam edip gidiyor.

Oysa bir yalnızlık hakkımız var.

Kullanmadığımız.

Bir teneffüs versek kendimize…

Frene basıversek azıcık.

Şöyle bir duruversek.

Az biraz gönlümüzü dinlesek ve dinlensek…

Nasıl olur dersiniz?

Muhasebe etsek yaşamı.

Ölçsek, biçsek, tartsak…

Ve durmanın yeni ve doğru adımları atmanın en güzel başlangıcı olduğunu kavrasak.

Nasıl olur dersiniz?

Bir şiir okusak mesela!

Sezai Karakoç'a kulak versek, Cahit Zarifoğlu eklesek yanına.

Şakir Kurtulmuş ve Özcan Ünlü'den bir dize düşse yüreğimize.

Hemen ardından bir Şadi Kocabaş dörtlüğü…

Kullansak yalnızlık hakkımızı.

Nasıl olur dersiniz?

Yunus Emre Hazretlerine yer açsak biraz daha kalbimizde…

Zamanda seyre dalsak.

Ve gitsek geçmişin ve geleceğin dalga boyunda.

Mustafa Özçelik'in bize araladığı Yunus Emre açılımlarını kondursak ruhumuza.

Yalnızlık hakkımızı kullansak nasıl olur dersiniz?

Bir hikayenin kapısından giriversek…

Kendimizi bulsak orada.

Recep SeyhanSelvigül Kandoğmuş Şahin'i, Hüdaverdi Aydoğdu'yu, Nurkal Kumsuz'u, Cemal Sakar'ı, Güray Süngü'yü, Sevda Deniz K'yı, Gül Tanrıverdi'yi çağıversek yanı başımıza.

Ardından bir Mustafa Kutlu ziyafeti çeksek kendimize.

Kullansak yalnızlık hakkımızı.

Nasıl olur dersiniz?

Ardından yolumuzu mezarlıklara düşürsek.

Mezar taşı medeniyetimizle yeniden tanışsak.

Bir daha tartsak yaşadıklarımızı ve yaşamak istediklerimizi…

Nidayi Sevim, Mehmet Dilbaz bize yardım ediverse.

Kullansak yalnızlık hakkımızı.

Nasıl olur dersiniz?

Bir ebru teknesine düşse yolumuz.

Sabrı sudan öğrensek.

Renklerinde bulsak kendimizi.

Sorularımız sökün etse ardından…

Hikmet Barutçugil, Eda Özbekkangay, Sema Baranok Yılmaz, Ayda Aktay yorulmadan cevaplasa.

Kullansak yalnızlık hakkımızı.

Nasıl olur dersiniz?

Ve bir türkü çalınsa kulaklarımıza yüreğimizi hoplatan…

Ötelere taşıyan.

Bir Neşet Ertaş'ımızın, Mahsuni'mizin, Yoksul Derviş'imizin, Karacoğlan'ımızın varlığını hatırlasak.

Gönensek.

Ardından Emrah'ın 'Emrah da bir edna kuldur/ Bağışla geç günahından' dizesine amin deyiversek.

Kullansak yalnızlık hakkımızı.

Nasıl olur dersiniz?

Ayırsak akı karadan.

İyiyi kötüden.

Hayrı şerden.

Bir ezan sesini dinlerken.

Kullansak yalnızlık hakkımızı.

Nasıl olur dersiniz?

Elekten geçirsek eski günleri.

Ayıklasak bizi bizden eden hususları.

Berraklaşsak.

Gerçeği tapulamış olduğumuz fikrinden vazgeçsek. Nuh'un Gemisinde olmayı sadece kendimize hak görmezsek. Bizim bildiğimizden başka doğruların da olabileceği enginliğine ulaşsak.

Aklımız işlese, fikrimiz harekete geçse.

Ve yeniden kalbimize dönsek.

Kadükleştirdiğimiz anlayışlarımızı teraziye alsak.

Doğru çözümlerin özgürlükten geçtiğini hatırlayıp hiç unutmasak.

Hayatın devinim içerdiğini, dinamik olduğunu bilerek soruların fitilini ateşlesek.

Ve hikmete uygun yaşamayı ilke edinsek.

Kendimize tehdit olmaktan vazgeçsek.

Körleme yaşamayı terk edip her an hakikatin aydınlığında ayık olmaya ahdetsek.

Kuru akılcılığa da sersemleştiren duygu sarhoşluğuna da pirim vermeden dengeli bir derin düşünme melekesi kazanma yoluna girsek.

Dur, düşün, yap prensibini Kur'an'ın bize sunduğu eleştirileri dikkate alarak işletsek.

Nasıl olur dersiniz?

Tüm bunları yalnızlık hakkımızı kullanarak gerçekleştirebiliriz.

Bir teneffüse ihtiyacımız var.

Az biraz gönlümüzü dinlesek ve dinlensek.

Bunu kendimize çok görmesek.

Nasıl olur dersiniz?