Semâvî dinlerin şiddetle yasakladığı ve büyük günah saydığı yalanın tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir.

Semâvî dinlerin şiddetle yasakladığı ve büyük günah saydığı yalanın tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. Büyüğü, küçüğü, masumu, kuyruklusu ile gerçekleri gizlemek veya gerçekleri çarpıtarak insanları aldatmak, kandırmak maksadı ile söylenen asılsız söz olarak tanımlanan ve varlığı, gölgesi ile hissedilen bu canavarın insan rûhundaki tahribatı korkunçtur.

Yalan, insanda var olan güven duygusunun iliğini boşaltarak yerine şüphe havası üfleyip doldurduğu için insanın dengesini alt üst eder. Gönül derinliklerine üflenerek ekilen her yalan tohumu; bir ayrık otu gibi insanı insan yapan değerlerin başında gelen güveni, sevgiyi, iyi niyeti ve hoşgörüyü sarıp sarmalayarak yok eder. İnsanı bencilleştirir, çevresine ve topluma karşı soğutur. Onun içindir ki yalan, her devirde ve her millette «düşünen insanları»; «Acaba nasıl yok eder veya asgarîye indirebilirim?» diye kara kara düşündürmüştür.

İnsanlık tarihinin derinliklerine yolculuk yapılsa yalanın yıkıcılığını önlemek, insana ve insanlığa verdiği zararları azaltmak için çok şeyin söylendiğini, çok şey yapılmak istendiğini görmek mümkün.“Yalandan sakınınız; çünkü yalan fenalığa, fenalık ise cehenneme götürür.” diyen Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, mü’minlerin yalandan uzak durmasını istemiştir.

Yalanın yeni yalanlar doğuracağına işaret eden Cenap Şahabettin ise en iğrenç yalanı gözyaşı şekline giren olarak göstermiştir. Defterdar Sarı Mehmed Paşa, yalanı; “Şeytana has bir sıfattır.” diye niteler. Daha nice düşünürler yalanı yerden yere vurmuşlardır tarih boyunca. Ama yalan bütün engellemelere karşı direnmiş, zamana efsunlu olarak her devirde ayrı bir şekle girmiş; girdiği her şekilde de sayısız kılık değiştirerek kötü karakter tiplemesini başarı ile sürdürmüştür. Çocuğa söz verildiği hâlde unutulduğu için alınamayan bir oyuncak için söylenen masum yalandan tutun da yalancı şahitlik gibi ev yıkıp, ocak söndüren en dehşetlisine kadar geniş bir yelpazesi vardır yalanın.

Yalan, bayağı ve çirkin yüzü ile şairlerin duygularını hançerlediği için şiirde mısralarda konuk edilmez. Ancak; roman, hikâye ve tiyatro gibi olay anlatımlı yazılarda hiç de küçümsenmeyecek bir lüksü vardır. O şirret yüzü ile olayların akışını değiştirmede gösterdiği maharetle olaylara yeni mecralar kazandırır. Uyarıcı, şerrinden koruyucu, ürkütücü sözlerle yerilmesine ve her kapıdan kovulmasına karşı yalan, fikir yazılarının satır aralarında atasözlerini ve deyimleri kullanarak reklâmını yaptırmaktan da geri durmaz. Âdeta kendisi ile mücadele eden kalem erbabı ile alay eder. Her ne olursa olsun Allah bizleri yalanların gölgesinden, şerrinden korusun.

Türk düşünce dünyasında yalanın ikinci bir anlamı daha vardır. Orada yalan bütün yıkıcı boyutlarından birden sıfırlanır. Hayallerin boşluğa asıldığı, maddenin değersizleştiği, dünyanın küçüldüğü, tahtın-tacın anlamsızlaştığı bu boyutunda yalan, yıl olur, ayna olur, sevda olur. Bu boyutunda yalan, boşluktur, hiçliktir, yokluktur. “Yalan dünya her şey bomboş Hancı sarhoş, yolcu sarhoş.” “Bu dünya ağulu yalandır Cefası çok sefası yalandır.” Mal sahibi, mülk sahibi Hani bunun ilk sahibi Mal da yalan mülk de yalan Var biraz da sen oyalan.” “Dünyada ölümden başkası yalan “, mısraları ile içerisinde bulunduğu çaresizliği feryatlaştıran şairler; dünyanın gelip geçici olduğunu söylerken maddenin, makamın ve hırsın anlamsızlığını fısıldamaktadır duyan kulaklara. İlk bakışta ay ışığının aldatıcılığına sığınmak gibi algılansa da bu, doğru değildir. Bu kaçışın derin boyutunda maddenin karşısında ruh yüceliğinin direnişinin büyüsü saklıdır insan adına, insanlık adına.

Yalanın her çeşidinde de bu büyüyü aramamak gerekir. Yılların yorgunluğunu gözlerini çerçeveleyen halkalarda somutlaştıranlar için aynalar yalandır. Darılınca sevgiliye sevdalar yalan olur. Resimlere bakarken çekilen ahlarda yılların yalanı vardır. Çoğu zaman bir yalanda zamanı iyi değerlendiremeyişin hüznü bazen de güzelliklere doyamamanın burukluğu... Bir kar tanesi gibi parmakların ucunda yok oluveren bu tür yalanlara bakarak geçiciliği değil de kalıcılığı; hiçliği değil yaratılış gayesinin hamurunda gerçekleri görebilenlere ne mutlu!