Vaktiyle Kudüs konusunda bir sohbet, seminer için davet edilmiş, daha doğrusu kendimi davet ettirmiştim. Orada da şu soru(lar) gündeme gelmişti: Kudüs bizim neyimiz olur, nasıl bizim olur?

Vaktiyle Kudüs konusunda bir sohbet, seminer için davet edilmiş, daha doğrusu kendimi davet ettirmiştim. Orada da şu soru(lar) gündeme gelmişti: Kudüs bizim neyimiz olur, nasıl bizim olur?

Hz. Ömer'imizin dönemine ait bir hatıra ile başlamış ve nihayetinde derdimizi anlatmıştık.

İnsanlığın ve insanlığımızın gündem maddelerinden biri korona virüsü olunca 'bunu nasıl yazsam, ne anlatsam' derken, editörüm Mehmet Erturan ile 'virüsten mi bahis açsak' diye konuştuk. Sonra ben 'konunun uzmanı, söz sahibi olmadığımızı' ifade edince, Mehmet dedi ki: 'Ortaya çıkan tabloya kendi birikiminle özgün bir bakış yap!' Ona diyemeyip burada ifade edeceğim itirafım şudur: 'Nasıl düşünemedim ben bunu?'

Evvela söyleyeyim ki, sağlık bakanımız hariç, bu konuda memleket olarak çuvalladık! Neden mi? Sağlık bakanı ve ilgili merciler başla ve canla konuyu kontrol altında tutmak ve bizden uzaklaştırmak için çılgınca mücadele ederken uyduruk maskelerin karaborsaya düşürülmesi bizim çok da böyle şey… yani örnek bir millet olmadığımız kanaatini ortaya çıkardı.

Ölüm riski ve tehdidi altında da makul ve mantıklı kalabilmektir medeniyet. Bedeviyet ise hayatın her anı ve alanında tadılacak tat bırakmasa bile bir risk anında herkesi çiğneyebilecek şehirsizliktir. Elbette bizim medeniyet ve bedeviyet dediğimiz kavramlar insanların köyde veya şehirde ikamet ediyor olmasıyla alakalı değil. Zaten adına şehir denen yerleşimlerin de yeterince şehir kabiliyeti taşıdığı söylenemez!

Tekrar konuya dönecek olursak; marketlerde tükenmiş kolonyaların, düne kadar kınanacak bir şey haline dönüştürülmüş olduğunu da aklımıza yazalım. Bugün çılgınca reyonlara abanma halini de herhangi bir kelimeyle ifade edemeyeceğim için konuyu burada kesiyorum.

Korona virüsüyle nasıl başa çıkılacağını hakkıyla bilmiyorum. İşin ehli makam ve kişiler neyi tavsiye ediyorsa dikkat edilecek olan odur. Ancak ölümün her an ensemizde olduğu teslimiyeti ve mesuliyetiyle yaşamadığımız takdirde herhangi bir virüs tehdidi karşısında kontrolü kaybetmeyi çok da sorunlu bulamıyorum.

Asıl sorunumuz, ölümü bildiğimiz halde ölmeyecekmiş gibi hareket ediyor oluşumuz. Yaşanmaz hale getirdiğimiz dünyanın bize kustuğu hastalıklardan hisse çıkarmayıp daha fazla atık, daha fazla beton, daha fazla insansızlık mottosuna hizmet ediyor oluşumuz!

Tedbir kere tedbir dönemine girmişken, okumaya ve dinlenmeye de vakit ayırmakta fayda var! Ali Emre'nin Şark'ın Kartalı ve Şark'ın Kandili kitaplarını henüz okumayanlar hiç vakit kaybetmesin deme cüretini rahatlıkla gösterebilirim. Ali Emre imzası şiirde de çok başarılı ve başka bir yerdedir. Şiir demişken, Mehmet Boran dostum 'Karamık' adıyla Gülnar yayınlarından bir şiir kitabı çıkardı. İlgilisine duyurulur.

Ha bu arada; insanı virüs değil, eceli öldürür. Ama insanlığın nefesini kesen virüsleri insan doğurur, büyütür, besler ve celladı haline getirir. Biz insanlığımıza sahip çıkalım. Onu yitirince sahibi olabileceğimiz hiçbir şeyimiz kalmıyor çünkü!