KAPKARANLIK günlerin içinden geçiyordum. İçimde geleceğe dair en küçük bir ümit kırıntısı bile yoktu. Ne yana baksam bir ışık göremiyordum. Bu durum benim daha çok içe kapanmama sebep oluyor işin içinden çıkamıyordum.

KAPKARANLIK günlerin içinden geçiyordum.

İçimde geleceğe dair en küçük bir ümit kırıntısı bile yoktu.

Ne yana baksam bir ışık göremiyordum.

Bu durum benim daha çok içe kapanmama sebep oluyor işin içinden çıkamıyordum.

Aslında çıkılabileceğine ilişkin bir inancım yoktu.

Zerre kadar bile…

Buna bir isim bulmaya çalıştığımda ise dudaklarımdan döküle cümle şu olmuştu:

'Vehmin zulmeti.'

EVET, bu bir zulmetti.

Karanlıktı.

Ne gözümün ne de gönlümün bir şey görememe haliydi.

Ucu görünmeyen ve gitmekle bitmeyen bir tünelin içinde bir o yana bir bu yana koşturduktan sonra savrulup takatten düşerek bir köşeye yığılıp kalmak gibiydi.

ZÜLMÜ demek bile mümkündü bu duruma.

Zulmet olmaktan çıkmış ve bir zulüm şekline bürünmüştü.

İyiliğe, hayra, güzelliğe, kuyudan çıkma umuduna zulümdü.

İmana yani Allah'a dayanıp güvenme duygusuna zulümdü en başta.

Sonrasındaysa hayata…

Oysa yaşamak gerekiyordu.

Düşünmek, tefekkür etmek, üretmek, yaşama katkı sunmak gerekiyordu.

İyilikler ve bilgi üretmekle yükümlü değil miydik hem?

İnancını, güvencini kaybedenlerin bunu yapması mümkün olmuyordu işte.

Geriye elbette ataletten başka bir şey kalmıyordu.

'İyi değilim.

Kötüyüm.

Benden bir şey olmaz.

İşe yaramıyorum.

Değersizim.

Kimse beni sevmiyor, demek ki sevilmeye layık değilim.'

Daha neler, neler…

Vehmin zulmeti yüreğime bastırdığında arkası çorap söküğü gibi geliyordu.

Oysa bu tamamıyla bir kuruntudan ibaretti.

Ve hayata ürküntü ile yaklaşmaktan başka bir sonuca götürmüyordu.

Her şeyden işkillenmeye başlıyorsun zira.

Yanılmanın en dibindesin ama bu zannında taş kadar sert ve katı hissediyorsun kendini.

Önünde iyi ve kötü iki seçenek bulunsa nefes bile almadan müthiş bir kararlılıkla kötü olanı tercih ediyorsun.

Ve başlıyorsun 'Daha da kötü olacak, beterin beteri de gelecek, ne zaman insan daha iyiye gidebilmiş ki' şeklinde cümleler kurmaya.

Bir tahminde bulunman gerektiğinde de yine en acılı olanından başlıyorsun.

En can yakıcısı birinci önceliğin oluveriyor.

YANLIŞ ve yersiz bir düşünce, vehim.

Ama içindeyken göremiyorsun.

Bir süre sonra onun dehlizleri arasında kaybolduğundan zaten görmek bile istemiyorsun.

Kötü ihtimaller üzerinde yürüyen hangi kişi gün ışığını görebilir ki?

Kurtulacağı umudunu taşımayan hangi yüzücü dalgalarla baş edebilir ki?

ESASEN olmayan şeye olmuş gibi inanmak bu.

Tersinden bir iman sanki ya da inanç…

Temeli olmayan yanlış bir tasa…

İnsanın zihninde sürekli olumsuz olanı canlandırması ve buna vücut giydirmesi…

Hayallerin kötülük harcı ile karılmış olması hali…

SAĞDUYUNUN ise engeli…

Engelleyicisi…

Tam bir menfi set bu, iyilikleri geçirmeyen.

Zamanla insan bu düşüncesinde o kadar aşırı gidiyor ki, varı yok, yoku var saymaya başlıyor.

O kadar ki, bunu tartışılmaz bir hakikat olarak görüyor.

Kendisine aklın ve gönlün fenerini tutmak isteyenleri ise düşman belliyor.

Nasıl başkalarını düşman bilmesin ki, kişi kendini kendine düşman kabul ettikten sonra.

KURGU tasavvurlar aslında bunlar.

Tasarımlar.

Biçimlendirmeler.

Canlandırmalar.

Vesvese üretimleri yapan bir fabrika gibi çalışıyor beyin bu hususta…

Gelin görün ki, insan içine çekildiği zaman bunların farkına varamıyor.

Ya da çok gecikmeli olarak bu bilince ulaşabiliyor.

Nice kayıplardan ve yaralanmalardan sonra…

ÂFET esasen bu, çok büyük hem de…

Kişinin kendi kendini yemesi bir başka ifadeyle…

Ve bitirmesi.

Un ufak etmesi…

MÂNÂ yolunun yol keseni en önemlisi vehmin zulmeti…

Vahşeti barındırıyor içeresinde.

Önlem alınamadığında öz kıyıma kadar gidebilme potansiyeli taşıyor üstelik.

MÂDEM iman var, imkan da var.

Madem Allah var, her şey var.

Ve madem Müslümanız bundan kurtulabiliriz.

Kurtulmalıyız.

Kim bilir günün birinde yaptığınız halisane bir iyilik gelir size fener olur.

Işık olur.

Ve sizin oradan çıkmanıza bir Hakk vesilesi olur.

ÖYLE DE olmuştu.

Sîmasını, adını, sanını hatırlamadığım bir gönül ehli rüzgar gibi gelmiş ve elimden tutuvermişti.

Çekip çıkarmıştı.

Demem o ki, hiçbir iyiliği Yüce Rabbimiz zayi etmiyor.

En küçüğünü bile.

Yeter ki halis olsun, içtenlik barındırsın.

Sözün özü, vehmin zulmeti ne kadar kesif olursa olsun iyilik ve hayrın ışığı onu dağıtmaya kafi.

Allah'ın izniyle.

Ya Selam!