VE İNSAN TANRIYA RAKİP

Özellikle on altıncı asrın sonları ve on yedinci asrın başlarında sanayi ve endüstriyel gelişim bir bakıma hem insanı kendisine getirirken bir diğer taraftan da kendisinden etmiştir. Özellikle Kuzey Avrupa ve orta Avrupa ile Amerika da ki gelişmeler böylesi ciddi bir çelişkiyi barındırıyordu. Halkın kahir ekseriyeti köle olan bir toplum, bu gelişmelerle birlikte Tanrısal bir iddiaya bürünüyor.

Hızlı değişim, dönüşüm ve gelişim, Avrupa insanının tüm değer yargılarıyla birlikte Tanrılarını da yerle yeksan ediyordu. Bu hızlı değişim ve dönüşüm günümüze kadar gelmiş ve iki kat hızla da devam etmektedir.

Biz aciz varlıklar için bir taraftan korkunç bir hızı temsil ederken, mutlak güç ve bilginin karşısında hiçliğinde kendisiydi. Lakin zincirlerini kırmış olan insan, hızın verdiği sarhoşluk sebebiyle hiçliğin farkında dahi değildir.

Özellikle de, iki bin yılında ABD Başkanı Bill Clinton’un Beyaz sarayda şatafatlı bir toplantı yapıp ve dönemin İngiltere Başbakanı Tony Blair’in de uydu aracılığıyla bağlanarak ‘’ Gen Haritası ‘’ çözüldü yalan ve yaygarası ile bambaşka bir boyuta evriliyordu.

İnsanın bütün büyü ve gizemi çözülmüş ve artık her şey vuzuha kavuşmuştu !

Bu gösteri bütün Dünya televizyonlarında canlı olarak yayınlandığı sırada, birlikte izlediğim toplumun duyacağı şekil de ‘’ hadi oradan sahtekârlar ‘’ dediğimde, yüzüme trenmişim gibi öküz öküz bakanlar daha dün gibi hatırımda durmaktadır.

Nitekim o gün gen sayısını yüzbinler ile ifade edip çözdüğünü ifade edeneler, o günden bu güne defalarca değiştirmek zorunda kaldılar bilimsel (!) bulgu ve iddialarını.

Yarın birgün bulduğunu iddia ettikleri bir tek genin dahi, kendi içerisinde milyonlarca başka genleri barındırdığını ispat eden bir buluş şaşıracağım bir tespit olmayacaktır.

Geldiğimiz noktada ise yapay zekâ ile bir başka boyuta geçmiş olduk. Bu gelişme ile insan adeta ikinci bir varlık mesabesine indirgeniyor, Tanrı olmak, yaratmak ve yaratılmış olmak gibi ucube iki uç arasına sıkıştırılmış durumdadır.

Bir taraftan sınırları çizilemez olan(!) yapay zekâ ve bir diğer tarafta, bu sınırları çizilemez olanın ‘’yaratıcısı‘’ insan, birbirinin sınırlarını zorlamaya başlamaktadır. Her türlü bilginin ana kodlarının yüklendiği yapay insan, yarın kendi yaratıcısı olan insana isyan edecek miydi !?

Her ne kadar gelinen aşamada vicdan, duygu, anlam ve mana boyutuna bir çözüm bulunamamış, bu yapay ürünün duygu dünyasına dair etkin bir formül geliştirilememiş olsa da, yaratan ve yaratıcı arasında ki ilişki kocaman bir muamma olarak karşımızda durmaktadır.

Bu yapay zeka ürünün yanı sıra bir de klonlama gibi bir başka vahamete imza atmış olan insan, kozmik dengenin de köşe taşlarıyla oynadığının farkında dahi değildir. Saydığımız ve sayamadığımız bütün bu gelişmeleri üst üste koyduğumuz zaman, varılmak istenilen nihai hedefin genel de din ve özel de ise İslam’ın bizatihi kendisinin varlığı su götürmez bir gerçektir.

Kendi saha ve sınırlarını kabul etmeyen, ölümü, hesap vermeyi, sorumluluk hissini ve yaratılmış olma teslimiyetini kabul edemeyen materyalist bilim, itirazın, reddedişin ve isyanın da sınırlarını allak bullak etmektedir. Ölümün mukadderatı karşısında hiçleşen bilim, acziyetini ifade etmek yerine daha bir hırçın şekilde saldırmaktadır yaşamın ve hayatiyetin tüm kodlarına. Bu çaresiz çaba ve emeklerin sahibi olan insan, gerek kendi hayatını bu hiçlik karşısında anlamsız kılarken, gerekse gelecek yaşamın da katili olduğunu aklının ucuna dahi getirmemektedir.

Batı’nın, bilimsel dediği ve bilginin bilimselliğine dair hüküm niteliğinde serdettiği tüm koşullara mutlak tabi olan ‘’ Müslüman ‘’ bilim adamları ise, itiraz etmek bir kenara, bir amentü niteliğinde teslimiyet göstermektedirler.

Bilginin bilimselliğine elbette itirazımız yoktur ve olamazda. İtirazımız, Batı’nın, kuralları ben korum ve kurallarda şunlardan ve şunlardan ibarettir dayatmasınadır.

Batı’nın, bilimsel bilgi kıstas ve ölçütlerine itiraz edecek, bambaşka paradigmalar ortaya koyacak gençlik neredesin..!?