Kuveytli Vahhabi Şeyh Osman El Hamis’i Türk gençlerine “tanıtmak” hangi maksada hizmet eder? 2019’da Diyanet İran ile “dini işbirliği” imzalamıştı. Bu anlaşmada Türkiye’de ilahiyat fakültelerinde İranlı uzmanlar tarafından İslam fıkhı okutulacaktı. Bir tarafta Şia İran diğer taraftan Vahhabi anlayışı. Görünen o ki, Ehl-i sünnet anlayışı boy hedefi olmuş.

Geçtiğimiz günlerde Sakarya'nın Tozlu camiinde Kuveytli Vahhabi Şeyh Osman el Hamis namaz kıldırmış ve vaaz etmiş.

Camide izdiham meydana gelmiş.

Kalabalığı teşkil edenlerin çoğunluğunun Suriyeli olduğu ifade ediliyor.

Ama burası Türkiye ve çoğunluk Ehl-i Sünnet.

Diyanet buna nasıl müsaade eder?

Kim bu Şeyh Osman el Hamis?

Şeyh Osman el Hamis, Vahhabilik anlayışının önde gelen isimlerinden.

Şeyh Osman el Hamis'e göre; Matüridilik Ehl-i Sünnet dışıdır. Bu anlayışa göre tasavvuf şirktir ve bunlar Osmanlı'ya düşmandır.

Dikkat ediniz lütfen: Osmanlı'ya düşman bir anlayışı temsil eden bir çizginin önde gelen bir ismidir Şeyh Osman el Hamis.

Vahhabilik denilince 19. Asrın ikinci yarısına kadar gitmek ve Osmanlı'ya nasıl zarar verdiğini hatırlamak lazım.

İngiliz siyasetinin Vahhabiliği, Türk-İslam birliğini bozmak hususunda nasıl kullandığını hatırlamak gerekir.

Suudi Arabistan'ın kuruluşunda Suud ailesinin olduğunu ve bu ailenin Vahhabi olduğunu, biraz bilgisi olanlar hatırlayacaklardır.

Vahhabi Suud ailesine İngilizler tarafından kraliyet verilmeden önce 'Şerif' Hüseyin denilen bir isyancıya alt yapı çalışması yaptırıldı.

Birinci Dünya Savaşı esnasında İngilizlere yüzbinlerce kişiyi isyan ettireceğini vadeden fakat yanında sadece beş kişiyi bulan 'Şerif' Hüseyin bu zemini hazırladı.

'Şerif' Hüseyin'in İngilizlerle irtibatını tespit eden ve ihanet edeceğini tahmin eden II. Abdülhamid gerekli tedbiri aldı fakat 1909'da padişahı tahttan indirilmesinde rol oynayan İttihatçılar bütün tedbirleri boşa çıkardılar.

Dolayısıyla 'Şerif' Hüseyin ihanetine devam etti.

İngilizlerle 'işi pişiren' 'Şerif' Hüseyin Birinci Dünya Savaşı esnasında İngilizlere söz verdiği gibi isyanı başlattı.

Bu arada ülkemizde bazılarının köpürttüğü 'Şerif' Hüseyin isyanı hususunda şunu ifade edelim:

'Şerif' Hüseyin, İngilizlerle görüşmesinde vadettiği yüz bin kişiyi temin edemedi. Yanında bula bula 500 kişi bulabildi ve bunlar bir alay çapulcuydu.

Osmanlı Ordusuna sıkıntı oluşturdular.

Netice olarak mukaddes beldelerin Osmanlı'dan koparılmasında 'Şerif' Hüseyin'in mel'unane katkıları oldu.

'Şerif' Hüseyin ile aynı zihniyeti taşıyan ve halen ülkemizde bu zihnî yapıyı devam ettirenler vardır.

Biz bunlara sapı bizden baltalar diyoruz.

'Şerif' Hüseyin'in Osmanlı'ya ihanetinin karşılığı olarak ona Hicaz krallığı verildi. Ama 'Şerif' Hüseyin bütün Arabistan krallığını bekliyordu. Ve ayrıca halife olmayı da ümit ediyordu.

İngilizlerin tedavüle sürdüğü 'Türkler halifeliği gasp etti' teranesi 'Şerif' Hüseyin tarafından mebzul şekilde kullanılıyor ve halife olmak hülyasıyla dört köşe oluyordu.

Bu teraneyi zaman zaman İttihatçılar da kullandılar.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında 'hedeflendiği' ve 'beklendiği' gibi Osmanlı devleti fiilen sona erdi.

Bu 'beklenti' ve 'hedef' şüphesiz başta İngiltere olmak üzere sömürgeci devletlere aitti.

Sadece onlara mı?

Hayır!

Bizde de böyle 'beklentisi' olanlar vardı.

Ülkemizde Osmanlı'nın sona ermesinden dolayı 'bayram' yapanlar halen vardır.

Bunların 'betonlaşmış' zihni anlayışlarını gidermek için biraz daha zamana ihtiyacımız var.

Sonuç olarak Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda Mondros Mütarekesi ile yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Osmanlı Devleti fiili olarak sona erdi.

Mondros Mütarekesi'nin meşhur 7. Maddesini göstererek 'nasıl bunu imzalarsınız?' diyerek Osmanlı son hükümdarı Sultan Vahideddin tepki gösterse ve bu mütarekeyi imzalayan hükümeti (Ahmet İzzet Paşa hükümeti) görevden alsa da artık acı gerçek böyleydi.

Birinci Dünya Savaşı esnasında İngilizlerin vaadiyle Osmanlı'ya karşı isyan ettirilen 'Şerif' Hüseyin'e Hicaz krallığı geçici olarak verildi.

'Şerif' Hüseyin böyle krallık hayalleriyle meftun olurken İngilizler diğer taraftan Suud ailesiyle aynı minvalde görüşme yapıyorlardı.

Fakat İngilizlerin gönlü 'Şerif' Hüseyin'den yana değildi.

Niye?

Sebebi şu:

'Şerif' Hüseyin hem bütün Arabistan'ın krallığını istiyordu bir de halifelik hayali vardı.

Halbuki İngilizler hilafetin kaldırılıp kaldırılmayacağı hususunda henüz 'karara' varmamışlardı. Hilafet meselesini bir müddet beklemeye almışlardı.

Halifelik talebi olmayan bir aile lazımdı İngilizler için.

Nitekim o da bulundu: Suud ailesi.

Suud ailesinin halifelik talebi yoktu ve zaten bu aile hilafet müessesinin 'gereksiz' olduğunu düşünüyordu.

1930'lu yıllarda Suudi Arabistan kralı bütün Müslümanların halifelik adı altında bir araya getirmenin 'hayal' olduğu yönünde beyanda bulundu.

Yani tam İngilizlere göre bir şablondu Suud ailesi.

Öyleyse yapılması gereken hemen tatbik edildi.

Neydi o yapılması gereken?

'Böl-parçala-yönet' tekniğini uygulamak.

İçeriden biri (Suud ailesi) bulundu ve 'Şerif' Hüseyin'e karşı kullanıldı.

İngiliz siyaseti gereği hem 'Şerif' Hüseyin'e mavi boncuk verilmeye devam edildi. Aynı zamanda Suud ailesine de mavi boncuk verildi.

Bu iki zümre birbiriyle kapıştırıldı.

Sonuçta Suud ailesi iç savaşı kazandı ve 'Şerif' Hüseyin ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.

Şimdi bunları niye hatırlattık?

Kısa bir bilgi tazelemesi yapalım:

Hatırlanacağı gibi; Türk milleti bin sene İslamiyet'in liderliğini yapmıştı. Veya sevgili peygamberimizin makamı olan hilafeti resmen Osmanlı'ya intikal ettiren, hakanımız ve büyük ecdadımız Yavuz Sultan Selim'in muhteşem ifadesiyle milletimiz İslamiyet'in bin sene hizmetkarlığını yapmıştı.

Osmanlı'yı İslam dünyasından koparmak için; Tanzimat ile başlayan, Jöntürkler ile devam eden, İttihatçıların 'sayesinde' girilmiş olan I. Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin kullandığı 'Şerif' Hüseyin isimli kişiyle tatbik sahasına konuldu.

'Şerif' Hüseyin kullanıldı ve atıldı.

Daha sonra Suud ailesi devreye girdi ve 1927'de bağımsızlığı tanındı

Şu hususu daima hatırlamak günümüzü anlamakta kolaylık sağlar:

Suudi Arabistan'ın 'kurulmasında' Vahhabilik maniveladır.

Manivelalayı tutan el, dönemin sömürgecisi İngiltere'dir.

Şimdi gelelim günümüze:

Sakarya'nın Tozlu Camii'nde bir Vahhabi şeyhinin vaaz ettirilmesi ne anlama gelir?

Ehl-i Sünnet anlayışında olan ülkemize zarar vermez mi?

Çoğunluğu Ehl-i Sünnet olan milletimizin birliğini ve beraberliğini ihlal etmez mi?

Tasavvufu şirk kabul eden Vahhabi zihniyeti, hamuru Horasan erenleriyle yoğrulmuş milletimizi kimlik buhranına savurmaz mı?

Peki o halde;

Kuveytli Vahhabi Şeyh Osman El Hamis'i Türk gençlerine 'tanıtmak' hangi maksada hizmet eder?

2019'da Diyanet İran ile 'dini işbirliği' imzalamıştı. Bu anlaşmada Türkiye'de ilahiyat fakültelerinde İranlı uzmanlar tarafından İslam fıkhı okutulacaktı.

Bir tarafta Şia İran diğer taraftan Vahhabi anlayışı.

Görünen o ki, Ehl-i sünnet anlayışı boy hedefi olmuş.

Bin yıldır Ehl-i sünnetin kalesi olmuş milletimizin ve milletimizin bağrından çıkan sivil inisiyatiflerin buna müsaade etmeyeceği kanaatindeyim.

Milli birliğimizi kimse bozamayacaktır.