İNSANOĞLU bir ebediyet yolcusu… Sonsuzluk kervanının peşine takılmış gidiyor. Önümüzde bir ilahî vaat olarak duruyor oysa sonsuzluk. Bu bize yetmiyor olmalı ki, geçici olan şu dünyada da unutulmamak gibi bir girdabın içine düşmüşüz.

İNSANOĞLU bir ebediyet yolcusu…

Sonsuzluk kervanının peşine takılmış gidiyor.

Önümüzde bir ilahî vaat olarak duruyor oysa sonsuzluk.

Bu bize yetmiyor olmalı ki, geçici olan şu dünyada da unutulmamak gibi bir girdabın içine düşmüşüz.

O kadar acı verici ki, belki de başka ıstıraplarla kıyas etmek imkansız.

Zaten kalıcıyız.

Yokluk, yok.

Peki, bu telaşemiz ne için?

Bu kaygı neyin nesi?

Bu sağa sola yalpalamak neden?

Olmayacak hülyaların peşine düşmek de ne oluyor?

GÜNDEMİMİZ nereden bakarsak bakalım unutulmak / unutulmamak ikilemine hapsedilmiş görünüyor.

Oysa şair ötelerden seslenmemiş miydi bize 'Korkma, ebedi varsın' diye.

Ebedi var olmakla muştulanmış insan hangi unutulma korkusunu yaşıyor peki?

Burada bir tezatlık yok mu?

SEYRETTİĞİNİZ program, katıldığınız etkinlik ve okuduğunuz haberlerde karşınıza çıkıyor.

Unutulan yüzler.

Unutulmayan sîmalar.

Unutulan sesler.

Unutulmayan sesler.

Unutulmaz kahramanlar.

Unutulan kahramanlar.

Unutmaya yüz tutan meslekler.

Unutulan yazarlar, unutulmayan şairler, bestekarlar, mimarlar, politikacılar, sanatçılar…

Neredeyse hiç gündemimizden düşmüyor.

NEDEN bu kadar bu meseleye odaklıyız dersiniz?

Neyin peşindeyiz?

UNUTULMAK gerçekten bu kadar kötü mü?

Akıldan çıkmak, hafızadan silinmek bizim öngördüğümüz kadar berbat mı?

Bedbaht edici mi?

Ne olur unutuluverirsek?

Hakikaten ne kaybetmiş oluruz ki?

UNUTMAK şifa değil mi kimi zaman?

Acıların silinmesinin neyi fena?

Istıraplarımızı kayıt dışı bırakmak esasen bizi rahatlatmaz mı?

Özgürlük sayılmaz mı?

Ve…

Yeri geldiğinde unutmak bir hak değil midir?

Mesela, yaptığımız iyilikleri.

ŞÖYLE düşünelim ya da.

Peşinize takılıp nereye gitseniz yanınızda gelen olumsuzluklar var.

Sizi insanlar böyle hatırlıyor.

Ne yapsanız yapın izlerini silemiyorsunuz.

Bu durumda unutulmak da bir hak değil mi?

Ve…

Özgürlük sayılmaz mı?

ADIMIZ kalmasın şu dünyada, ne çıkar?

Namımız silinsin.

İzimiz belirsizleşsin.

Tanıyan, bilen, anan kalmasın…

Bizi unutmayacak bir Rabbimiz var.

Yapıp ettiklerimizi kaydeden bir Allah'ımız var.

Peşinden yürüdüğümüz sonsuzluk bayrağını taşıyan Sevgili Peygamberimiz var.

Toprak kendine atılan tohumu unutmayıp bizleri filizlerle selamlarken Hakk bizi unutur mu?

Onun nezdinde hayır ve güzelliklerle var olabilmek varken burayı unutup ya da yeterince ehemmiyet vermeyip fanilerin belleklerinde kalabilmek bizler için neden bu kadar önemli olsun ki?

AMA oluyor işte.

Ne yazık ki, oluyor.

Ne yapıp edip hafızalarda kalıcı olmak için değişik atraksiyonlarda bulunuyoruz.

Kimi zaman bunu malayani bir biçimde gerçekleştiriyoruz.

Hatıra biriktirme gayretleri…

Fotoğraflamalar…

Çılgınca yaptığımız öz çekimler, vs vs…

Gerçekte nerede var olmak gerektiğini biliyor olmamıza karşın yine de bunları yapıyoruz.

Hıfz-ı İlahî'de mü'min olarak kalabilmek için uğraş vermek yerine geçici his ve heveslerle kalıcı olmayacağını bildiğimiz halde yine de bunun için çabalamak sanırım mühim bir açmaz olarak önümüzde duruyor.

SEVDİKLERİMİZİN kalplerinin hafızasında kalmak isteriz elbette ama bunu bir hayat gayesi haline getirmemiz doğru mu?

Kara toprak hepsini örtmeyecek mi?

Geçen zaman tüm izleri zaten silmeyecek mi?

O halde doğrusu nedir, ne yapmak lazımdır?

Doğru olmak…

Hak üzere yürümek…

Âdil olmak ve öyle kalmak…

İyilik elçisi olabilmek.

Düşeni kaldırmak.

Anlaşılıyor ki, unutulmama duygusu yaratılışımızın hamuruna karılmış.

O halde bizler de gerçek kalıcı olma yolunda bu tercihleri yaptığımız vakit diğerlerine gerek kalır mı?

Ne dersiniz?

Ya selam!