Rusya’nın Ukrayna saldırısının üzerinden nerede ise bir hafta geçti. Bugün Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşı fikri olarak, Batıcı/Atlantikçi ve Slavcı/Avrasyacı kavga olarak da okuyabiliriz.

Rusya'nın Ukrayna saldırısının üzerinden nerede ise bir hafta geçti. Bu saldırının siyasi ve ekonomik veçheleri birçok yönüyle tartışıldı ve tartışılıyor. Fakat hemen hemen aynı ırktan ve dini mezhepten olan bu iki kardeş ülkeyi birbirine düşüren fikri asıl muharrik güç fazla tartışma konusu olmadı. Belki de bu günler üzerinde durulması gereken, bu fikri yöndür.

Bugün Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşı fikri olarak, Batıcı/Atlantikçi ve Slavcı/Avrasyacı kavga olarak da okuyabiliriz. Rusya ve Rusya hinterlandı için, bir yandan kökleri 18. yüzyıla, Büyük Petro'ya kadar uzanan Batılı Rusya tanımlamasını savunanlar ile düşünsel temellerini bir anlamda Dostoyevski'ye kadar uzatabileceğimiz, fakat sistemli bir yaklaşım halini 1920'lerde alan ve Rusya'nın Batı ile Doğuyu bir araya getiren Avrasyalı bir kimliğe sahip olduğunu iddia edenler arasındaki bir mücadele.

Rus hükümdarı Büyük Petro'nun 18. yüzyılda başlattığı Avrupalı reformlarının amacı, Avrupa kültürünün yüksek dozda aşılanması yoluyla Rusya'da büyük ve kültürlü bir devlet kurmaktı. Bu da beraberinde Batıcı düşünceyi Rus toplumunda ortaya çıkardı. Söz konusu yenilikler Rus toplumunun bir kısmında gönüllü ya da gönülsüz özümsenirken bir diğer kısmında ise karşı duruşu ve özüne çekilmeyi meydana getirdi.

19. yüzyılda Ruslar, Alman idealizmi ile buluştu. Rusya, Alman romantikleri ile, Alman idealist felsefesi ile beslendi. Romantiklerin Ortaçağ sevgisi, Rusya'yı geçmişe yönlendirdi. Geçmişe yönelik milli düşünce bu esintilerle dalgalandı. Slavcılık, Avrupalı değerler karşısında , evin içini, yani Rusya'nın tarihi misyonunu, varlığını ve ödevlerini Rus milli değerleriyle tanımlıyordu. 20. yüzyılda da 'Soğuk Savaş' ile birlikte Rusya'da ABD karşıtlığı, Rus muhayyilesinde Avrasyacı düşüncenin yapısını sarsılmaz bir şekilde oturttu.

Diyebiliriz ki, dünyada ilk özgün milliyetçilik, Alman milliyetçiliğidir. Ancak Ruslar da onları adım adım izlemiştir. Alman felsefesinin merkezlerinden çıkan bütün kitapçıklar –en önemsizleri bile- içinde Hegel'in adı geçiyorsa hemen ısmarlanıyor, tekrar tekrar okunuyordu. Rus üniversite çevrelerinde, Hegel'in kitabına el basarak ant içiliyordu. Rusya'daki düşünürler, Hegel felsefesinin en yüce hakikat olduğuna sarsılmaz bir şekilde inanırlar. Hegel'in etkisi görülmeyen tek bir kitap, dahası tek bir gazete yazısı yoktu.

Almanya'yı da, Rusya'yı da milli düşünmeye götüren olaylar aynı idi. Napolyon orduları, önce Alman topraklarına, sonra Rusya'ya girmişti. O yıllar için Batı, Fransa idi. İki ülkede de Batı'ya karşı düşünce gelişti. Almanlar Ortaçağ'a, Ruslar geçmişe sığındı. Böylece Rusya'da ilk kez felsefi düşünce olarak, Slavcılar ortaya çıktı. Slavcılar, Batıcılar'a karşı Rusya'nın kimliğini, değerlerini, gelenek ve göreneklerini muhafaza etmeye çalıştı. Daha sonra Slavcılık düşüncesi jeopolitik arenada Avrasyacılığı ortaya çıkardı. NATO, BM ve AB'nin jeopolitik Atlantikçi düşüncesine karşı Rusya, Avrasyacılık düşüncesini ortaya koydu. Rus stratejist Aleksandr Dugin bugün Avrasyacı düşüncenin en ateşli savunucularından biri.

Hasılı kelam, Doğu Bloğu ve Batı Bloğu çatışması bugünlerde Slavcı/Avrasyacı ve Batıcı/Atlantikçi mücadeleye dönüşmüş durumda. 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılışı, ardından Doğu Bloğu'nun dağılması ve 1991'de de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin (SSCB) çöküşü ile yaklaşık 50 yıl boyunca uluslararası ilişkiler sistematiğine egemen olan ideolojik çatışma esaslı, iki kutuplu sistem sona erdi. Batı Bloğu 'Soğuk Savaş'ı kazanırken, Doğu Bloğu ve bu bloğun lideri olan SSCB kaybeden taraf oldu. Bu kaybediş sadece Doğu Bloğu'nun çökmesi sonucunu getirmedi, aynı zamanda SSCB'nin yerine 15 yeni devletin doğmasının en önemli nedenlerinden biri oldu. Böylece dünyada yeni bir küresel sistem ortaya çıktı. Şimdilerde Ukrayna'da devam eden Atlantikçi ve Avrasyacı düşüncenin mücadelesinin sonucu da yeni bir küresel sistemi ortaya çıkaracaktır. Peki, hem Türkiye hem de Arap ülkeleri bu yeni küresel sistemde güçlü bir şekilde var olmak için bir çaba sarf ediyorlar mı?