Türkiye’de kültür erozyonu sorunu-3


+++++++

Bilindiği gibi 19. yüzyılın başından itibaren yoğun bir aydınlanma, modernleşme ve Batılılaşma furyası başladı, yapılan idari, askeri, hukuki, ekonomik ve sosyal vb. alanlarda tepeden inmeci bir yaklaşımla Batı kurumları örnek alınarak reform ve ıslahat politikaları yürütüldü. Ne kadar başarılı oldu ve hedefine ulaşıldı o ayrı bir tartışma konusudur. Bu dönemde Devlet tarafından, Batıdaki bilim, teknik, teknoloji, sanayi, ekonomik, idari, hukuki ve sosyal alanlardaki gelişmeleri yerinde görmek, kurulan devlet sistematiğinin ve devlet-vatandaş ilişkisinin işleyişinin incelenmesi, gerekirse içeride bize uygun şartlar göz önüne alınarak rasyonel çerçevede uyarlanması ve yeni bir ufuk kazanılması için Batıya gönderilen öğrenciler ve görevliler tam olarak amaca hizmet etmemişlerdir. Bu dönemde Batıya gidenlerin muhalif düşüncelerle oluşturdukları Yeni Osmanlı-Genç Osmanlı, Jön Türk hareketleri ve Tanzimat-Meşrutiyet aydınları oldukça sığ kalmışlardır. Meselelerin özüne inememiş ve hep yüzeysel çözümler getirmeye çalışmışlardır.
Bu dönem Batıya giden aydın ve öğrenciler bizde yoğun bir şekilde kültür erozyonu ve kültürel çözülme, toplumsal yozlaşma ve ahlaki dejenerasyonun başlamasına neden olmuşlardır. Bu kişiler Batının bilimini, teknolojisini, ekonomik yapısını ve sistematik ilerleyişini değil; kültürünü, değer yargılarını, yaşam tarzını, kılık ve kıyafetini, eğlence anlayışını vb. aldılar, getirdiler ve bizde uygulamaya başladılar. Toplumda Batı taklitçiliği ve özenticiliği başladı, aynı kesimde aşağılık kompleksi aldı yürüdü. Sözüm ona bu taklitçi aydın ve okumuş kesim Batılılar gibi giyinmeye, onlar gibi konuşmaya, onlar gibi yaşamaya başladır. Onlar gibi eğlenmeye başladılar, yoğun bir şekilde rakı, şarap, şampanya… içmeye başladılar. Toplumda birahanelerin sayısı hızla artmaya başladı, ahlaki dejenerasyonla birlikte fuhuş evleri ve kerhaneler hızla yayılmaya başladı. Taklitçi aydın tabakasının anlayışı, Batılıların kültürünü alarak onlar gibi yaşarsak ve onlara benzersek onlar gibi gelişip ilerleyebileceğimiz düşüncesi idi. Ama olmadı. Bu mümkün değildi. Bunun dünyada örneği yoktu. İlerlemedik, Devlet ve Toplum her geçen gün daha da kötüye gitti.
19. Yüzyıldaki kültür erozyonuna ve kültürel çözülmeye en güzel örnek Recaizade Mahmut Ekrem’in “Araba Sevdası” romanıdır. Bu romanda Batılılaşmanın yanlış uygulanmasının zararları ve kültür erozyonu, kültürel çözülme ve ahlaki dejenerasyon öyle güzel anlatılıyor ki başka söze gerek yok. Okuyan bilir. Romandaki Bihruz Bey aşırı derece Batı taklitçisi, özentici, aşağılık kompleksine sahip, zengin, züppe, sonradan görme, sığ, gösteriş düşkünü ve aşık bir karakterdir. Aşık olduğu kişiyi bu yollarla elde etmeye çalışan, ama zavallı komik duruma düşen bir şahsiyettir. Bihruz Bey ne kadar okumuş, görmüş ve aydın olduğunu göstermek için yerli yersiz, olur olmadık yerde yarım yamalak Fransızca konuşmakta ve komik duruma düşmektedir. Bihruz Bey sevgilisinin yanında gösteriş olsun diye sokakta, manavda veya bakkalda alışveriş yaparken Fransızca konuştuğunda halk şaşırmakta ve bu duruma hiçbir anlam verememektedir. Ayrıca romanda bu dönemde İstanbul’da Beyoğlu’nda önemli toplantılarda, meclislerde moda ve revaçta olduğu için insanların aydın ve önemli tabakadan olduklarını göstermek amacıyla bozuk ve komik bir şekilde Fransızca konuştukları, şapka taktıkları, anlatılır; meslek erbaplarının da bir furya şeklinde sırf özentiden, berberlerin, terzilerin, garsonların… yarım yamalak Fransızca kelimeleri konuşmalarına sokuşturdukları ve kendilerini gülünç duruma düşürdükleri anlatılır.