TÜRKİYE’DE ANAYASACILIK HAREKETLERİ-2

Batıcılık, Türkçülük, Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarının yavaş yavaş ortaya çıktığı bu zamanda İmparatorluğu modernleştirme ve güçlendirme sürecinde Batıda eğitim görmüş üst düzey devlet adamlarının inisiyatifiyle Padişah görevden alınarak ya da yerine gelecek olanla( 2. Abdülhamit) anlaşılarak Padişah 2. Abdülhamit tarafından 1876 yılında bir fermanla Meşrutiyet (1. Meşrutiyet) ilan edilmiştir. 1876’da ilan edilen “Kanun-i Esasi” ilk Türk Anayasasıdır. Osmanlı Türk tarihinde ilk defa anayasal yönetime geçilmiştir. İlk defa Batı tarzı modern anlamda devletin siyasi, idari ve yargı alanında yeniden yapılanmaya gidilmiş, yasama, yürütme ve yargı olarak üç erk ortaya çıkmıştır. Fakat bu gerçek anlamda bir meşruti yönetim özelliği taşımaktan uzaktı. Padişahın meclisi fesih etme, sürgüne gönderme yetkileri, yasaların teklif yetkisinin Padişah iznine bağlanması vb. gibi geniş yetkilerinin olmasının yanı sıra meclis yetkileri de oldukça kısıtlı tutulmuştu. Üyeleri Padişah tarafından atanan Ayan Meclisi ile üyeleri seçimle işbaşına gelen Mebusan Meclisi olmak üzere iki meclisli bir Parlamento kurulmuştur. Fakat, meşrutiyetin ömrü iç siyasi çekişmeler, sert tartışmalar, azınlıkların yeni hak talepleri, özerklik istekleri nedeniyle toprak kaybetmeme kaygıları bağlamında uzun sürmemiş, padişah tarafından 1878 yılında meclisin kapatılmasıyla haklı olarak ve devlet adamlığı örneği gösterilerek meşrutiyet yönetimine son verilmiştir.

Görüldüğü gibi yapılan yenilikler, meşrutiyet yönetimine geçilmesi toprak kayıplarını, azınlık milletlerinin bağımsızlığını ilan etmelerini, batılı güçlerin iç işlerine müdahalesini, toprak kayıplarını, İmparatorluğun çöküşünü önleyememiştir.

1908’de içerde Jön Türklerin baskısı, dışarıda Batılı dış güçlerin baskısından kurtulmak için 2. Abdülhamit tarafından 2. Meşrutiyet ilan edilmiştir. 31 Mart ayaklanması, bastırılması ve yeni bir süreç başlamasıyla padişah değiştirilmesi ve sonrasında İttihat ve Terakkinin darbesi sonucunda 1909 yılında yeni bir anayasa değişikliğine gidilmiş, Padişahın yetkileri kısıtlanmış Meclisin yetkileri arttırılmıştır. Burada 1921 Anayasasının 1876 ve 1909 anayasa değişikliğinin geliştirilmiş bir versiyonu olduğu söylenebilir. Ancak 2. Meşrutiyet ve 1909 anayasa değişiklikleri daha demokratik, katılımcı, hak ve hürriyetleri koruyucu bir özellik olmasına rağmen İttihat Terakkinin darbesi, baskıcı tutumları ve öngörüsüz politikaları nedeniyle bu sürecin başarılı olduğunu söylemek mümkün değildir.

Osmanlıda son 200 yılda etkili olan ıslahat hareketleri, modernleşme çalışmaları ve anayasacılık hareketleri İmparatorluğun çöküşünü engelleyememiş, fakat geciktirmiştir. Bu noktada Namık Kemalle ilgili bir hikayeyi hatırlatmak isterim. Namık Kemal her fırsatta devletin yıkıldığını, bunun kaçınılmaz olduğunu belirtmektedir. Bir gün bir zat Namık Kemale “ Üstat sen her gün devletin yıkıldığını söylüyorsun, fakat hiç de yıkıldığı yok, devlet yerinde duruyor” diyerek çıkışmıştır. Namık Kemal bunun üzerine “ Osmanlı gibi bir İmparatorluğun yıkılması öyle bir günde olacak iş mi? Hastalığı 50, ölümü 50, toprağa verilmesi de 50 yıl sürecektir.” diye cevap vermiştir. Kısaca parçalanma geç de olsa kaçınılmaz olmuştur.

Kurtuluş savaşı sırasında dönemin ihtiyaçlarına cevap verecek 24 maddeden oluşan kısa ve öz bir anayasa yapılmıştır. Bunun adı 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunudur. Meclisin etkin olduğu “Meclis Hükümeti Sistemini” öngörmüştür.

Kurtuluş savaşının başarı ile sonlandırılması ve Cumhuriyetin ilanı ile birlikte 1921 Anayasasında küçük değişiklerle Cumhuriyet sistemine geçilmiş, Cumhurbaşkanı seçilmiş, Bakanlar Kurulu kurulmuş ve Demokratik Parlamenter rejime adım atılıştır. Fakat mevcut anayasa savaş yıları anayasası olduğundan, ihtiyaca cevap vermediğinden yeni ve bütünlüklü bir anayasaya ihtiyaç bulunmakta idi. Bu kapsamda yine öz, kendi içinde bir mantığı olan bütünlüklü bir anayasa olan 1924 anayasası yapıldı ve yazıldı.

Osmanlıda olduğu gibi, Cumhuriyet döneminde de modernleşme ve anayasacılık hareketleri tepeden inmeci, baskıcı, jakoben, yer yer kanlı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Bu da modernleşmenin her alanda tam olarak gerçekleştirilememesine, toplumda yaygınlaştırılamamasına ve reformların yerleşmesinin uzamasına neden olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında çok kapsamlı siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik devrimler ve kalkınmalar gerçekleştirilmekle birlikte, özellikle 1950’den itibaren Menderes iktidarı ve sonralarında siyasi, ideolojik, sosyal, kültürel vb. alanlarda yaşanan kamplaşmaların ve sorunların tek ve yegane çözüm yolunun, muhalefet çevrelerinde ve askeri-sivil bürokrasi çevrelerince, darbe ve anayasa değişikliğinde olduğu gibi yanlış bir algı ve yaklaşım ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşıma göre tüm sorunların kaynağı anayasa görülmüş, anayasanın değiştirilmesi, devlet mekanizmasının yeniden dizaynı ile devlet, siyaset ve toplumdaki çatışma ve sorun alanları sonlandırılacaktı. Cumhuriyet, demokrasi ve insan hakları açısından bakıldığında; tüm sorunların kaynağının anayasa olarak gösterilmesi, gerektiğinde darbe yapılarak anayasanın değiştirilmesi ile yasama ve yürütmenin etkinliğinin kırılarak devlet içinde yeni fren ve denge mekanizmalarının kurulması ile tüm sorunların çözüleceği yaklaşımı son derece tehlikeli, yanlış, ideolojik ve bilimle bağdaşmayan bir yaklaşımdı. Nitekim bu yaklaşım sonraki yıllarda neredeyse her 10 yılda bir darbeler, muhtıralar, anayasa değişiklikleri, yeni anayasa yapma gibi kötü bir gelenek meydana getirmiştir. Bu da demokrasinin yerleşmesinin engellenmesi, insan haklarının kısıtlanması, yeni insan hakları ihlallerinin ortaya çıkmasına, siyasi istikrasızlığa bağlı olarak ekonomik kalkınmanın başarısız olması ve sürekli ekonomik krizlerin ortaya çıkması sonucunu doğurmuştur.