TÜRKİYE VE ORTADOĞU-1

Ortadoğu bölgesi, Dünya üzerinde jeopolitik, jeostratejik ve ekostratejik özellikleri bakımından çok büyük bir öneme sahip bulunmaktadır. Aynı zamanda bölgede hayati derecede önemli enerji kaynakları da mevcuttur. Bunun yanı sıra Bölge; Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının kesiştiği noktada yer almaktadır. Ayrıca bu bölge tarihte çok önemli medeniyetlere ve kültürlere beşiklik etmiştir. Tüm bu nedenlerden dolayı Ortadoğu bölgesi, tarihte olduğu gibi günümüzde de süper güç durumunda bulunan devletlerin çıkarlarının çatıştığı bir bölge olmuştur. Gelecekte de bu bölge üzerinde büyük devletlerin pastadan en fazla payı alma yarışının devam edeceği öngörülmektedir. Kuşkusuz ki bu durum, bölge ile çok yakın bağları bulunan ve aynı zamanda bir Ortadoğu devleti olan Türkiye’yi de çok yakından ilgilendirmektedir.

Ortadoğu bilindiği gibi dünyanın merkezidir. Bunun nedeni; ilahi dinlerin, medeniyetlerin, kültürlerin, ticaretin merkezi olması ve 19. Yüzyılın sonundan itibaren petrolün keşfinden sonra yer altı kaynakları nedeniyle sahip olduğu zenginliktir. Petrol ve doğalgaz nedeniyle sömürgeci ve emperyalist uluslararası hakim güçler tarafından 20. Yüzyılda Osmanlı devleti parçalandı-yıkıldı ve yerine Batıya bağımlı kukla devletler kuruldu. Uluslararası süper güçlerin çatışma alanı olan bu bölge için iflah olmaz, kanlı, çatışmalı bir süreç başladı. 20. Yüzyılda çıkar esasına dayalı kurulan uluslararası sistemde, genel olarak İslam dünyasında ve özelde Arap Ortadoğu’sunda her şey sahte idi. İnsani değerler, devletler, siyasi kavramlar, sınırlar… vb. Devletler bir gecede kurulmuş gecekondu devletleri, demokrasi yok, insan hakları yok (Batının çıkarları ve politikaları var…), katliamların kıymeti yok… Batının çıkarlarına ters politikaların ortaya çıkma ihtimali karşısında, halkın değerlerine uyumlu yönetimlerin işbaşına gelmemesi için de demokrasi, insan hakları ve hukuk hep bölgeden uzak tutulmuş ve tehlike görülmüştür.

O bakımdan, yaklaşık yüzyıldır İslam dünyasında ve Arap Ortadoğu’sunda meydana gelen olaylarda, katliamlarda, çatışmalarda, darbelerde Uluslararası sistem (Batı); kendi çıkarını gözetmiş, halklarım geleceğini ve buralarda demokratik değerlerin gelişmesini gözetmemiştir. Batı, İsrail’in kurulmasından sonra 4 tane Arap-İsrail savaşlarında İsrail’in yaptığı katliamlara, Somali’deki sefalete, desteklediği ve oluşturduğu kendi boyunduruğu altındaki yönetimlerin insanlık dışı uygulamalarına, Saddam’ın Halepçe katliamına, Hafız Esad’ın Hama katliamına, Keşmir, Dağlık Karabağ, Çeçenistan, Bosna Hersek, Doğu Türkistan, Ruanda, 11 Eylül saldırılarından sonra Afganistan ve Irak işgallerindeki ölümlere ( Irak’ta 2 milyondan fazla insan öldürüldü), Arakan katliamlarına, son olarak Mısırda seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi’yi deviren Askeri darbe yönetiminin katliamlarına, Suriye’de Esed rejiminin, kimyasal silah kullanmak dahil, 600 binin üzerinde insanı katletmesine, ölenler kendilerinden değil, ölenler Müslüman olduğu için, kan ve gözyaşı İslam aleminde oluyor diye, çıkarlarının gereği sessiz kalmış, çıkarlarını korumak adına soykırımları keyifle izlemiş, hatta köşesinde kıs kıs gülerek takip etmiştir. Şimdi sormak lazım, tek suçlu Batı mı?, İslam aleminin hiç mi suçu yok? Tabi ki var. Kendi içinde birlik olamayanları yönetmek ve sömürmek her zaman mümkündür. Batı işte bunu yapıyor. Kurtuluş İslam dünyasında birlik, silkinme, kendine gelme, etnik-dini-mezhepsel ayrılıkları bir kenara bırakmadan barış içinde çözmek ve har alanda işbirliği yapmaktır. Varlığının, kanının ve kaynaklarının Batı tarafından sömürülmesine izin vermemektir.