Ekonomi nedir, nasıl olmalıdır, dünyada durum nedir, Ülkemizde ne durumdadır, dünyada ve Ülkemizde gelir dağılımı adaletsizliğinin ve liberalizm adı altında vahşi soygun düzeninin (kapitalizm) nedeni nedir? Türkiye ekonomisine dair istatistikler neye işaret eder, realite ile uyumlu mudur? Sorularını cevaplayalım, irdeleyelim.

Ekonomi nedir, nasıl olmalıdır, dünyada durum nedir, Ülkemizde ne durumdadır, dünyada ve Ülkemizde gelir dağılımı adaletsizliğinin ve liberalizm adı altında vahşi soygun düzeninin (kapitalizm) nedeni nedir? Türkiye ekonomisine dair istatistikler neye işaret eder, realite ile uyumlu mudur? Sorularını cevaplayalım, irdeleyelim.

Ekonomi bilimi sınırlı kaynaklarla sınırsız insan ihtiyaçlarının karşılanması ya da karşılanma yöntemlerinin araştırılmasıdır. Farklı bir açıdan değerlendirdiğimizde bu tanımın yetersiz olduğunu görebilir ve yeni bir hususun daha ilave edilmesi gerektiğini rahatlıkla ifade edebiliriz. Dünya kaynakları yeterli ve tüm insanlığa yetecek kadar vardır. Sorun kaynakların gasp edilmesi ve dünya toplumları arasında adaletli dağıtılmamasıdır. Bunun sorumlusu da gelişmiş, doyumsuz, azgın, sömürgeci ve soykırımcı Batı'dır. Ekonomi tanımı bilimsel olarak, ideal olan, mevcut kaynaklarla insan ihtiyaçlarının dengeli ve adaletli bir şekilde karşılanması ve bunun yöntemlerinin aranmasıdır.

Dünya ekonomisinin durumu konusunda, gelişmiş ve sanayileşmiş toplumların (emperyalist Batı ve Asyalı, sömürgeci ve soykırımcı güçlerin), gelişmemiş ve fakir toplumların kaynaklarını çalarak sömürmesi; açlık, savaş ve ölüm kusarak dünya kaynaklarının kendi ihtiyaçlarına kanalize edildiğini belirtebiliriz.

Soğuk savaştan sonra kapitalizmin öncülüğünde küresel ekonomik düzen, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, Dünya Ticaret Örgütü vb. örgütlerin sistematiği ve işleyişi çerçevesinde yürütülmektedir.

Yani kurulan düzen, kurumlar, kavramlar (küreselleşme, globalleşme, ticaret, finans hareketleri, faiz, borçlanma, birlikler, serbest ticaret anlaşmaları…) dünyanın güney yarım küresinin geri kalmasına, açlığına, sefaletine yol açmakta; dünya kaynaklarının haksız ve hukuksuz bir şekilde kalkınmış, sömürgeci, vahşi, barbar, soykırımcı Batılı devletlere, hunharca, aktarılmasına hizmet etmektedir.

Türkiye ekonomisi konusuna gelince, mevcut ekonomik sistemin, uluslararası ekonomik düzenin bir parçası olduğunu, öncelikle belirtmeliyiz.

Cumhuriyetin ilk yıllarında devletçi, devlet destekli özel sektör temelli karma ekonomik model benimsenmiş ve uygulanmıştır. İkinci dünya savaşından sonra Türkiye, uluslararası siyasi ve askeri sisteme entegre olmakla birlikte, uluslararası liberal ekonomik düzene tam olarak entegre olamadı. 24 Ocak 1980 kararlarına kadar Türkiye, yerli sanayinin geliştirilmesi amacıyla yüksek gümrük duvarları ile korunan, ara malı ve girdi ithalatına dayalı ithal ikameci sanayileşme modeli uyguladı. Peki bunda başarılı olabildi mi? Maalesef hayır. Çünkü imalat sanayiinde, girdilerde, dışarıya daha fazla bağımlı hale gelindi, bunun yanında içeride ise gümrük korumaları ve rekabetin olmaması nedeniyle imalat sanayi ve reel sektör gelişmedi, dünya ile rekabet eder hale gelemedi. Samandan otomobiller üretildi, üretilen yerli otomobilleri de inekler yedi.

Türkiye 24 Ocak 1980 kararları ile merkezi planlı ekonomik modelden çıkarak, rekabete dayalı serbest piyasa ekonomisi temelli, teşebbüs hürriyetini önceleyen liberal ekonomik modele geçti. Reel sektörde, ticarette, bankacılıkta, finansta… liberal düzenin kuralları uygulanmaya başlandı, devletin elinde bulunan ve zarar eden KİT'lerin özelleştirilmesi sürecine geçildi. Ancak tüm bu hamleler siyasette her on yılda bir darbe ve muhtıralar ile ekonomide ise (bankacılık, finans, döviz, borçlanma, reel sektör, faiz, enflasyon, devalüasyon) her on yılda bir dar boğaz ve buhranları önleyememiştir.

Sonuç itibariyle Türkiye ekonomisi, büyük devletlerin küçük devletleri yuttuğu, küçük devletlerin kaynaklarının iç edildiği; borçlanma, faiz, kriz, enflasyon, küresel ticaret, uluslararası manipülasyonlar vb. yöntemlerle; demokrasi, insan hakları, hukuk martavallarını da ekleyerek emperyalizmin ve küresel finans baronlarının tüm dünyayı soyduğu ve sömürdüğü küresel ekonomik düzenin bir parçası, dünyayı açlığa ve yok olmaya sevk eden uluslararası hırsızlık sisteminin çark dişlilerinden bir tanesidir. Türkiye ekonomisine ilişkin tablo da maalesef budur.

Türkiye ekonomisinin bu cendereden çıkışı, tüm sorunların çözümü, kalkınma ve şahlanmanın gerçekleştirilmesi; yatırım, üretim, istihdam, ihracat modeline tam olarak geçilmesi; öncelikle üçkağıt ekonomik modelinden( borsa, faiz, döviz üçgeni) yani şeytan üçgeninden çıkılmasına, dünya ticaretini devam ettirerek dış dünyadan kopmadan, küresel ekonomik soygun ve sömürü düzeninden çıkılmasına, faiz ve enflasyon oranlarının sıfırlandığı yeni, milli ve tam bağımsız bir ekonomik modele geçilmesine, Türk tarih-siyaset-sosyolojisine ve medeniyet tasavvurumuza uygun kontrollü ya da kontrol edilebilir piyasa ekonomik sisteminin uygulanmasına, kontrollü liberal ekonomik modele geçilmesine bağlıdır.

Türkiye ekonomisi iyi mi, kötü mü? Her şey mükemmel mi? Yoksa ekonomi bitti, battı, öldü, Türk Milleti yok mu oldu?

Dünyada hiç bir zaman siyah ve beyaz diye iki renk yoktur. Gri renkler, ara tonlar da mevcuttur. Ne aşırı iyimser, ne de aşırı karamsarlık rasyonel ve nesnel değildir. Bu olgular bilimsellikten uzak, subjektif, öznel durumlardır. Subjektif değerlendirmeler de her zaman yanlış tespitlere neden olur, bu da başarısızlığa yol açar.

Türkiye'de ekonominin süper, mükemmel, ideal ve olması gerektiği gibi olmadığı hususu, akıl ve vicdan sahibi herkes tarafından kabul gören genel-geçer bir gerçekliktir. Bunu kimse yadsıyamaz. Ancak, akıl ve vicdan yoksunu birileri ya da bir kesim tarafından dile getirildiği gibi ekonominin bittiği, battığı, öldüğünü; Türk Devlet ve Milletinin buharlaştığını belirtmek mümkün değildir. Bu akıl ve izan yoksunluğudur.

Tarihsel süreç içerisinde bakıldığında belirgin bir şekilde ilerlemenin ve gelişmenin olduğunu görmekle birlikte, idealin yakalandığını ve istenilen seviye gelindiğini söylemek imkansızdır.

Her zaman realist olmak zorunluluğu kat'idir.

Şimdi yıllar itibariyle tarihsel süreç içerisinde karşılaştırmalı bir şekilde ekonomide makro ekonomik verileri, istatistiki rakamları ve hayatın gerçeklerine dair verileri irdeleyelim.

Cumhuriyetin kuruluşunda 1923 yılında, milli gelir 565 milyon dolar, kişi başına milli gelir 45 dolar ve ihracat 50 milyon dolar;

1950 yılında, milli gelir 20 milyar dolar, kişi başına milli gelir 166 dolar ve ihracat 263 milyon dolar;

1980 yılında, milli gelir 68 milyar dolar, kişi başına milli gelir 1.540 dolar ve ihracat 2.9 milyar dolar;

1990 yılında ise milli gelir 150 milyar dolar, kişi başına milli gelir 2.700 dolar ve ihracat da 12.9 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.

Buraya kadar olan tabloya baktığımızda, veriler ışığında, 1950'li yıllarda önemli bir sıçramanın; 1980'li yıllarda ise, ekonomide dışa açılım politikalarıyla birlikte, büyük bir atılımın gerçekleştirildiğini görebiliriz.

1996 yılında nüfusun en zengin % 20'lik kesimi milli gelirden % 55 pay alırken, nüfusun en fakir % 20'lik kesimi milli gelirden % 5 pay, müfusun % 60'lık orta sınıfı ise milli gelirden % 40 pay almaktaydı. Bu yılda en düşük gelir grubu ( 500 dolar) ile en yüksek gelir grubu (5.000 dolar) arasında 10 kat fark vardı.

2015 yılına gelindiğinde ise nüfusun en zengin % 20'lik kesimi milli gelirden % 44 pay alırken, nüfusun en fakir % 20'lik kesimi milli gelirden % 6 pay, nüfusun % 60'lık orta sınıfı ise milli gelirden % 50 pay alır hale geldi. Bu yılda en düşük gelir grubu ile en yüksek gelir grubu arasındaki fark 7 kat olarak hesaplandı.

Bu durumda iki tarih aralığında değerlendirme yaptığımızda en fakir kesimin milli gelirden aldığı payın biraz arttığı, en zengin kesimin milli gelirden aldığı payın % 55'ten % 44'e indiği, orta sınıfın milli gelirden aldığı payın ise % 40'tan % 50'ye çıktığı görülmektedir. Bu durumun, orta sınıfın alım gücünün ve gelir payının arttığı anlamına geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ortaya çıkan bu tablo gelir dağılımı adaletsizliğinin azaltılması anlamında olumlu olarak görülebilir.

Kasım 2000 ve Şubat 2001 ekonomik krizi sonucunda Türkiye'de 22 banka battı ve 65 milyar dolar kaybedildi. Ekonomi % 9 oranında küçüldü. Faiz oranları % 7.500'leri buldu. Enflasyon oranı % 70'lerde seyrediyordu.

2002 yılında milli gelir 240 milyar dolar,

kişi başına milli gelir 2.500 dolar,

işsizlik oranı % 11.50,

enflasyon oranı % 30,

faiz oranı % 60,

ihracat 36 milyar dolar,

cari açık 626 milyon dolar,

Merkez Bankası rezervleri 27 milyar dolar olmuştur.

2018 yılında milli gelir 784 milyar dolar,

kişi başına milli gelir 9.630 dolar,

işsizlik oranı % 11.30,

enflasyon oranı % 20.30,

faiz oranı % 16.25,

ihracat 168 milyar dolar şeklinde gerçekleşmiştir.

2018 yılı sonu itibariyle cari açık 27 milyar dolar iken 2019 Eylül sonu itibariyle 3.69 milyar dolar cari fazla gerçekleşmiştir. 2019 Ekim sonu itibariyle Merkez Bankası rezervleri 104.5 milyar dolar olmuştur.

Bu arada dünyadan sondaj usulü örneklere de karşılaştırmalı olarak yer verelim.

Amerika'da milli gelir 20 trilyon dolar, kişi başına milli gelir 60.200 dolar,

Çin'de milli gelir 13 trilyon dolar, kişi başına milli gelir 9.000 dolar,

Japonya'da milli gelir 5 trilyon dolar, kişi başına milli gelir 38.000 dolar,

Almanya'da milli gelir 4 trilyon dolar, kişi başına milli gelir 44 bin dolar,

Rusya'da milli gelir 1.5 trilyon dolar, kişi başına milli gelir 10.700 dolar,

Güney Kore'de milli gelir 1.7 trilyon dolar, kişi başına milli gelir 32.000 dolar seviyelerindedir.

Büyük ekonomilerle birlikte Güney Kore ekonomisinden bahsetmişken Türkiye ekonomisine ilişkin şu husus belirtilmeden geçilemez. 1960'lı yıllarda Türkiye'de kişi başına milli gelir 120-160 dolar bandında iken Güney Kore'de kişi başına milli gelir 80 dolar seviyelerinde idi. Bu aşamada Türkiye ikinci dünya savaşına girmemesine, ikinci dünya savaşında Almanya ve Japonya gibi yerle bir edilmemesine, 1960'lı yıllarda kişi başına milli geliri Güney Kore'den daha yüksek olmasına rağmen, gelinen aşamada günümüzde ekonomik veriler bakımdan Güney Kore'nin gerisinde kaldığımız gerçeği, üzerinde hassasiyetle düşünülmesi ve değerlendirme yapılması gereken konuların en başında gelmektedir.

Şimdi de Türkiye ekonomisi içinde vatandaşların hayatına dokunan, hayatın içinden ve hayatın realitesine dair istatistiki verileri dile getirelim.

2002 yılında asgari ücret 184,00 TL, marlboro sigarası 2,50 TL ve asgari ücretle alınabilen paket miktarı 74 adet,

Benzinin litresi 1,64 TL ve asgari ücretle alınabilen benzin miktarı 112 litre,

Ekmeğin tanesi 0,20 TL ve asgari ücretle alınabilen ekmek miktarı 920 adet,

Kıymanın kilosu 5,00 TL ve asgari ücretle alınabilen kıyma miktarı 37 kilo,

Çeyrek altının fiyatı 32,00 TL ve asgari ücretle alınabilen çeyrek altın miktarı 5.75 adet idi.

2019 yılında asgari ücret 2020 TL, marlboro sigarası 18,00 TL ve asgari ücretle alınabilen paket miktarı 112 adet,

Benzinin litresi 7,03 TL ve asgari ücretle alınabilen benzin miktarı 287 litre,

Ekmeğin tanesi 1,50 TL ve asgari ücretle alınabilen ekmek miktarı 1.346 adet,

Kıymanın kilosu 45,00 TL ve asgari ücretle alınabilen kıyma miktarı 45 kilo,

Çeyrek altının fiyatı 440,00 TL ve asgari ücretle alınabilen çeyrek altın miktarı ise 4.60 adettir.

Sonuç itibariyle, FETÖ ile 2009'da gizli, 2011'de yavaş yavaş, 7 Şubat 2012 MİT krizi ile belirginleşen, 17-25 Aralık 2013 emniyet ve yargı darbesiyle açıktan başlayan; PKK ile 35 yıldır devam eden (6-8 Ekim 2014 HDP sokak olayları), DHKP-C ve 2011'de Irak ve Suriye'de ortaya çıkartılan DEAŞ üzerinden verilen; 15 Temmuz 2016'da işgal, istila ve terörist darbe girişimiyle Türkiye'ye karşı açıktan ve yekten başlatılan; perde arkasında küresel soykırımcılar, emperyalist kan emiciler ve sömürgeci haçlı-evanjelist-siyonist ittifakına karşı yürütülen İkinci İstiklal ve İstikbal mücadelesi göz önünde bulundurularak, iki hususun altı çizilmelidir.

Birincisi, ekonominin sorunlarının çözülerek düzlüğe çıkarılması ve her alanda kalkınma ile ilerlemenin gerçekleştirilmesi için Milli ve tam bağımsız bir ekonomik modelin uygulanması gerektiği, gerçeği ve zorunluluğudur.

İkincisi de ekonomide yıllar itibariyle belirgin bir ilerleme ve gelişme olmakla birlikte; mevcut durumun hedeflenen düzeyde ve ideal oranda (Süper Güç) asla olmamasının yanı sıra, küresel emperyalizme karşı verilen büyük ve onurlu mücadeleye rağmen, hunharca ve sinsice ifade edildiği gibi ekonominin bitme, batma, ölme durumunda olmadığı realitesidir.

Saygı ve selamlarımla…