Türkiye-AB ilişkilerinin mevcut potansiyeli

Bilindiği üzere Türkiye-AB ilişkileri özelikle de 2016 yılında Göçmenlerle ilgili krizin patlak vermesinden sonra oldukça çalkantılı ve karmaşık bir döneme girmiştir. Bu dönemden sonra gerek AB ülkeleri içinde meydana gelen iç gelişmeler özellikle de seçim süreçleri ve gerekse de Türkiye’de meydana gelen iç ve dış siyasi gelişmeler ikili ilişkileri gerginleştirmiş ve genel bir olumsuz atmosferin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bundan sonraki süreçte bu olumsuz havanın kolay bir şekilde değişmeyeceği öngörülse de kısa vadede bazı ılımlı yaklaşımların ortaya konması muhtemel görünmektedir. Zira son günlerde AB üyesi bazı ülkeler tarafından yapılan siyasi açıklamalarda, Türkiye ile AB arasındaki krize işaret edilse de iplerin tamamen koparılmasının düşünülmediğini ortaya koymaktadır. Bu çerçevede seçim sonrasında Şansölye Merkel’in yaptığı açıklamalar bilhassa dikkat çekicidir.

Ancak, orta ve uzun vadede iki taraf arasında yeni kriz alanlarının ortaya çıkması veya mevcut siyasi krizlerin derinleşme potansiyeli güçlü bir ihtimal olarak durmaktadır. Bunun temel sebebi olarak, Avrupa’da gittikçe tırmanma eğilimi gösteren yabancı düşmanlığının artması, İslamofobi’nin yaygınlaşması vs gibi faktörleri göstermek mümkündür. Özellikle bu tür kriz alanlarının Avrupa siyasetçileri tarafından istimal ve istismar edilmesinin nasıl tehlikeli sonuçlar doğuracağına Avrupa’daki seçim süreçlerinde tanık olduk. Son örnek ise geçtiğimiz günlerde Avusturya’da yapılan seçimlerdir. Seçimlerde İslam karşıtlığıyla prim yapan ÖVP partisi birinci olurken, göçmen karşıtlığıyla bilinen aşırı sağcı FPÖ partisi hemen onun ardından ikinci olmuştur. Yine Almanya’daki seçimlerde de mültecilere karşı muhalefetiyle bilinen aşırı sağcı AFD partisi yarım asır sonra Alman Meclisinde yer almıştır.

Son dönemlerde Türkiye ile AB arasındaki krizin tetikleyicisi olarak 2016 yılında meydana gelen Sığınmacı Krizini başlangıç noktası olarak mütalaa etmek mümkündür. Avrupa’yı derinden etkileyen düzensiz göç dalgası konusunda AB 18 Mart 2016 tarihinde Türkiye ile varılan mutabakattan geniş bir şekilde istifade etmiş ancak karşılığında Türkiye’ye verdiği taahhütleri tutmamıştır. Türkiye’ye vaat edilen ne vize muafiyeti sözü ne de mültecilerle ilgili ekonomik yardım vaadi yerine getirilmemiştir. Yine geçtiğimiz yıl Türkiye ile AB arasında gündeme alınan Gümrük Birliği Anlaşmasının yenilenmesi sağlanmamıştır. Bu bağlamda Türkiye, Serbest Ticaret Anlaşmalarına dahil edilmemekte ve ticari olarak zarar görmektedir. Karayolu taşımacılığında Türkiye’ye kota uygulanmakta Türk mallarının serbest dolaşımı engellenmektedir. Bu durum ise dış ticaret dengesinde AB lehine ama Türkiye aleyhine bir durum teşkil etmektedir.

Bunlara ilave olarak Avrupa Parlamentosu (AP) 24 Kasım 2016 tarihinde ilk kez bir aday ülke ile yürütülen müzakere sürecinin dondurulması meselesini gündemine almıştır. AP bu tarihte bazı siyasi ve ekonomik nedenleri öne sürerek Türkiye ile yürütülen üyelik müzakerelerinin geçici olarak dondurulmasını tavsiye etmiştir. Ancak bu tavsiyenin, AB Konseyi tarafından onaylanmadığı için, bağlayıcı bir hükmü yoktur. Sadece AB üyesi ülke temsilcilerine bir mesaj niteliği taşımaktadır. Bu konunun ise halen toplantısı devam eden AB Zirvesinde görüşülmesi planlanmıştır.

Sonuç olarak başta Şansölye Merkel olmak üzere birçok AB ülkesi temsilcilerin yaptıkları açıklamalar da dikkate alındığında, AB’nin Türkiye ile olan mevcut krizi daha da derinleştirmek istemediği anlaşılmaktadır. 13 Eylülde Strazburg’ta toplanan AP toplantısında konuşan üye Jahonnes Hahn’ın da belirttiği gibi ‘Türkiye stratejik bir bölgede AB’nin kilit bir ortağıdır. Biz ortağız, zor bir ortaklık ama çok sayıda temel konu hakkında işbirliği yapıyoruz’. Dolayısıyla Ankara ile Brüksel arasında bir taraftan büyük işbirliği potansiyeli diğer taraftan da tehlikeli bir ihtilaf alanı mevcuttur. Her iki tarafın birbiriyle tüm konularda anlaşması şart değildir. Uzlaşılan konularda işbirliğinin devam ettirilmesi, ihtilaflı konularda ise bunun zamana bırakılması her iki taraf için de faydalı bir yöntem olarak gözükmektedir.