“Türk Tasavvufu,” Türklerin XI. yüzyılda Anadolu’ya gelmesi çerçevesinde Arap, Pers ve eski Türk kabile inançları etrafında şekillenir. XIII. yüzyılın sonuna gelindiğinde Anadolu’da dini ve tasavvufi dört göçebe topluluk mevcuttur...

'Türk Tasavvufu,' Türklerin XI. yüzyılda Anadolu'ya gelmesi çerçevesinde Arap, Pers ve eski Türk kabile inançları etrafında şekillenir. XIII. yüzyılın sonuna gelindiğinde Anadolu'da dini ve tasavvufi dört göçebe topluluk mevcuttur. Bunlardan ilki; Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk fetihlerine katılan Gazıyan-ı Rumlardır. İkincisi, fütüvvet temelli dinî ve meslekî teşkilat üyeleri olan Ahıyan-ı Rumlardır. Üçüncüsü Ahıyan-ı Rumların kadın kolu olan Bacıyan-ı Rumlardır. Sonuncusu ise Abdalan-ı Rumlar denilen Horasan kökenli, fetihlere de katılmış olan çilekeş, gezici ve seyyah dervişlerdir. Bu dört tasavvuf kolu da siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel örgütlerdir. Bunlardan bazıları başka inançlarla daha yakın ilişkilerde iken bazıları da İslami kurallara diğerlerinden daha bağlıdır.

Bu kollar arasında en önemlisi, İran'daki Kirman şehri kökenli Evhadüddin Kirmani'nin öğrencisi olan Ahi Evren tarafından kurulan Ahıyan-ı Rum'dur. Ahi Evren, kendi tarikatına mensup ustalar, kalfalar, çıraklar ve tarikat bağlıları arasında gözlemlediği ilişkileri meslekî örgüt içerisinde uygular. Tarikat düzenine uygun yetiştirilen ve bir yandan da dini eğitim verilen meslek erbapları, tarikata katılmaya özendirilir. Osmanlı Devleti'nin kurulması, genişlemesi ve bu tasavvufî çevreler tarafından şekillendirilmesinden sonra Osmanlı İmparatorluğu'nda tasavvufi kurumlar büyük ilerleme kaydetmişlerdir.

Osmanlı'daki tasavvufi örgütleri üç başlık altında toplamak mümkündür: Ortodoks, Hetorodoks ve Ortodokslukla Heterodoksluk arasında yer alan tarikatlar.

Ortodoks olarak nitelendirilen tarikatlar arasında, Orta Asya kökenli olup Osmanlı bünyesinde XV. yüzyıldan itibaren varlık gösteren Nakşibendiye ile Osmanlı'ya XVI. yüzyılda girmiş olan Mağrib kaynaklı Şaziliye tarikatlarını sayabiliriz. Bunların ikisi de şeriata sıkı sıkıya bağlı tarikatlardır.

Heterodoks tarikatlar içinde en etkilisi, ehl-i beyt sevgisinin yoğun yaşandığı, örf, adet ve inançların birbirini etkilediği Türkmenlerin dini yaşamasıyla tarikatlaşmış olan Bektaşiye'dir. Bunun yanı sıra tarikatların şekilci yapısına tepki olarak doğan Balkan kökenli Melamiye tarikatı, ortaya çıkışının ardından gelişmiş ve kurumlaşmıştır.

Ortodokslukla Heterodoksluk arasında bulunan tarikatların en önemli temsilcisi, Ömer Halveti'nin temellendirdiği Halvetiye'dir. Osmanlı coğrafyasında XV. yüzyıldan beri var olup Azeri kökenli olan bu tarikat, ismini 'manevi inziva' anlamına gelen halvet sözcüğünden alır. Tarikatın temelinde de ismiyle aynı işleyiş yatar. Şeriatla uyumlu hareket eden bu tarikatın bağlıları arasından çok sayıda kişi ulemalığa yükselmiştir. Bununla beraber Halvetiye Tarikatı, coşturan zikir usulleri ile metotlarının yayılmasını ve musiki kullanımının benimsenmesini hızlandırmıştır. Ayrıca tarikat, temeli vahdet-i vücuda, yani 'varlığın tekliği' ilkesine dayanan İbn Arabi'nin düşüncesine yakınlığından ötürü de eleştirilere maruz kalmıştır.

İki kutup arasında kalmış bir diğer kurum olan Mevleviye Tarikatı, Osmanlı İmparatorluğu'nun en önemli tarikatıdır. Hakim Senai ve Feridüddin Attar gibi mistik Fars şairlerinin etkilendiği tarikatta, İbn Arabi felsefesinin ayrı bir yeri vardır. Mevlevilikte, müziğe, semaya ve musikiye düşkün olma ile mûsikîye yatkın olan meziyetlerinin övülmesi Türkmen babaların yolundan, kuralların ve yasaların önemini göreceleştirerek içsel yolculuk sırasında mevcut dinlerin aslı olan Tevhide eriş ve marifet anlayışı aşkın bir Allah sevgisine geçilmesi başlıca tarikatların ana düsturu olmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu'nda XV. yüzyıl itibarıyla ortaya çıkan Mezopotamya kaynaklı ve Irak kökenli Kadiriye Tarikatı ile XVII. yüzyıl sonrasında görülen Rifaiye Tarikatı, iki dikkat çekici topluluktur. Bu tarikatların burhanları, demirin ve kesici aletlerin insana zarar vermemesi, hasta olanlara yapılan okumalar ve bu yöntemlerle ilahi kudretin insan üzerinde görülen tesirleri, halkın bu yapılara rağbetini artırmıştır. Dinî yaşantı, halkı dünyevi yaşantı ve kurallarının üstüne çıkarmış ve adeta bütün halkı melekî bir hale büründürmüştür. Bu durum Türk milleti üzerinde geniş bir tesir oluşturmuş, İslam'ı aşk ve irfanla yaşatmış, vakıf medeniyet ve anlayışını zirveye taşımıştır.

Osmanlı İmparatorluğu'nda tasavvufun rağbet görmesinin bir nedeni de sultanların tarikatlara duyduğu ilgidir. Padişahlarla tarikatlar arasındaki en önemli ilişkiler arasında; I. Osman ile öğrencisi olduğu kayınpederini ve Vefaiye Tarikatının piri Şeyh Edebalı'yı sayabiliriz. Fatih Sultan Mehmet ise temeli Hacı Bayram Veli tarafından atılan, Şemsiye-i Bayramiye tarikatını kuran Akşemsettin'in öğrencisi olmuştur. Fatih Sultan Mehmet ve Akşemsettin arasındaki münasebet öylesine önemlidir ki, Konstantiniyye'nin fethi sırasında Akşemsettin padişaha kılavuzluk etmiştir. Keza II. Selim'in de Galata Mevlevihanesi'nden Şeyh Galip'in öğrencisi olduğunu hatırlatalım. Öte yandan Mevleviye Tarikatının elit bir topluluk olduğunun ve pek çok saray sakininin bu tarikata yakınlık duyduğunun da altını çizelim.

Osmanlı saltanatı sırasında tarikatlar çok kereler kapatılmış olsa da tasavvuf düşüncesi ne kamusal alandan ne de siyaset sahnesinden tamamen silinmiştir. Tekke ve zaviyeler ile şeyh ve dede gibi tasavvuf üstatlarının kullandığı dini sıfatları yasaklayan 677 sayılı kanunla birlikte tarikatlar, 1925 yılında yasal olmaktan çıkmıştır.

Tekke, 'tasavvuf dergahı' anlamına gelen genel bir ifadeyken, zaviye ise 'küçük tekke' anlamına gelir. Tasavvuf dergahını ifade eden birçok kelime bulunmasına rağmen yasalarda yalnızca tekke ve zaviye sözcükleri kullanılmıştır.

Tekke ve zaviyelerin yasaklanması Cumhuriyet'in ilanını takiben, Mustafa Kemal Atatürk'ün yaptığı inkılaplar dizisinin bir parçasıdır. Bu yasak tarikatların görünürlüğünü azaltmakla birlikte Türkiye'de tasavvufun sonu anlamına gelmemektedir. Mevlevi ve Bektaşi tekkelerinin çoğu gibi pek çok tekke müzeye dönüştürülmüştür. Bu durum, geleneksel eğitimi ve ayin düzenlenmesini engellemiştir. Mekanları kapatılmayan diğer tarikatlar, ayinlerini 'dernek' adı altında gerçekleştirmeye devam etmiştir. Bu duruma örnek olarak XVII. yüzyılda Halvetiye Tarikatının bir kolu olarak faaliyet gösteren Cerrahiye Tarikatını sayabiliriz.

Günümüzde tarikatlar eskisi gibi baskı altında değildir ve bazıları hükümet ile iyi ilişkiler içindedir. Hatta birkaç senedir tarikatların yeniden yasallaştırılması konusu gündeme gelmiştir. Bize göre artık tasavvuf ve tarikat öğretilerinin eğitim müfredatına dahil edilip bütün okullarda işlenmesi ve anlatılması, uygulamalarının gösterilmesi mühimdir. Üniversite düzeyinde tasavvuf akademilerinin oluşturulması, bu irfanî kültürün, tekkelerdeki eğitim ve edebin, zikir-musiki usulleri ve edebinin uygulamalı olarak halka ulaştırılması gerektiği gibi tarihimize, irfanımıza ve İslam Türk Tasavvufunun yeniden ihyasına sebep olmalıdır. Yeni yetişen neslin bu kültüre yabancı kalmaması gereklidir.

Halkımız ve milletimizi tekrar aynı irfanla ve tasavvufla buluşturmak hepimizin görevi olmalıdır.

Piri Türkistan Ahmet Yesevî, Mevlana, Hacı Bektaş Veli ve Yunusumuz, bu kültürün ve irfanın şahıslaşmış namütenahi şahsiyetleridir.

Tasavvuf ve irfan nefesi tekrar hepimize yol göstersin.

Baki selam, muhabbet ve dua ile…