TÜRK-ABD İLİŞKİLERİNDE YENİ BOYUT

Osmanlı döneminde ABD ile ilişkiler önemsenecek düzeyde değildi. Ancak Osmanlı coğrafyası 19. Yüzyılda bile ABD’nin ilgi alanındaydı.

Açtıkları okullarla Osmanlı’ya nüfuz etmeye çalıştılar.

Birinci dünya savaşı sonrasında ilk kez diplomatik alanda uluslararası çapta bir planla ortaya çıktı ABD.

Wilson prensipleriyle barış havarisi olarak ortaya çıkan ABD artık dünya siyasetine damga vurmaya hazırlanıyordu.

Türkiye’de de kendisine “muhip”ler bulmuştu.

“Mandacı”lar çıkmıştı ortaya.

Bugünün FETÖ’cüleri gibi.

***

Ağustos 1923’te, Lozan’da dostluk ve ticari işbirliği antlaşması imzalanarak diplomatik alanda ilişkilerin gelişmesi için adım atıldıysa da Lozan Antlaşmasının ABD tarafından onaylanmasının gecikmesi ve ABD misyoner okullarının kapatılması gibi bazı sorunlar ilişkilerin hızlı gelişmesini engelledi.

Bunda Ermeni lobisinin girişimlerinin de payı vardı.

30’lı yıllarda ilişkilerin olumlu bir seyir takip ettiğini görüyoruz.

Atatürk döneminde Türkiye, Avrupa’ya karşı ABD ile ilişkileri belli bir düzeyde tutarak denge siyaseti izliyordu.

Çok iyi düzeyde olmasa da kötü de değildi.

***

İkinci dünya savaşından sonra süper güç olarak ortaya çıkan ABD’nin Türkiye’ye olan ilgisi de arttı.

ABD ile ilişkilerin geliştirilmesi yönündeki en önemli adımlar İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde atıldı.

Komünizm tehlikesine karşı Türkiye’nin yanlarında yer alması ABD için önem arz ediyordu.

Türkiye’de SSCB’ye karşı kendini güvende hissetmek için ABD’ye yakınlaşıyordu.

O yüzden NATO şemsiyesi altına girmek istedi.

ABD ise çok partili hayata geçişin sağlanmasını şart koştu.

Bu doğrultuda ABD’de gazetecilik eğitimi almış gazetecilerden Ahmet Emin Yalman sağdan, Zekeriya Sertel soldan, basın yoluyla etkili bir kampanya yürüttüler.

***

Demokrat Parti iktidarının başlangıç döneminde ABD ile ilişkiler en üst düzeye çıktı.

Türkiye’nin Kore Savaşına katılması bunda etkili oldu ve Türkiye bu sayede NATO’ya girdi.

Ancak DP iktidarının üçüncü döneminde işler tersine gitmeye başladı.

Menderes’in dış politikada Rusya alternatifini devreye sokması ABD’yi rahatsız ediyordu.

27 Mayıs ihtilalinin yaklaşık 6 ay öncesinde Menderes’in ABD ziyareti sırasında başkan Eisonhower’in koyduğu tavır, bir şeylerin ters gittiğinin habercisi gibiydi.

Türkiye’ye geldiğinde görkemli törenlerle karşılanan ABD Başkanı, Türk Başbakanını küçücük bir çalışma odasında misafir etti ve yarım saati bulmayan görüşmede havanda su dövüldü.

ABD sanki Menderes’e “artık seninle işimiz bitti” mesajı veriyordu.

Ve 27 Mayıs 1960’dan sonra ABD, işini daha rahat gördüreceği üniformalı ortaklar bulmuştu.

***

Sadece 27 Mayıs’ın değil, sonrasındaki bütün darbelerin altında ABD parmağının olduğu zamanla anlaşıldı.

ABD sivil iktidarlardan umudu kesince çareyi ihtilallerde buluyordu.

Askerlerle bağlantının yolu da NATO’dan geçiyordu.

Nitekim 15 Temmuz darbe girişiminde etkin rol üstlenen apoletlilerin bir ayağı NATO’daydı.

Ama ilk kez başarısız oldular.

Bunda güçlü iktidar ve milletin kararlılığı etkili oldu.

***

Bu satırların yazıldığı saatlerde henüz Trump-Erdoğan görüşmesi gerçekleşmemişti.

Ancak şunu söyleyebiliriz ki bu görüşme Türk-ABD ilişkilerine yeni bir boyut getirecek.

Durum 58 yıl öncesinden çok farklı.

Trump’ın karşısında ABD’ye mahkum bir Türk lider değil, darbeyi bastırmış, milletin oylarıyla başkanlık yetkileri ile donanmış güçlü bir Erdoğan var.

Financial Times yazarı Gideo Rachman’ın da belirttiği ortak yönleri çok olan iki lider başbaşa görüştü dün.

“Her ikisi de ülkelerinin büyümesi için çaba harcayan milliyetçi liderler.”

“Her ikisi de büyük kentliler yüz vermese de taşranın bağırlarına bastığı lider.”

Yeni dönem hayırlı olur inşallah.