Geçen hafta sonu 1110 akademisyen devletin Güneydoğuda Sur, Cizre ve Nusaybin ve Silopi gibi ilçelerde kamu güvenliğini

Geçen hafta sonu 1110 akademisyen devletin Güneydoğuda Sur, Cizre ve Nusaybin ve Silopi gibi ilçelerde kamu güvenliğini tesis etmeye dönük gerçekleştirdiği güvenlik harekatını kınayan hatta PKK ve onun siyasi kanadı HDP’nin bu bölgelerde ilan ettiği sözde öz yönetim yapılanmasının meşru bir hak olduğunu ilan etmekle kalmayarak bölgedeki defacto durumunun kalıcılığını sağlamak için çevre ülkelerdeki kaotik durum konjonktürü bağlamında Uluslararası güçlerin buraya müdahale etmesini ifade eden bildiri yayınladılar. Ancak bu bildiri ve akademisyenlerin bu fiili durumlarının bir çok bakımdan ele alınması gerekmektedir.

Kuşkusuz geçmiş dönemde ODTÜ’de yaşanan olaylar ve terör faaliyetleri ile ilgili bu akademisyenlerin davranışları düşünce özgürlüğü bağlamında değerlendirilece k bir hadise değildir. Dünyanın hiçbir yerinde akademisyenler bu tarz örnek sergilemezler. Örneğin İspanya Bask Bölgesinde ETA ve Kuzey İrlanda’da İRA gibi dünyanın azılı örgütlerine karşı merkezi devletlerin geliştirdiği politikalara karşı İngiltere ve İspanya’da Türkiye’dekine benzer örnekler göremezsiniz. Halbuki dünyanın en iyi üniversiteleri arasında İngiltere’den 20 tane üniversite girebilmektedir. Burada temel sorun düşünce özgürlüğünden ziyade bu akademisyen gurubunun akademik çalışmalardan ziyade dogmatik ideolojik bir zihniyete sahip olmaları ve büyük bir çoğunluğunun da bu merkezler veya net work üzerinden Üniversiteye intisap etmeleridir. Bunların bireysel olarak bölgedeki gelişmelerle ilgili olarak söz söylemelerine ve akademik çalışma yapmalarına diyecek bir şeyimiz yok. Onların cevabı yine alanda çalışan meslektaşları tarafından verilecektir. Ancak yasal olmayan bir örgütün bu denli provokatörlüğünü yapmak ve ülkeyi uluslararası çıkar güçlerine peşkeş çekmek açıkça suç işlemektir.

Diğer taraftan bu imza atan akademisyenler gurubuna baktığımız zaman daha çok ideolojik kimliği ile öne çıkmış Üniversite veya onlara ait birimlerde yoğunlaştığı görülmektedir. Özellikle Türk siyasi tarihinde bu bağlamda bir misyon yüklenen belli başlı bu üniversiteler yanında özellikle Dicle, Mardin, Tunceli vb üniversitelerden akademisyenlerin öne çıktığı görülmektedir. Özellikle bu üniversitelerin çoğunun 2000 sonrası kurulması ve buraya atanan kurucu rektörlerin mevcut iktidarın atadığı rektörler ve dekanlar tarafından kurulması bu akademisyen müsveddelerinin bu rektörler tarafından istihdam edilmesi idari soruşturmayı hak edecek bir durumdur.

Üniversitelerin içinde bulunduğu sıkıntılarla ilgili doğrudan akademisyenlerin bu tarz birliktelik sağlayarak görüş beyan etmeleri yöntem olarak doğru bir yaklaşımdır. Özellikle başaörtüsü yasağı sürecinde bu konunun sıkıntısını çeken bir aile olarak ve konun insan hakları bağlamında bir sorun olması bağlamında mezkur dönemde baş örtüsü meselesine ilk imza atanlardanım. Ancak bu hadiseye bağlı olarak Cumhur başkanımızın bu bildiriye imza atan ideolojik topluluğu “Aydın Müsveddesi” olarak ilan etmesinden sonrada bir çok yakın arkadaşım “Törere Karşı” karşı bir bildiri oluşturarak bu bildiri veya bildirileri farklı sosyal medya bloglarında duyurmaları ve buraya katılmaları teşvik etmeleri de arızi bir durumdur. Biz biliyoruz ki “su-i misal emsal olmaz” kötü örnek örnek değildir. Bir çok gurubun benzer farklı bildiri yayınlamaları Üniversitelerin siyasallaşmasını beraberinde getirecektir. Acilen üniversitelerin siyasallaşmadan uzaklaştırılarak bilimle, projeyle ve uluslararasılaşm ayla öne çıkması gerekmektedir. Bu noktada YÖK’e çok görev düşmektedir. Ancak bu hantal yapısı ile YÖK’un bunu çözebilmesi zor görünmektedir.