Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası’nın Kapatılması (3 Haziran 1925)

Cumhuriyet tarihimizin ilk muhalefet partisidir. Bu açılardan özgün olmuştur. Fakat 17 Kasım 1924 yılında Kazım Karabekir, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy ve Adnan Adıvar tarafından kuruldu.

Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası daha çok ekonomi ve bireysel haklar ekseninde kapsamlı ve profesyonel bir programa sahipti. Parti Hakimiyet-i Milliye’yi birinci madde olarak programına dahil ederken insan hakları, bireysel haklar, çok partili hayat, genel seçimlerin yapılması, yasama, yürütme ve yargının ayrılığını benimsiyordu. TCF, aynı zamanda ademi merkeziyetçi olup halk egemenliğin tam gerçekleşmesi için yerel yöneticilerin (vali ve diğer yöneticilerin) halk tarafından seçilmesini savunuyordu.

1925 yılında yaşanan Şeyh Sait İsyanının ardından toplanan meclis, Vatana İhanet Kanunu’nda belli değişiklikler yaparak, “dini veya mukaddesat-ı diniyeyi” siyasi amaçlarla kullanmayı da vatana ihanet olarak tanımladı. Buradaki amaç, kanunu, TCF parti programında yer alan “Fırka efkar ve itikadatı diniyyeye hürmetkardır” (Parti, dini fikir ve inançlara saygılıdır) şeklindeki altıncı maddeyi suç kapsamına alacak şekilde değiştirmekten ibaretti. TCF’li vekil Vehbi Bey, mecliste söz alarak söz konusu maddede kast edilen ifadelerin tanımlanmasını istediyse de, bu talebine makul bir yanıt alamadı. Parti, daha sonra Şeyh Said isyanı bahane edilerek ve laiklikten taviz verdiği gerekçesiyle Takrir-i Sükun Kanunuyla Bakanlar Kurulu kararıyla 3 Haziran 1925 yılında yani yedi ay sonra kapatıldı.

Resmi tarih, Terakki Perver Cumhuriyet Fırkasının ilk şubesinin Urfa’da açılmasından bile rahatsız olmuş ve durumdan çeşitli anlamlar çıkartmıştır. Bölge halkının, Chp’nin din karşıtı söylemlerinden rahatsız olmasından dolayı TCF’ye destek olması tehlikeli görülmüş, zaten Şeyh Said isyanı bahane edilerek Urfa şubesi kapatıldığı gibi partinin Urfa sorumlusu Emekli Yarbay Fethi Bey ve bazı arkadaşları da isyancıları desteklemekle suçlanmıştır.

Bu durum, ülkemizin nasıl bir hoşgörüsüzlük içerisinde olduğunu, bir muhalefet partisinin itirazına dahi tahammül edilemediğini göstermektedir. Üstelik partinin kurucuları Milli Mücadele’nin önemli aktörleri ve Mustafa Kemal’in de yakın arkadaşlarıydı. Hatta Kurtuluş Savaşının baş mimarları Mustafa Kemal ile birlikte bu kişilerdi. Bu kişilerin desteği olmasaydı Mustafa Kemal’in Milli Mücadele’de başarılı olma şansı yoktu. (Konumuz Milli Mücadele olmadığından bu kadar anlatmakla yetiniyoruz.) Fakat artık Milli Mücadele dönemindeki işbirliği kalmamış, yeni devlet kurulmuş ve Milli Mücadeleyi yapan kadro arasında görüş ayrılıkları çıktığı gibi Devlet yönetimini ele geçirme süreci başlamıştı.

Tarihimiz genellikle yalan ve hurafeler üzerine kurguludur. İnkılap Tarihi Ders kitaplarında bu şahısların Milli Mücadeleye katkıları ve Mustafa Kemal Atatürk’e olan destekleri ballandırılarak anlatılırken, daha sonra oluşan görüş ayrılıkları ve hatta bu insanların tecrit edilmeleri, istiklal mahkemelerinde yargılanmaları, hapis cezalarının verilmesi anlatılmaz. Sanal ve kurgusal bir tarih anlatılır.

CHP’nin Terakki Perver Fırkasına olan kini partinin kapatılmasıyla da bitmedi. 1926 yılındaki İzmir Suikastı teşebbüsü de bahane edilerek partinin bazı milletvekilleri tutuklandı. TCF üyesi İsmail Canbolat Şükrü ve Ziya Hurşid İzmir’de asıldılar. Dr. Adnan Adıvar (gıyaben), Rauf Orbay ve Rüştü Paşa hapis cezalarına çarptırıldılar; Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalar kanıt yetersizliğinden beraat ettiler. (Aslında bu paşaların asılmasının halkta infial oluşturulacağı düşünülerek ve artan tepkiler üzerine bırakıldı.)

Yakın tarihimizin bu en önemli dönemecindeki olaylar tam ve özgür bir şekilde araştırılıp yayınlanmadığı sürece bizim gerçek bir tarih yazmamız söz konusu olamaz. Tarihçiler üzerindeki baskı kalkmadığı sürece de insanların zihnindeki sorular bitmez. Bu soruları tüketmek ve insanların güvenini sağlamanın yolu tarihçileri özgür bırakmak ve özgürce yazmalarına imkan sağlamaktadır. Bu satırların yazarı yazdığı bu yazının birçok noktasını defalarca silerek ancak yazıyı bitirebildi. 21. Yüzyıl Türkiye’sinde hala tarihçiler bazı şeyleri yazmaktan korkuyorlarsa özgürlüğün varlığından söz etmek abestir.