TEOPOLİTİK ANGAJMAN

Dünya kurulduğundan beri teopolitik angajman hep revaçta bir argüman olagelmiştir. Ancak, henüz adı konulmamış ve özellikle de son yaşadığımız yüzyıl içerisinde ki tecrübelerimize kadar bu denli gün yüzüne çıkmamıştı. Bu belirginleşme ete kemiğe bürününceye, can yakıncaya kadar olan sürecin adı hep jeopolitik kavga olarak adlandırıldı. Elbette ki jeopolitizmin de kendi içerisinde bir anlam ve derinliği var. Bu anlam ve derinlik, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih sahnesinden silinmesi sonrası yavaş yavaş sahip olduğu önemini de kaybetmeye başladı.

Anlam ve önemi kaybolan jeopolitik, yerini teopolitik anlayışa teslim etmeye başladı. Özellikle Batı’nın on dokuzuncu yüzyılın hemen başında keşfettiği bu anlam, bizlerin büyük bedeller ödeyinceye kadar kavramaktan yoksun kaldığımız stratejik bir hamle idi. Osmanlı’nın yıkılması sonrası orta Avrupa’dan tutun da Kafkasya ve oradan Ortadoğu’ya ( aslın da Batı Asya’dır ) kadar olan bu devasa alanda çok büyük bir teopolitik bir boşluğu ortaya çıktı.

Topraklarının atmıştan fazla parçaya bölünmesi yetmezmiş gibi, bir de otoritesinin kaybı sonrası devasa bir kaos baş göstermiş olan bu coğrafya, zembereği boşalmış bir hale dönüşüverdi. Otoriteden, ve birbirine bağlayan bütün bağlarını da yitirmiş olan coğrafya, hemen hemen herkesin at koşturduğu ve hemen hemen herkesin var olan boşluğu doldurmaya çalıştığı sahipsiz bir alan olmaya başladı. Aynı zaman da doksanların hemen başında S:S:C:D’nin de dağılması ile birlikte var olan boşluğun metrajı da kendi kendisini katlamaya başladı. İslam ile Hıristiyan dünya ve bir de Katolizm ile Ortodoks arasında ki ayracın harlatılması, içinden çıkılmaz sorunlar retoriğinin kaynama noktası haline dönüşüverdi. Bütün bu verilerin ışığında Suriye, Irak ve Türkiye üçgeninde ki meydana gelmiş olan duruma bakarsak sanırım taşlar daha bir yerli yerine oturmuş olacaktır.

Yıkılmış Osmanlı, dağılmış Rusya ve olmuşmuş ( oluşturulmuş ) bu devasa boşluğu doldurmaya çalışan ABD ve AB, işte bu hinterlandı kullanmak ve doldurmak için her şeyi kullanmış ve kullanmaya da devam etmektedir. Batı ile entegre olması gerektiğini savunan jön Türkler ve onların fikir babaları Türkiye’ye şirin görünürken Güney komşularına dair sırtını dönmesinden çok daha ötede önemli duvarlarda örüyordu. Örülen bu duvarlar ile Teopolitik tüm köprüler yakılıp yıkılıyordu. Aynı tezgah S:S:C:B içinde oynanmış ve nihayetin de kel tavuk haline dönüştürülmüş bir Rusya oluvermişti. Bu kel tavuk Rusya, bünyesinden kanırtıla kanırtıla koparılan bütün müttefiklerine rağmen, sahip olduğu enerji kaynakları sebebiyle ABD ve AB için hala önemli bir tehlike arz etmektedir. Bu algı dolayısıyla ABD, hem Orta Doğu ve hem de Rusya üzerinden her türlü kirli oyununu oynamaya bir lahza ara vermeksizin devem etmektedir. Bin bir türlü alavere dalavere ve ütopik vaatlere tav edilmiş Ukrayna da koparılan son parça olmuştur. Orta Avrupa’dan tutun da Kafkasya ve oradan Orta Doğu da ki tüm slaw ırkların nefes boruları kesilmiş birinin diğeri ile olan tüm irtibat kanalları koparılmıştı. Ve Rusya’ya ait teopolik tüm kozlar yerle yeksan edilmişti.

Osmanlıya ait olan teopolitik angajman ise, zaten bir asır evvel tüm Batı tarafından ortadan kaldırılmıştı. O süreçte İran’ın Şii hinterlandı yeşerme imkânı bulmuş ve önemli bir alan üzerinde hâkimiyet kurmuştu. Suudi Arabistan da inşa ettirilen yeni din anlayışı da, Şii genişlemesine bir tampon olması istenmiş ve birini diğeri ile sübvanse etmiştir ABD.

Çok daha büyük tehlike !

Fener Rum patrikhanesi ekümenik olmamasına karşın, Ukrayna’nın dinsel bağımsızlık bildirgesi, ABD tarafından hiçbir yetkisi olmayan Fener Rum Patrikhanesine verdirilmiştir. ABD ve AB tarafından görevlendirilen Batelemous, kendisine tevdi edilmiş rolü severek üstlenmiştir. Üstlenmiştir zira kendisinin ekümenik olmadığını bilen patrik, bu yetkiyi kullanmasının ve kullanırken de Türkiye tarafından çok sert ve yüksek bir tonda itiraz gelmemesi durumunda, zımnen kabul edilmiş olacağının mutluluğunu yaşamaktadır. Nitekim bartelemous bu dinsel bağımsızlık bildirgesini onaylamasından bu yana yaklaşık iki hafta geçmiş olmasına karşın yetkililer tarafından hiçbir itiraz da yükselmemiştir. Rusya’nın Kırım’ı ilhakı sebebiyle ses çıkarmayan ve zaman zaman da Ukrayna kartını Türkiye, bu durumun ileride çok daha büyük sorunlara yol açabileceğini henüz kavramış değildir. Rusya’nın Kırım ilhakına karşın kullanacağı argüman bu olmamalıdır. Ukrayna ile dirsek teması içinde olması ne kadar anlaşılır olsa da, Fener Rum Patrikhanesinin haddini aşmasının ileride ki doğuracağı büyük tehlikeleri görememiş olması gerçekten hayret verici bir zafiyettir.

Güney sınırlarımız da yaşanılan bu kaotik durumu, sadece pkk- pyd gibi düşük bir profile indirgediğimiz sürece çok daha büyük sorunların bizleri beklediğini buradan korkarak ifade ediyorum.