Tasfiye

İslamiyet’i temsil şerefine nail olmuş olan İstanbul merkezli Türk milleti kadar tarihte lisan felaketine maruz kalmış başka bir millet yoktur. Gerçekten Türk milleti Abbasilerden itibaren İslamiyet’i müdafaa hususunda cihanda emsalsiz bir duruş sergilemişlerdir. Fakat Tanzimat’tan sonra başlayan musibetler herhalde başka milletlerin başına gelmemiştir. Musibetlerin en büyüğü lisan üzerindedir.
1940’ların meşhur kalemlerinden Peyami Safa diyor ki, “Yeryüzünde bu kadar mutlak bir eleme prensibine göre dilini tasfiye etmeyi düşünmüş bir tek millet yoktur. Olsaydı, İngiltere’de Shakespeare’den Eliot’a, Fransa’da Ronsard’dan Valery’ye, Balzac’danProusat’a, İtalya’da Dante’denPappini’ye daha eskilerden daha yenilere kadar hiçbir büyük romancı ve şair çıkmaz, edebiyattan eser kalmaz, bu das daracık bir milli vokabüler içinde taş devrinin iptidai ifade vasıtalarını kullanırlardı. Çünkü yabancı kelimeden müstağni kalmış edebiyat yoktur. Günlük konuşma dilinde bile hiçbir İngiliz farsça anne (Mader), hiçbir Fransız Arapça şeker (sucre-zukkar), hiçbir Alman farçsça kardeş (Bruder-birader) demekten utanmayı ve bu yabancı kelimeleri değiştirmeyi hatırından geçirmemiştir”.
Ama bizde lisanımız tepeden tırnağa taarruza uğradı. Hem de “bizden” zannedilenler tarafından.
Türk milletini Kur’an’dan koparmak için Türkçemiz tarumar edilmiştir.
Türkçeyi bozan, tahrip eden ve Türk milletinin kök değerlerini ayaklar altına alanlar, bir kısım insanlar tarafından hala baş tacı yapılıyor bu ülkede…
Türk milleti büyük bir millettir ama hainleri de “büyük” oluyor.
Bir milletin dili, vatan kadar hatta ondan daha kıymetlidir.
Nasıl ki, tarih sadece tarihçilere emanet edilemeyecek kadar kıymetli ise lisan da “dilcilere” veya edebiyatçılara emanet edilemeyecek kadar değerlidir.
Herkes sahiplenmelidir.
Bu sahiplenme elbette ayının (affederseniz) yavrusunu sevmesi gibi değildir ve olmamalıdır. Bizim yapmamız gereken, Türkçeyi konuşan ve kullananlar olarak temiz Türkçe kullanmaktır. Mümkünse Yüksek Türkçeyi tercih etmektir.
Zira biz biliriz ki, lisan çiçek gibidir. Bakım yapılırsa, ihtimam gösterilirse çiçek büyür ve taze kalır. Lisan da kullanılırsa ve doğru kullanılırsa nisyana terk edilmemiş olur.
Peyami Safa’nın 1940’larda feryat ettiği husus maalesef günümüzde de geçerlidir.
Öyleyse şu soruyu soralım;
Türkçemizin başına gelenlerin müsebbibi kim veya kimlerdir?
Cevap: 1930’lu ve 1940’lı yıllardaki uygulamalardır. Tabii bu uygulamaların başlangıcı Tanzimat sonrasında ortaya çıkan “köklerden uzaklaşma” anlayışıdır.
Kibriti yakmak için çöpü, kibritin kenarına sürterek küçük bir ateş yakarsınız. Ama o ateşi daha sonra söndüremezsiniz.
Milletin diliyle oynamak lazım.
Milletin inancıyla da oynamamak lazımdır.
LÜGAT:
İbtidai: ilkel
Müsebbip: Sebep olan
Müstağni: zengin, ihtiyaç duymayan
Nail: ulaşmış.
Tasfiye: elemek