TARİH KÖRLÜĞÜ VE BASİRET BAĞLANMASI (1)

Tanıyan tanır, bilen bilir beni. Ben, vatanını, milletini, bayrağını, dinini, devletini, seven milli ve manevi değerlerine bağlı; ömrünü eğitim ve öğretime vakfetmiş emekli bir öğretmenim.

Akif’in de veciz olarak ifade ettiği: “Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek”, diyen doğruya ve doğruluğa âşık; haktan, adalet ve hakikatten taviz vermeyen bir kişiyim. Beni, öğrencilerime, canlarıma sorun. Onların her biri de öğle tanır ve tanıtırlar öğretmenlerini.

Amacım, sizlere inandığım değerleri anlatmak değil elbet. Çoğu zaman keşke şu son yirmi yılı Allah, bana yaşatmasaydı diyorum. Gözlerim, ülkemin ve insanımın düşürüldüğü bu zelil durumu görmeseydi; kulaklarım kendilerine kıymet verdiği insan kılıklı mahlûkatın söylediklerini duymasaydı.

Tarih körlüğünün ve basiret bağlanmasının ilk darbesini Tarih: 04 Haziran 2003’te yedim. 59. Hükümet bir gece operasyonu ile yangından mal kaçırırcasına hiçbir çekince koymadan ABD ve Avrupa’nın yıllardır dayattığı; ancak bir türlü kabul ettirtemediği iki sözleşmeyi oylayarak kabul etti. Ne idi bu temelinde ABD"nin görüşlerini ifade eden bu iki uluslar arası kanun? Defalarca pişirilerek Türkiye Cumhuriyetine kabul etmesi için dayatılan, her seferinde ulusal birliğe zarar verir düşüncesi ile reddedilen bu sözleşmeler:

"Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslar Arası Sözleşme” "Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslar Arası Sözleşme” Diğer bir ifade ile Mecliste oylanarak kabul edilen 4867 ve 4868 nolu kanunlar.

Böyle bir şey olamazdı, olmamalıydı. İktidarda AKP’nin milletvekilleri, milli görüş çizgisinin takipçileri ülkenin geleceğini temelden etkilemek üzere kurulan bu tuzağa nasıl düşerlerdi? O milli görüş ki lideri Erbakan ile 20 Temmuz 1974’te “Kıbrıs Barış Harekâtını” gerçekleştirmiş, o milli görüş ki milli sanayi hamlesi ile yurdun dört bir yanını fabrikalarla donatmak için gayret göstermişti. Ya Türkiye Cumhuriyetinin temellerini atmakla övünen CHP, böylesi bir aymazlığa niçin ses çıkarmıyordu? Ya milliyetçiliği kimselere kaptırmayan MHP’ye ne denmeliydi. Gerçi iktidar olmayı bir türlü hazmedemeyen lideri Devlet Bahçeli’nin: “3 Kasım’da erken seçim yapılmazsa hükümetten çekiliriz” resti ile 129 milletvekilini kaybetmiş %8 ile seçim barajın altında kalmış, AKP’yi %34.42 oy oranı ve 365 milletvekili ile meclise taşımıştı ama yine de sözü para eder bir muhalefet partisiydi. Ya, AKP’nin getirdiği her kanunu titizlikle inceleyen hatta bazılarını geri gönderen zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in bu kanunları hemencecik onaylayarak yürürlüğe koymasına ne demeli…

Peki, kanunlaşarak yürürlüğe giren bu iki sözleşmenin muhtevası ne idi? Önemi, ileride doğuracağı tehlikeler? Kanunun maddelerine bakmak gerekir elbet. Bir de doğuracağı sonuçlarına: İşte çekincesiz kabul edilen 4867 sayılı kanunu ilk üç maddesi:

Madde 1: Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerin serbestçe sürdürebilirler.

Madde 2. Bütün halklar, doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiçbir koşulda yoksun bırakılamaz.

Madde 3. bu sözleşmeye taraf bütün devletler, kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir ve Birleşmiş Milletler şartının hükümlerine uygun olarak bu hakka saygı gösterir.

Şimdi tarihe dönelim. Yıl, 18 Ocak 1919, 1. Dünya savaşı sona ermiş. Yer: Paris Versailles Sarayı… Galip devletler İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya ve Amerika… İştahla, ihtirasla Çanakkale’de dize getiremedikleri Osmanlıya kefen biçiyorlar.

Konferansa öncelikle Birleşmiş Milletler Cemiyetini kurmak adına Amerika’dan katılan Başkan Wilson"un cebinde 14 maddelik bir öneriler paketi bir de parçalanmış Osmanlıdan doğacak ülkeleri gösteren harita var. Doğu Anadolu’da kurulacak Ermenistan Devleti, Güneyde kurulacak Kürdistan Devleti… 14 maddelik öneriler paketinin 12. maddesi: "Bugünkü Osmanlı Devleti"ndeki Türk kesimlerine güvenli bir egemenlik tanınmalı, Osmanlı yönetimindeki diğer uluslara da her türlü kuşkudan uzak yaşam güvenliğiyle özerk gelişmeleri için tam bir özgürlük sağlanmalıdır.", diyor.

İşte bu 14 madde sonraları genişletilerek "Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi" ile "Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi" adını alıyor ve 1976’da ABD"nin baskısı ile Birleşmiş Milletler tarafından kabul ediliyor. 04 Haziran 2003’te TBMM’de çekingensiz kabul ettiğimiz kanun bu. İnşallah, ileride bu ülkenin çocukları bu sözleşmeleri; ülkelerinin, tarihlerinin ve talihlerinin dönüm noktası olarak hatırlamazlar.