Önceki yazımızda, “Tarihi Dün Bizi Nasıl Çağırmıştı? I” den olarak, Anadolu’daki Ermeniler ve Rumların, iyice bozulmuş ve bu unsurlarının huzur ve barış içinde bir hayat sürmelerine engel olan Bizans yönetimi karşısında bunların, idaresine aldıkları milletlere, sömürü düzenlerini yok ederek ekonomik refah sağlamak yanında, onların din, mezhep, milliyet, örf ve adetlerine saygılı ve hoşgörülü Selçuklu yönetimini anlatmıştık.

'Tarihi Bizi Çağırıyor' yazı dizimize bu yazımızla devam edeceğiz. Önceki yazımızda, 'Tarihi Dün Bizi Nasıl Çağırmıştı? I' den olarak, Anadolu'daki Ermeniler ve Rumların, iyice bozulmuş ve bu unsurlarının huzur ve barış içinde bir hayat sürmelerine engel olan Bizans yönetimi karşısında bunların, idaresine aldıkları milletlere, sömürü düzenlerini yok ederek ekonomik refah sağlamak yanında, onların din, mezhep, milliyet, örf ve adetlerine saygılı ve hoşgörülü Selçuklu yönetimini kendileri için nasıl bir 'kurtarıcı' olarak karşıladıklarını yerli ve yabancı belgelerle anlatmıştık.

Bu yazımızda da Anadolu yarımadasından sonra Doğu ve Orta Avrupa'da kısaca Balkanlarda yaşayan milletlerin, Katolik Venedik Cumhuriyeti, Katolik Macar Krallığı, Papalık ve Bizans İmparatorluğu'nun baskı, sömürü ve zulümlerine dayalı yönetimleri altında yaşadıkları büyük ekonomik buhranlar ve din-mezhep değiştirmelerine yönelik yaptıkları baskılar ve zulümler karşısında, bütün bunları ortadan kaldırarak kendilerine huzur ve barış dolu bir hayatı getiren Osmanlı yönetimine isteyerek ve hatta Osmanlı padişahlarına yazdıkları mektuplarla onları ülkelerine nasıl davet ettikleri ve Osmanlı'nın genelde bu sayede Balkanları 'kılıç zoruyla' olmaktan ziyade 'kalpler ve gönülleri kazanarak' bölgeye nasıl hakim olduğu ve onlarca çeşit din, milliyet ve mezhep unsurlarının burunları bile kanamadan, 'kurdun kuzuyla bir arada yaşaması' misali yaklaşık 550-600 yıl süreyle huzur ve refah içinde yaşadıklarına dair yerli ve yabancı kaynaklardan belgeleri de bu yazımda sıralayacağız. Fazla vaktinizi almamak için seçtiklerimizden bir demet şunlardır:

"Osmanlılar, Anadolu'dan nasıl Hristiyan varlıklarını ve idarî tarzlarını bozmayarak onları kendi nüfuzları altına aldılarsa, bu müsaadeyi (izni) Rumeli'de de daha geniş surette ve onların eski varlıklarını muhafaza etmek üzere tatbik etmişlerdi ki, bunu Osmanlı tahrir defterlerinde birçok misalleriyle görmekteyiz. Zaten baştan başa Hristiyanlarla meskûn olan Balkan yarımadasında bu tarzdaki hareketin Osmanlı istilasını kolaylaştırarak az zamanda o kıtayı istilasının sebebi bu adilane hareket ve idare siyasetindeki inceliktir. Buna sebep, bir taraftan Bizans İmparatorluğu'nun bozulmuş olan idare tarzı, vergilerin keyfî olması, Rum beylerinin ve hatta İmparatorların kendi küplerini doldurmak isteyerek halkı soymaları, asayişsizlik ve bir de bunlara inzimam (dahil edilen) eden iktisadî buhran gibi amillerdi. Buna mukabil Türklerin disiplinli hareketleri ve işgal edilen yerlerin halkına karşı adaletli, şevkatli ve tamamen taassuptan ari bir siyaset takip etmeleri, vergilerini tebaanın ödeme kabiliyetlerine göre tertip edilmiş olması ve bilhassa mutaassıp Ortodoks olan Balkan halkını Katolik mezhebine girmek için ölümle tehdit edenlere karşı Türklerin buralardaki unsurlara dinî ve vicdanî hislerine hürmet göstererek bu ince ve hassas noktayı umde olarak kullanmaları, Balkanlar'ın Katolik tazyikine karşı Osmanlı idaresini bir kurtarıcı olarak karşılamalarına başlıca sebep olmuştur... İşte bundan dolayıdır ki, Müslüman ayağı basan ve yerleşme siyaseti takip eden Balkanlar'da Türk idaresine karşı hemen hiçbir halk ayaklanması olmamış ve hatta Osmanlıları Balkanlar'dan çıkarmak isteyen Haçlı Seferlerinde bile böyle bir hareket görülmemiştir.' (Ord. Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi C: 1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1975, s. 162.)

"On üçüncü yüzyılın sonlarında ve on dördüncü yüzyılın başlarında Bizans şehirleri ekonomik ve siyasal bakımdan parçalanmıştı. Rakip hükümdarlar ve savaşçı asilzadelerin idaresinde halkı sosyal ye dini kavgalarla yıpranmış olan Balkan Yarımadası istilaya elverişli idi. Toprakların büyük bir kısmı manastırların ve malikanelerinden uzak yaşayan arazi sahiplerinin elinde idi. Türkler ülkeyi ele geçirince, toprağı yoksul köylülere dağıttıkları için halk onları kurtarıcı gibi karşıladı. Büyük toprak sahiplerini ortadan kaldıran Türkler, Balkanlar'da derebeyliğe son verip küçük çiftçilere geniş imkanlar tanıdılar. Toprağa kavuşan köylü, Türk idaresini memnuniyetle kabul edip sadakatla bağlandı. Hem Katolik ve hem de Yunan Ortodokslarının zulmüne uğramış olan Bogomil mezhebinden bir çok kişi Türklere bir kurtarıcı gözü ile baktılar." ( Raphaele Lewis Osmanlı Türkiyesi'nde Gündelik Hayat, Çev. M. Poroy, Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul, 1963, s. 11.)

"Osmanlı müsamahaları ister siyaset, ister gerçekten insaniyet, isterse tesadüf neticesi meydana gelmiş olsun, şu olaya itiraz edilemez ki, Osmanlılar yeni zamanlar içinde milliyetlerini tesis ederken dini hürriyet umdesini temel taşı olmak üzere kabul etmiş ilk millettir. Arkası kesilmeyen Yahudi ta'zibatı (zulmü) ve Engizisyon'a resmen muavenet mesuliyeti lekesini taşıyan asırlar esnasında Hristiyan ve Müslümanlar, Osmanlıların idaresi altında ahenk ve vifak (uygunluk) içerisinde yaşıyorlardı.' (Gibbons, Osmanlı İmparatorluğu'nun Kuruluşu, Çev. R. Hulusi, İstanbul, 1928, s. 63.)

"Bu yönetim biçimi, Ortadoğu için çok pratik ve cazip bir sistemdi. Öyle cazipti ki, mesela, çok sayıda Hristiyan halk Batı'nın Hristiyanlarına karşı Müslüman fatihlerden yardım istiyorlar, Osmanlı İmparatorluğu'ndan gördükleri müsamaha ve güven sebebiyle Yahudiler kitleler halinde Avrupa'nın her tarafından Türkiye'ye geliyorlardı.' (C.W. Woodhouse, Britain and the Middle East, Lİbrane Minardi, Paris, 1959, s. 15-16.)

Bulgarların Osmanlı yönetimine girmeleri: Türklerin Balkanlar'a gelişi Bulgarlar için de bir kurtuluş ümidi olmuştu. 'Bu sırada, Sırplar, Bulgarlar ve Macarlar arasında mevcut olan kıskançlık ve kavgalar, Türklerin genişlemesini kolaylaştırmıştır. Bulgarlar, kendilerini Hristiyan komşularından korumak için Türk hakimiyetini memnuniyetle kabul ettiler." (M. Philip Price, Türkiye Tarihi, Çev. S. Atalay, Ararat Yayınları, İstanbul, 1979, s. 50.)

Mora ve Attika yarımadaları Rumlarının Osmanlı yönetimini isteyişleri: 'İmparatorluğun Avrupa tarafındaki Rumlar sayıca Türklerden üstün bulunmaktaydılar. Fakat verilen mezhep müsaadeleri ve sağlanan mal ve can emniyeti, Rumları yeni amirlerine pek az bir zaman zarfında alıştırmış ve padişahın hakimiyetini bütün Hristiyan devletlerinin idaresine tercih ettirmiştir. Hakikaten Rumlar, Bizans'a karşı düşmanca hareket ederek ve Yunanistan'a bitişik araziyi almak isteyen Frankların ve diğer taraftan da Venediklilerin zalimce muamelelerinden bıkmış olduklarından Osmanlı fetihlerini birçok yerlerde bir kurtarıcı ve koruyucu olarak karşılamışlardı. Bu Hristiyan devletler, Avrupa'nın eski feodalite usulünü Yunanistan'a getirmekle ahaliyi köle durumuna sokmuşlar dil, ırk ve mezhep cihetleriyle kendilerine yabancı saydıkları bu halkın nefretini kazanmışlardı. Bu halk için amirlerinin değişmesi onlara yeni bir fırsat doğuruyordu. Vakıa beklenen kurtarıcılar da kendilerine yabancıydılar. Ancak, büsbütün başka bir dinden olan Türkleri, dinden sapmış saydıkları Katoliklerden üstün tutuyorlardı. Âmirlerinin değişmesi, doğrudan doğruya Bizans Sarayı'nın idaresi altında bulunan Rumlar için de arzu olunmayacak bir şey değildi. Paleologos'un (Bizans İmparatoru) vücuda getirdiği sefalet ve zulüm, tasavvurların üstünde, müthişti. Aristokratlar sınıfı iyice bozulmuştu. Bunun yanında bir de kendi başlarına buyruk rahipler sınıfı mevcuttu. Çıkarılan kanun ve fermanlar kötüye yorumlanıyordu. Hükümet halkı devamlı soyuyordu. Bütün bunlardan daha kötüsü, hükümete ait vergileri toplayan tahsildarlar halka eziyet ediyor ve onları inim inim inletiyorlardı.' (T.W Arnold, İntişar-ı İslam Tarihi, Çev.: H. Gündüzler, Akçağ Yayınları, Ankara, 1971, s. 217-219)

'Ünlü komutan Turhan'ın oğlu Ömer Paşa ordusuyla Attika'ya girdi... (Yunanistan'ın başkenti Atina'nın bulunduğu yarımada) Atina'nın Katolik dükasından nefret eden Ortodoks Patriği, Türkleri kurtarıcı olarak selamladılar.

Bizans'ın Mora idarecilerinden olan I. Teodoros da Venedik zulmüne karşı Türkleri buraya çağırmıştı. Birinci seferde olduğu gibi ikinci seferde de Mora tamamen değil kısmen işgal edilmiştir. Bu muvakkat işgalin sebebi I. Teodoros Paleslogos'un Venedikliler karşısında gördüğü tazyik üzerine Türkleri Mora'ya davet etmesidir.' ( George Schreiber, Türklerden Kalan, Çev. E. Mermi, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1982, s. 82 ve 95)

Venedik'e bağlı Katolik şövalyelerinin yönetiminde zulme maruz Ege adaları Rumlarına gelince: "Adaların Ortodoks olan Rum ahalisi, Katolik Şövalyelerden nefret ettikleri ve onlar tarafından parya muamelesi gördükleri için Türkleri sevinçle karşıladılar.' ( Yılmaz Öztuna, Başlangıcından Günümüze Türkiye Tarihi, C.V, Hayat Kitapları, İstanbul, 1967, s. 152.) "Türklerin Ada'yı (Sakız adası) ele geçirmesi, Katolik Cenevizlilerin tazyikatından (baskısından) şikayetçi olan yerli Rumlar tarafından sevinçle karşılanmıştır.' (J. H. Hoordmann, İslam Ansiklopedisi, C. X, Sakız Maddesi, s. 95)

Kıbrıs'a gelince: Venedik idarisinin zulmünde inleyen Kıbrıslı Rumlar da, Osmanlı yönetimini buraya davet etmişler, 1571'de Kıbrıs'ın Osmanlı Devleti tarafından fethini bir 'kurtarıcı' olarak karşılamışlardı.

"Bir taraftan askerî bir idareden başka bir şey olmayan Venedik idaresi, diğer taraftan yiyecek sıkıntısı, Kıbrıslıları Osmanlı Devletine müracaata ve Ada'nın Anadolu'ya ilhak edilmesini istemeye mecbur etti. Nihayet İçel (Mersin) Beyi aracılığı ile Padişah'a müracaat ederek Osmanlı İmparatorluğu'na bağlanmayı istediklerini bildirdiler.' (H. Fikret Alasya, Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs'ta Türk Eserleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1984, s. 51.)

'Venedik sarayından Venedik bayrağını indirerek onun yerine Türk bayrağını çeken bir Rum olmuştu.' (Harry Luke, Cyprus, London, 1957, s. 74.)

Girit adasının Osmanlı'ya bağlanmasına gelince: "Osmanlılar, Ada'ya ayak bastıkları andan itibaren, Ada'nın yerli halkını teşkil eden Rumları dini inançlarında tamamen serbest bırakmışlar, ibadetlerine asla dokunmamışlardır. Mekteplerinin idaresini, her türlü teftiş ve nezaretten muaf olarak kendilerine bırakmışlar, adetlerine ve bilhassa anadillerine en ufak bir müdahalede bulunmamışlardır. Denilebilir ki, Türkler gelmemiş olsaydılar, Ada'da gitgide Katolik ayini ve İtalyanca yayılacak, Ortodoks mezhebi ve Yunan lisanı ise büsbütün unutulacaktı.

Böylece, Ada'da mal ve can güvenliği sağlanmış olduğundan kimsenin malına, canına asla dokunulmamış, memleket harap olmaktan kurtulmuştur. Türklerin gerçekten bu pek medenî tutum ve davranışları sebebiyle, yerli ahaliden tek bir aile bile vatanını terk etmek ihtiyacını duymamış, herkes huzur içinde olarak yerli yerinde kalmıştır. Bu sebeplerle, Venediklilerin dayanılmaz zulüm ve saldırıları karşısında çaresiz kalmış, üzüntü tesiriyle, ne olursa olsun hiçbir taraftan yardım beklemedikleri halde, defalarca isyan teşebbüsünde bulunmalarına rağmen, esaret pençesinden bir türlü kurtulamayan Rumlar için Türkler bir kurtarıcı mevkiinde bulunmuşlardır.' (Tahmiscizade Mehmet Macid, Girit Hatıralarım, Haz: İ. Miroğlu-İ. Şahin, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul, 1977, s. 30-31.)

Boşnakların Osmanlı yönetimine girmeleri ve Müslüman olmaları: 'Bogomiller üzerinde Katolik zulmünün bir fırtına gibi estiği yıllarda, Türklerin Balkanlar'a gelmeleri, Boşnaklar için bir ümit ışığı oldu. Bosna Kralı Stefan Temaseviç, Fatih Sultan Mehmet'in Bosna Seferinden birkaç yıl önce Papa Il. Pius'a yazdığı mektupta, 'Türkler ülkemde birçok kaleler yaptılar. Halkına da çok iyi muamele ediyorlar. Kendileriyle birleşen her çiftçinin hür olacağına dair söz veriyorlar' diyordu… Türk işgali, Bosna-Hersek Bogomilleri için Tanrı'nın yardım gayesiyle uzattığı bir el gibi gözüktü. Artık öldürmeler ve malların yağmalanması son bulmuş, bir Bogomil, Katolik ve Ortodokslarla aynı haklara sahip olmuştu. Bogomiller, kitleler halinde kurtuluşlarını borçlu oldukları Türklerin dinine girmeye başladılar. Böylece Bosna-Hersek içten fetih olundu. Düne kadar ezilenler memleketin efendisi durumuna geçtiler. Din değiştirme XV. yüzyılın ikinci yarısında olmuş, en son kalan birkaç aile de 1878'de Müslümanlığı kabul etmişlerdir.

Böylece Bosna-Hersek'in birçok şehri en başından itibaren gerçek bir Türk şehri oldu. Daha doğuda halk kendisine 'Osmanlı' adını verirken, Bosnalılar da Türklüğü seve seve benimsiyorlardı. 1520 yılında Saraybosna'da tek bir Hristiyan ailenin bile yaşamadığı biliniyor." (Friedrich Karl Kienitz, Büyük Sancağın Gölgesinde, Çev. S. H. Kakınç, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul , 1974,s. 190-191)

'Papa'nın tahrikleri üzerine Katolik Kral Stephan Bogomil mezhebine mensup halka zulmediyordu. Papa bu mezhebin ortadan kaldırılmasını, mensuplarının yok edilmesini istiyordu. Ama Bogomiller, sarsılmaz bir inanca sahiptiler. Üstelik oldukça kalabalıktılar. II. Mehmet, Bosna'yı istila ettiği zaman Bogomiller, Stephan'ın safında Türklerle karşı savaşmayı reddettiler. Müstahkem mevkileri Sultan'a teslim ettiler. İki üç yıl sonra da Hersek zaptediIdi.' (Charles Eliot, Avrupa'daki Türkiye, Çev. A. Sınar - Ş. Serdar, C. l, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul, 1977, s. 5)

Sırpların Katolik Zulmü Karşısında Osmanlıları Tercihleri: "Sırplı Hristiyanlar, Macarların Katolik idaresi ile Türklerin Müslüman hakimiyetinden birini seçmekte muhayyer (isteğe bağlı) bırakıldıkları zaman, Müslümanların müsadekar (hoşgörülü) idaresini, Latinlerin dini zorla telkin etme ruhu ile dolu bulunan hakimiyet tarzlarına tercih etmişlerdi. Eski bir kıssa (hikaye) onların o zamanki duygularını şu yolda tasvir eder: Türklerle Macarların harp halinde bulundukları bir zamanda Sırp hükümdarı Georgios Brankoviç, Macar Kralı John Hunyadi'ye: 'Eğer savaşı kazanırsanız bize nasıl muamele edeceksiniz?' diye sormuş ve 'Katolik mezhebini kuracağız' cevabını almıştı. Bundan sonra Padişah'a giderek: 'Eğer savaşı kazanırsanız dinimiz hakkında ne gibi tedbirler alacaksınız' diye sorduğunda ondan şu cevabı almış: 'Her mescit yanında bir de kilise bulunabilecektir; herkes ibadette hür olacaktır'. Ondan bir müddet sonra bazı Sırp papazlarının gizli hileleri sebebiyle Belgrad muhafızları kaleyi Türklere teslime mecbur kalmışlardı. Daha bir süre sonra da Tuna üzerindeki Semendire kasabası halkı da Türk askerlerini candan karşılamışlar, Türkler de onları komşuları olan Katoliklerin tahakkümünden kurtarmışlardır." (T. W Arnold, İntişar –ı İslam Tarihi, Akçağ Yayınları, Çev. H. Gündüzer, Ankara, 1971, s. 228 )

Arnavutların Osmanlı İdaresine Girmeleri ve Müslüman Olmaları: "Arnavutluk'un yerli ve yabancı beylerin elinde asırlardan beri devam eden perişanlığı, halkın bu derebeylerden bıkıp usanmasıyla neticelenmiş ve bu vaziyete karşı beyler de kendi idarelerindeki ahaliye karşı hariçte bir istinat noktası aramaya başlamışlardı. l. Murat'ın 1383 tarihinde Kara Timurtaş Paşayı Arnavutluk seferine davet etmesi, Arnavutluk beylerinin Osmanlılara temayül (taraftar olma) göstermelerinden mütevellit olduğu gibi, 1385 tarihinde de Orta Arnavutluk'a hakim olan Charles Thopia Venediklilerle karşı Türkleri Arnavutluk'a davet etmiş ve işte bu gibi davetler Türklerin nihayet bütün Arnavutluk'u hakimiyetleri altına alarak halka muntazam bir idare yüzü göstermesiyle neticelenmiştir.' (İsmail Hami Danişmend, Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. l, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1971, s. 67-68.)

Kendi dinleri hala pagan geleneğinden olan Arnavutlar, Boşnaklar gibi Türklerin adil yönetimleri ve yaşayışlarına bakarak onlara imrenmişler, bu sebepten dinlerini değiştirmeleri sonucu 'Arnavutların %70'i Müslüman olmuş, %20'si Ortodoks, %10'u da önceden kabul ettikleri halleriyle Katoliklik kalmışlardır.'(Barbara Jelavich, The Establishment of the Balkan National States 1890 – 1902, University of Washington Press, Washington, 1977, s. 223.)

Romanya'da Osmanlı idarisinin kuruluşu: "Esasında Romen Prensleri Osmanlı Devletine bağlılıklarını yalnız bir kaçınılmaz seviyeye ulaştığında kabul etmişlerdir. Bilhassa XIV-XV. asırlarda, Polonya ve Macaristan krallıklarının, Tuna ve Balkan bölgelerine el atma gayesini taşıyan Katolikleştirme baskılarına karşı Ortodoks Romen Prenslikleri, Osmanlıların Katolikler aleyhine güttükleri siyaseti hoş görerek, onda kendi çıkarlarını aramışlardır... Romen Prenslikleri, komşu Hristiyan devletlerin istilacı siyasetlerine karşı Osmanlı himayesini ileri sürmüşlerdi.' ( Tahsin Gemil, Romen-Osmanlı Münasebetlerine Dair Bazı Mülahazalar, VIII. Türk Tarih Kongresi Tebliğler Kitabı, 11-15 Ekim 1976, C. II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1981, s. 1506)

Macaristan'da Osmanlı yönetimi: 'Macaristan'da da kurulan Osmanlı yönetimi, Macarlara acılarını kısa zamanda unutturmuş, burası en huzurlu Osmanlı ülkelerinden birisi olmuştur. Avusturya Devleti, Macarları Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtmaya devam etti ise de bunlar huzurlu yaşayışları sebebiyle bu devletin oyununa gelmemişler, Osmanlı'ya sadakatle bağlanmaya devam etmişlerdir. 1540'da Türkiye aleyhine açılan Haçlı Seferinde Macaristan köylüleri Osmanlılar safında yer almışlardır. Çünkü, halkın sosyal ve kültürel seviyesi, Osmanlı idaresine girdikten sonra yükselmişti. Bu da İslam'ın siyasi ve sınıf istismarı yerine demokratik bir eşitlik koymasından ileri geliyordu.' (Dr. Ernest Jack, Yükselen Hilal Çev. P. Kuturman, Uğur Kitabevi , İstanbul, 1946, s. 98)

Osmanlı İdaresi Balkanlarda Emperyalist Olmadı

Osmanlı Devleti'nin Balkanlarda kurduğu yönetimin emperyalist bir düzen olmadığına dair üç yabancı yazarın görüşleri: Avusturyalı Türkolog Anton Cornelers Schaendinger söyledikleri: "İskender, Batı'dan Doğu'ya Hint'e kadar yayıldı. Daraz, Doğu'dan Batı'ya uzandı. Cengiz Han, Avrupa ortalarına kadar at koşturdu. Lakin hiçbirisi Osmanlı Türkleri gibi diğer insanların kültür-din özgürlüğüne saygı göstermediler. Osmanlılar, harikulade bir nizam ve düzende asırlarca kendilerinden olmayan insanlarla barış içinde yaşadılar. Onun içindir ki Avrupa'da dört asır boyunca kalabildiler.' (Zaman, 24.8.1989, Neriman Malkoç Öztürkmen'in röportajından.)

Fransız yazar, Eugene Morel'ın görüşleri: 'Balkanlar ve Ortadoğu'da en güzel dengeyi Türkler kurmuşlardır. Buralardan Türk idaresi çekilirse, yerini 'korkunç anarşi' alacak, bundan bütün dünya zarar görecektir. Batı'nın da menfaati, adı geçen bölgelerde Türk idaresini yıkmak değil, kuvvetlendirmek olmalıdır." (Eugene Morel, Türkiye ve Reformları, Çev. S. Belli, Süreç Yayınları,. İstanbul, 1984, s.11-13)

Charles Elliot'un yazdıkları: "(Avrupa'da) bazı Türk düşmanı yazarlar, Türklerin Avrupa'yı fethetmelerini, çalışkan İslavları ezen, Yunanlıları mahveden, barışa, düzenli bir uygarlığı yıkan bir barbar istilası olarak nitelendirirler.(1). Aslında bu gerçek değildir... Türkler, asla Hristiyan Avrupa standartlarının altında 'iğrenç barbarlar' olarak vasıflandırılamaz. Çünkü şurası apaçık bellidir ki, Hristiyanlar, Türkler hakkında onlara saygı duyacak kadar bilgi sahibi olduklarından, onları topraklarına davet etmeye hazırdılar. Nitekim İmparatorluğun (Bizans İmparatorluğu) çöküşünden sonra Türkler, Bosna ve Sırbistan'da sevgi ve memnunlukla karşılandılar. Ahlakta, insanlıkta ve medeniyette Türkler, Yunanlıları, İslavları, Arnavutları, Romenleri kat kat geride bıraktılar. Çalışkanlık ve beraberlikte en üstün gene onlardı.' (Charles Eliot, Avrupa'daki Türkiye, C.I, s.67-68)

Hans Barth'ın yazdıkları: "Eğer Türkler, Hristiyanlığın reçetelerine göre hareket edip de insanları kılıç zoru ve ateşte yakma korkusu ile Müslüman yapsalardı, o devirde hiç kimse bunu kötüye yoramazdı ve bugün de ne Ermeni Meselesi, ne Girit Meselesi belki de ne de Şark Meselesi olurdu.' (Hans Barth, Türk Savun Kendini Savun, Çev. S. Ünlü, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, 1988, s.77)

  • Balkanlarda Osmanlı yönetimi hakkından Türk ve İslam düşmanı Avrupalı yazarlarının bu yalan, yanlış görüşlerini, politikacılardan olarak da siyasi propagandalarının aleti olarak kullanan azılı Türk –İslam düşmanı, 1827 – 1898 zaman diliminde dört defa başbakanlık yapan İngiliz Başbakanı, koyu bir Evangelist Hristiyan (Hristiyanlık –Yahudilik bileşkesinde 'Dünya Tanrı Devleti' ni kurmak inancı ve emeli) ve '19. yüzyılın Haçlı Seferleri politikacısı ' kimliği ile tanınan Lord Gladiston olmuştur. Öyle ki, onun bu yalan propagandası sayesinde, İngiliz kamuoyu ve ardından Avrupa kamuoyu ve hükümetleri nezdinde, Osmanlı Devletinin aleyhine olarak aktif politikaların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Son döneminde Osmanlı'yı yıkan süreçte bunlar çok etkili olmuş, denilebilir ki, Başbakan Lort Gladiston, Türklere yönelik bu yalan propagandası ve haksız politikasıyla 'Osmanlı Devletinin kabir kazıcısı imparatorlar ve başbakanlar' kervanına katılmıştır. Güneş balçıkla sıvanamayacağına göre, yukarıda sıraladığımız Lort Gladiston'u tekzip eden belgeler, Türk-İslam medeniyetinin 'yük akı' belgeler olarak tarihte zaten yerlerini almışlardır.

Gladiston 1898'de öldüğünde, 'ünlü ve büyük devlet adamıdır' (!) denilerek, bir çok kral, başbakan ve Londra'da bulunan bütün devletlerin büyükelçilikleri cenaze törenine temsilci gönderip katıldıkları halde, haksız ve azılı Türk –İslam düşmanlığı sebebiyle Sultan II. Abdülhamid onun cenazesine bir Türk temsilci göndermeyerek onun hakkındaki hoşnutsuzluğunu apaçık ortaya koymuştur. 21 8 2021