SÜRÜ MÜ BİREY Mİ BİREY Mİ SÜRÜ MÜ?

Özellikle sanayi ve endüstri devrimi sonrası köylerden kentlere yapılan büyük göçler sonrası, şehirlerin demografik yapısında akıl almaz değişimler yaşanmaya başladı. Biri diğerine benzemez çok çeşitli katmanların bir araya gelmiş olmasının yanı sıra bir de, önemli bir nüfus yoğunluğu yaşanmaya başladı.

Bu büyük ve kozmopolit kitle, süreç içerisinde kenti ve kentlileşmeyi sağlamaya başlayınca, hegomanist güçlerin tedirgin olmaya başladığı zaman dilimleridir. Zira kentlileşmiş, sosyal bilinci kuşanmış, belli bir eğitim seviyesini elde etmiş bu kalabalık kitle, önemli bir tehlike(!) barındırmaya başlamıştı.

Böylesi büyük bir katmanın senkronize edilmesi, tek elden kontrol edilmesi elbette kolay bir iş değildi. Böylesi bir kitlenin, hegomanist güçlere karşın takınacağı senkronize bir itiraz ve başkaldırının maliyetinin ne olduğunu çok iyi hesaplayan bu güç, bambaşka bir fikir ve toplum mühendisleri ile sahnede yerini almaya başladı.

Birey!

Bomba slogan birey olmaktı. Özgür, özerk, kendisi olan birey olmak, sürü psikolojisinden arınmış, kendi kendisine yeten ve kendi kendisini yöneten demekti (!)

Slogan, toplum mühendisleri tarafından daha başka ve çarpıcı şekle sokularak piyasaya sürülünce, aradan fazla zaman geçmemişti ki, önemli bir kitle tarafından satın alınmıştı bile. Hesap tutmuş ve insanlar, dış ambalajı alangirli, üst katmanı muhteşem çikolata ile kaplanmış, içerisinde ölümcül zehir bulunan paketin severek alıcısı olmuşlardı.

Toplumdan, yani sürüden (!) ayrılan her birey özgün ve özgür olmanın, akraba, eş, dost ve aileden kopmuş olmanın özgürlüğünü (!)yaşamaya başlamıştı. Yalnızdı ve alan sınırı olmadığı gibi hesap verme gibi bir sorunu ve zorunluluğu da yoktu.

Büyük kalabalıklar yalnız, yapayalnız hale ve istenilen kıvama getirilmişti. Sıra, projenin ikinci merhalesine geçmeye, sürüleştirme aşamasına gelmişti. Kendi içerisinde bir tenakuz gibi görünen ve kısır bir döngüyü andıran bu durum, ikinci merhalenin devreye sokulması sonrası, taşlar yerine oturmaya ve kazananların yine hegomanist zümre olduğu ortaya çıkıyordu.

İkinci merhalede ise korkutma ve sindirme seremonisi devreye sokuldu. Birey yalnızdı, sahipsizdi ve büyüyen Dünyanın büyük sorunları ile baş edebilmesinin imkânsızlığından dem vuruluyor ve toplumsal bir güç olmanın reklamı yapılıyordu.

Kaybedilmiş ve gasp edilmiş hakların! alınması için yaptırım gücü (!) olan sivil toplum kuruluşların da birleşme ve orada total bir güç haline gelinmek gerektiği anlatılıyordu. Dernekler, vakıflar, sendikalar kuruluyor ve bu yalnız, kimsesiz, korkmuş ve sindirilmiş kişilerin bu kuruluşlar eliyle bir araya getirilmesi aşaması da tereyağından kıl çeker gibi işlerlik kazandırılıyordu.

Güdülenmiş, sindirilmiş, korkutulmuş, kandırılmış ve aldatılmış yığınlar, bu kez bir başka dönüşüm haline evrilmişlerdi. Elbette bu durumun kazananları da pekâlâ yine aynı zümre olmuştu. Güya kendileri için savaşmak, kendilerinin gasp ettiği hakları alıp üyelerine dağıtmak amaçlı kurulan bu yapılar, yine hegoman güçlerin tayin ettiği kişilerin yönetime atanmasıyla herşey suhulete kavuşmuş, korkulan tehlike usulüne uygun şekilde çözüme kavuşturulmuştu.

Elbette çeşitli dernek, vakıf ve sendikalarda gerçekten hakkı ve doğruları elde etmek ve bu amaçla üyelerine hizmet etmeye çalışan salim ve selim kişilerin varlığı da bir gerçektir. Ancak, bu kişilerin havuzun başına, kararların alındığı yer ve makamlara gelmesi ve getirilmesi zaten mümkün değildir.

Tüm iyi niyetlerine rağmen, basit bir vitrin malzemesi olmanın ötesine geçememiş olduklarını fark etmemiş olmaları ise, ayrı bir üzüntü sebebidir. Yerel de bir takım yerlere tayin edilmiş bu dürüst ve kaliteli insanlar, kararların alındığı yüksek istişare makamlarına gelemedikleri, getirilmedikleri gibi, orada ki kişilere ulaşmaları, düşünce ve kanaatlerini iletmeleri, ulaşsalar bile hayata geçiremedikleri/ geçiremeyecekleri gerçekliğinin de altını çizmek isterim.

Sistem tek elden yönetiliyor ve bu sistemin sahipleri de, sistemlerini bozacak kişilere fırsat vermeyeceği, verseler bile izin verdikleri alanın dışına çıkamayacakları da, acı ve sızı veren bir başka gerçekçi boyutudur.

Şimdi soralım, sürü mü? Birey mi?

Birey mi ? sürü mü?