Günlerdir iç siyasette büyük bir tartışma yaşanıyor. Ne işimiz var Suriye’de? Mehmetçiklerimizi neden İdlib’e gönderdik? Diye soruyor birileri. Her şehit haberinden sonra Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve kurmaylarına ağızlar dolusu küfürler ederek...

Günlerdir iç siyasette büyük bir tartışma yaşanıyor. Ne işimiz var Suriye'de? Mehmetçiklerimizi neden İdlib'e gönderdik? Diye soruyor birileri. Her şehit haberinden sonra Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve kurmaylarına ağızlar dolusu küfürler ederek, Suriye politikamızın hatalı olduğunu ve 'Yurtta Sulh Cihanda Sulh' ilkesini benimseyerek kendi topraklarımıza çekilmemizin daha doğru olacağını savunuyor birileri. Ve bu aynı birileri Şehitlerimizin kanı ellerine bulaşan Katil Beşar Esed ve Katil Rusları da alkışlamaktan geri durmuyorlar.

Paralı askerlerin, terör örgütlerinin kol gezdiği hemen yanı başımızda kaynamakta olan bir savaşın sadece Suriye sınırlarıyla kısıtlı kalmayıp, asıl gayesinin 'TÜRKİYEYİ İŞGAL' olduğu gerçeğini de mi görmezden geliyorlar? Bana kalırsa onlarda bunu biliyor ve bunu yürekten istiyorlar.

İstanbul'un fethinde Grandük Notoras Bizanslılar'ın duygularını şöyle ifade ediyor; "Bu şehirde Latin külahı görmektense Türk sarığı görmeyi yeğlerim"

Bugün içimizdeki Bizanslılar dedelerine de ihanet edercesine 'Bu ülkede Erdoğan ve Ak Parti 'yi görmektense, Yunan haçını, Amerikan Postalını ve Rus Ayısını görmeyi yeğleriz' diyebiliyorlar. Çünkü onlar Mustafa Kemal olmasaydı Adımız yorgo olurdu tezini öne atıp, Mustafa Kemal'in var olmasına rağmen, Mustafa Kemale'de ihanet ederek, Yorgoluklarından ödün vermeyip, Kimlik adları Türkçe, Ruhları yunan sempatizanı, kalpleri Beyaz sarayda, gönülleri Moskova'da atan içimizdeki kanserli hücrelerdir.

Biz Suriye'ye Girmeseydik, Kesinlikle ve kat'i surette Türkiye İşgal Edilecekti! Abartı değil, Şaka değil! Hakikat tüm yönleriyle bu noktayı işaret etmekte. Bakınız tarihin tozlu raflarını karıştırdığımızda Rusların Bir anda neden HATAY'ı zikrettiğini daha iyi anlamış olacağız. 20 Ekim 1921 tarihinde Ankara'da Fransızlarla yaptığımız anlaşma gereği İskenderun (Hatay) için özel bir statü kabul edilmiştir. Ankara Anlaşması ile (Hatay) Suriye'ye bırakılmakla birlikte burada Türk nüfus en geniş etnik grubu meydana getiriyordu. Tarihler 1936'yı gösterdiğinde, Fransa'nın Lübnan'a bağımsızlık vermesi üzerine Türkiye Hatay'ın geri verilmesini talep etti. Tabii Fransa bu teklifi sert bir şekilde reddetti. Fakat oluşan muallak durumu olayın Milletler Cemiyeti'ne taşınmasına yol açtı. Türkiye İngiltere'nin Akdeniz politikasından da yararlanarak Fransa ile bir prensip anlaşmasına varmış ve sonuç itibariyle Sancak'ın 'ayrı varlığı' hukuksal olarak kabul edilmiştir. Türk dış politikası o dönem II. Dünya Savaşı öncesi dış ortamdan da yararlanarak Sancak'ın bağımsızlığı ve sonrasında Anavatana katılımı yolunda çok önemli bir başarı elde etmiştir. Ama Ruslar hala geçmiş defterleri kurcalamaktan geri durmuyor.

Geçmişte vuku bulan muallak durumun aradan geçen 100 yıla rağmen sınırımızın hemen yanı başında sürmekte olan savaş alanına dahil edilme düşüncesi bile Rusların Sıcak Denizlere inmekte sadece Suriye'yi kast etmediğinin korkunç bir delilidir.

Ruslar Piyon esed'i kullanarak İdlib'ten başlayarak, Türkiye'nin Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı Harekatlarındaki kazanımlarını yok etmek ve son olarakta piyon esed'i kullanarak Hatay üzerinde hak iddia edilmesiyle başlayacak işgal süreciyle bölgeye tamamen hakim olmak üzere planlarını masaya yatırdılar.

Ancak Türkiye, İşgal hazırlığını fark ederek bir refleks gösterip, Cephe hattını doğrudan Suriye içlerine taşıyarak bu planları bozmuştur.

ALLAH KORUSUN! ARTIK BU NOKTADAN SONRA GERİ ADIM ATMAK, DOĞU CEPHESİNDEKİ SAVAŞ HATTIMIZIN DEĞİL HATAY, ANKARA ÖNLERİNE KADAR ÇEKİLMESİYLE SONUÇLANIR.

ALLAH İSLAMI, ORDUMUZU VE MİLLETİMİZİ MUZAFFER EYLESİN. MEHMETÇİKLERİMİZİ HER TÜRLÜ SALDIRIDAN MUHAFAZA EYLESİN.
(AMİN)