Uluslararası ilişkilerin değişmez ilkeleri, bizim toplumlar arasındaki ilişkileri gelecekteki durumunu görmemizi sağlar. T

Uluslararası ilişkilerin değişmez ilkeleri, bizim toplumlar arasındaki ilişkileri gelecekteki durumunu görmemizi sağlar. Tarihten toplanılan verilerden faydalanan uluslararası ilişkiler uzmanları, ülkeler arasındaki ilişkilerin geleceğini tahmin etmeye çalışır ve bu günden yapılması gerekenleri belirler.



Uluslararası ilişkilerde en önemli ilke, toplumların yöneticileri ile savaşıyorsan, ileri zamanlarda barışa bilirsin. Ancak toplumların inançlarını beğenmediğin, yaşama bakış açıları yanlış bulduğun için savaşıyorsan. O toplumla barışmanız mümkün değildir. Böyle bir toplumla ancak inançlarını ve yaşama bakış açılarını değiştirerek barışabilirsiniz.



Yukarıda ki ilke doğrultusunda düşününce, Suriye de olan ne? ABD, İslamcıların iktidara gelmesini istemedikleri için Esad’ın muhaliflerini desteklemedi, üstelik de silahsız insanları öldürerek terör eylemleri yapan DEAŞ ile savaşmak için gelen uçaklar ile ılımlı muhalifler vuruldu. Bu saldırılarda bir çok sivil insanın ölümüne de sebep olundu. İtirazları yükselmesi ile Rusya ile işbirliği yapılarak DEAŞ bahanesiyle ılımlı İslami muhaliflerin ve onlarla birlikte daha çok masum sivil insanın öldürülmesi sağlandı. Burada tek amaç vardı, Suriye’de İslami düşünceye sahip bir iktidar olmasın. ABD ve Batının tavrı o kadar net ki, İslami bir iktidarın gelmemesi için solcu düşünceye sahip, İslamcı politikalara karşı olan, solcu Kürtlerin kurduğu PYD’ye açıkça destek verildi. Üstelik de Türkiye’nin en açık bir şekilde, PYD’nin terör örgütü olduğun söylemesine rağmen. Öyle ki yıllardır, Türkiye’nin müttefiki olan ABD; PYD’ye silah yardımı yapıyor, PYD’den Generali ödül alıyor, örgüte silahlı eğitim veriyor, buna karşılık aynı örgütü; Türkiye, terör örgütü kabul ediyor ve bombalıyor. Türkiye tarihinde ilk defa ABD ile bu kadar karşı karşıya geliyor. Kıbrıs’ta bile bu kadar zıtlaşılmıyordu. Bu ayrışmanın sebebi ise toplumların inanç ve yaşama bakış açılarıdır. Kısacası ayrışma son hız devam ediyor.





Bu ayrışmanın sonu nereye varır? ABD ve Rusya, kısa vaade de kendi isteklerini yaptıracaklardır. Şu an ki durum da iki ülkenin gücü dünyayı susturmaya yetecektir. Hem ABD, hem de Rusya Suriye’ye, Afganistan’da NATO’nun yerleştiği gibi yerleşeceklerdir. Oraya askeri olarak yerleşmeden yönetmeleri mümkün değildir. ABD, PYD’nin hakim olduğu bölgeye; Rusya ise BAAS partili Esad’ın (Nusayrilerin) hakim olduğu bölgeye askeri olarak yerleşecekler. PYD kürt solunu, Esad yönetimi, ise Arap solu -Baas partisi, diğer adıyla Arap Sosyalist Diriliş Partisi, Beşar Esad’ın babası Hafız Esad tarafından darbe ile Suriye’de iktidar oldu- temsil ettiği için, İslamcı Araplar, Kürtler ve Türklerle mücadelede; ABD, PYD’yi ve Rusya’da Esad yönetimini partner olarak seçmişlerdir. İkisi’de Türkiye’nin kendi yanında olmasını istiyor. Ancak Türkiye, bu güçlü ittifakın, eylemlerinin uzun vaade de kendisine zarar vereceğini düşünüyor. Türkiye ise uzun vaade de Arap ülkeleri ve diğer İslam ülkeleri ile birlikte olmak istiyor. O nedenle Müslüman ülkelerdeki terörle mücadele için İslam ordusunun kurulmasına uğraş vermiştir. Bu arada Avrupa ülkeleri ise, ne tarafta duracağı konusunda kararsız. İngiltere ve Almanya, Müslüman ülkelerinden yana olmak istiyor. Çünkü Avrupa ülkeleri için geçmişte olduğu gibi en büyük tehdit Rusya’dır. Ancak ABD’yi de kesin karşılarına almak istemiyor. ABD ve Rusya’nın Avrupa’ya karşı birlikte hareket etmesi, zaten kırılgan bir ekonomisi ve tüketimi fazla olan çalışmayan bir nüfusa sahip Avrupa’yı çökertir. Kısacası, saflar belirginleşiyor.





ABD ve Rusya niçin bu kadar çaba sarf ediyorlar? Şu anda dünyada, askeri olarak bir numaralı güç ABD ve iki numaralı güç ise Rusya’dır. BMGK’de veto yetkisine sahip Fransa ile İngiltere askeri olarak dünya’ya yön verecek kadar güçlü değil, Çin ise yönetim sistemi olarak dünyada çok kabul gören bir ülke değil. Rusya, ABD tarafından daima yönlendirilebilecek, silahı olan fakat ekonomik gücü az olan bir ülke konumundadır, çevresi ise Müslüman ülkeler kuşağı ile kuşatılmıştır, yaramazlık yaparsa, ABD tarafından hizaya getirilmek için çok imkânlar mevcuttur. ABD’yi dünyanın tek süper gücü konumundan düşürebilecek, yegâne tehdit ise tüm İslam ülkelerinin katılımı sonucu kurulacak, güçlü bir İslam ordusudur. Bu ordunun kurulması ile ABD’nin Müslüman ülkelere olan müdahaleleri son bulacaktır. İslamcı hükümetlerin ise arka beyninde, hilafet düşüncesinin gereği, tüm İslam ülkelerinin birleşerek, İslam ordusunun oluşturulması vardır. İslamcı düşünceye göre, dünyadaki kalıcı barışın sigortası, Müslüman ülkelerin kendi içindeki sorunları kendilerinin çözmesidir. İslamcılar hep aynı kaynaktan yani kurandan fikir aldıkları için, bu tür sorunlara bakış açıları da aynı olmaktadır. Bunlar nelerdir? Batı, Müslüman ülkelerin iç işlerine karışmasın; sömürüler son bulsun, Mescidi aksa Müslümanların yönetiminde kalsın. Kısacası ABD kendisine dünya liderliğinde yeni rakip istemediği için ayrışmayı ve çatışmayı istiyor.





Bundan sonraki süreçte, ABD ve Rusya Müslüman ülkelerdeki demokrasi isteyen İslami grupları asla desteklemeyecektir, bu ülkelerde silahlı mücadele yolu hakimiyet kurmak isteyen, demokrat görünümlü devrimci solcuları grupları destekleyecektir. Ayrıca demokrasi isteyen İslami Sünni gruplar ile mücadelede, bulunduğu ülkede silahlı mücadele yolu ile dahi olsa mutlak hakimiyet kurmak isteyen Şia (Şii) grupları destekleyeceklerdir. ABD, İran ile olan mücadelesine, İslamcı Sünni gruplar ile mücadelesinde yardımcı olsun diye son vermiştir. Yani bundan sonra ki zamanlarda; ABD, demokrasi isteyen İslami grupları değil, ülkelerinde silahlı mücadele yolu ile fikrinin uygulamasını mutlak hakim kılmak isteyen devrimci sosyalistler ile kendi dışındaki dini grupların ne olursa olsun ülkesinde hakim olmasını istemeyen ve bu uğurda silahlı mücadeleyi caiz gören Şiileri destekleyecek.





Bu ayrışmanın sonunda, Sünni İslam dünyası birleşecektir. Çünkü çatışmanın çıkış noktasına ABD’nin Sünni İslam dünyasını beğenmemesi vardır. Sünni İslamcı toplumların dünyaya getirmek istediği düzen, ABD’nin gücünü zayıflatan bir düzendir, menfaatlerine ters olan bu durumu ABD asla kabullenmeyecektir. Batı’nın ötekileştirmesi, Sünni İslam dünyasında, ortak sorunları olması nedeniyle, yakınlaşma ve birleşme sonucunu doğuracaktır. Belki de 10 veya 20 veya 30 yıl sonra BMGK’de 400 milyonluk Arapları temsil eden Suudi Arabistan, 200 milyonluk Türkleri temsil eden Türkiye veto hakkına sahip daimi üye ülke statüsüne kavuşacaktır. Dünya beşten büyüktür. Allah ise en büyüktür.







Bizim yapmamız gereken: kendimizi düşmanlardan koruyacak kadar askeri güce sahip olmak, mazlum halkların madden ve manen yanında olmaktır; dinimizi öğrenmeye ve yaşamaya çalışmaktır; dinimizi anlatmak için insanlık barışının sağlanmasına katkıda bulunmaktır. Bu dünyadaki asıl amacımız, dünyanın mutlak hâkimi olmak değil, Allah tanıyan ve seven kullar olmaktır.





Batın medeniyeti, Tanrısız bir dünya tasavvur eder. İslam medeniyeti ise Allah’ın bu dünyayı her an yönettiğine inanır. O nedenle bize göre, bu savaşın sonun da Allah’ın mutlaka bir hükmü vardır. Her ne olursa olsun, sonuçta Allah’ın hükmü gerçekleşecektir. Bu savaşın sonunda herkes kendi ameline ve niyetine göre karşılığını alacaktır. Allah mazlumların duasını mutlaka duyuyordur ve bir karşılık verecektir. Allah her şeyi görür ve bilir. Allah en büyüktür, Allah’ın dediği olur. Bizim dinimize göre hayır bildiklerimizde şer, şer bildiklerimizde hayır olabilir…