Ülkemiz üç tarafından denizlere açılmaktadır lakin denizden yeterince yararlanamıyoruz. Bazı Avrupa ülkeleri ise Baltık ve Kuzey Denizine açılan suyolları ve kanalar sayesinde ülkenin tamamını denizci yapmışlardır.

Ülkemiz üç tarafından denizlere açılmaktadır lakin denizden yeterince yararlanamıyoruz. Bazı Avrupa ülkeleri ise Baltık ve Kuzey Denizine açılan suyolları ve kanalar sayesinde ülkenin tamamını denizci yapmışlardır.

Bir Türk işçisi hatıralarında Almanya'ya 1972 yılında gittiğinde bebeklerini arabada, köpeklerini de kucaklarında taşımalarından ve dağı taşı yararak kanal kazmış olmalarını çok tuhaf karşılamıştı.

Aslında çok önemli bir gerçeği görmüştü. Hindistan'dan yükünü alan bir gemi, denizden binlerce km uzaktaki her hangi bir şehre geliyor, fabrikanın içine kadar kazılmış kanaldan fabrikanın içine giriyor, hammaddeyi boşaltıyor, o fabrikada üretilen malı alıyor; Hint'e, Çin'e, Yemen'e götürüyordu.

Aradan yıllar geçti. Artık bizde de bebeklerini arabalarda, köpeklerini kucaklarda taşıyan insanların sayısı az değil. Fakat iş kanal kazmaya gelince millet ayağa kalkıyor. Aman efendim kanal kazılırsa doğanın dengesi bozulacak, çıkar çevreleri zengin olacak, kıyamet kopacak, dünyanın sonu gelecek...

Geçen asrın başlarında, Almanya'da tam tamına 7.350 km uzunluğunda 122 tane kanal kazılmış, hala Almanya ayakta batmamış. Batmak şöyle dursun kalkınmış, dünyanın en gelişmiş ülkesi olmuş. Bana göre Almanya'nın kalkınmasının tek sebebi var, oda ulaşım ağını zamanında kurması. Yoları yaparken kanallarını da kazmış olmasına bağlı.

El kadar Hollanda da 57 tane, Belçika'da 21 tane, Finlandiya'da 38 tane kanal kazılmış. Biz zaten öteden beri hep böyle davranıyoruz. Bir yandan medenileşelim diye çırpınıp duruyoruz. Öte yandan kalkınma ve medenileşmeyi; içki içmek, evde köpek beslemek, bebeklerimize anne sütü yerine mama yedirmek gibi yanlışlıklarda görüyoruz.

Asıl medenileşmek; insan onuruna yaraşır bir biçimde imanlı bir hayat sürmekle başlar. Bunun içinse insanları huzur içinde yaşayabileceği bol para kazanacağı bir işi olması gerekir. İnsanların iyi para kazanacağı işi olması için istihdam, insanları istihdam edecek iş yerlerinin açılabilmesi için, her şeyden önemlisi alt yapı gereklidir.

Batılı ülkeler önce alt yapıdan başlamışlar. Önce demir, kara, hava ve su yollarını yapmışlar. Kanallar kazmışlardır. Aslında Osmanlı Devletinde de su kanalları vardı ve çok kullanılırdı.

Örneğin Tuna nehri çok önemli bir ulaşım aracıydı. İnce donanma adı altında bu su yolunun korunması için bir silahlı güç bulunduruluyordu.

Keza Süveyş Kanalı Osmanlı Devleti idaresi altında inşa edilmiştir. Fakat İngilizler bunun ne derece önemli olduğunu görerek Mısır'ı işgal etmişlerdir. Bu konuyu uzun ve önemli olduğu için başka bir yazımıza bırakalım.

Şimdilik Batılı ülkelerin kazdığı kanalların listesine bir göz atalım. Hem kanallarla kalkınmanın nasıl pareler yürüdüğünü, hem de gelişmenin kanallarla doğru orantıda olduğunu görebiliriz.

122 kanal Almanya'da, 57 tane Hollanda'da, 45 tane Fransa'da, 38 tane Finlandiya'da, 21 tane Belçika'da, 13 tane Polonya'da, 12 tane İsviçre'de, 5 tane İsveç'te, 5 tane İtalya'da, 5 tane İngiltere'de, 5 tane Çin'de, 4 tane Ukranya'da, 4 tane Rusya'da, 3 tane Amerika'da, 3 tane Çek Cumhuriyetin'de, 2 tane Kanada'da, 1 tane Norveç'te, 1 tane Panama'da, 1 tane Yunanistan'da, 1 tane Kazakistan'da, 1 tane Nikaragua'da,1 tane Sudan'da, 1 tane Arnavutluk'ta,1 tane Norveç'te, 1 tane Avusturya'da,1 tane Türkmenistan'da,1 tane Mısır'da bulunmaktadır.

Türklerin hayal ettiği ve projelendirdiği önemli denizcilik işlerini Almanlar hayata geçirmiştir. Denizaltı gemisinden ticaret savaşı stratejilerine kadar yarım bıraktığımız birçok işi tamamlayıp hayata sokmuşlardır. Konya Su köprüsünün benzerini Magdeburg' ta inşa edip kullanıma açmışlardır. İşte bu denizcilik endüstrisindeki gayretlerinden dolayı dünya ekonomisinden önemli bir pay alabiliyorlar.

Denizcilik kültürü gelişmediği için Allah'ın bu coğrafyada bize sunmuş olduğu deniz nimetin kıymetini bilemiyoruz. Halbuki denizlere açılmak her ülke için hayati derecede önemli bir konudur. Bir örneği Balkanlardadır.

Bosna Hersek Devleti Adriyatik Denizine açılan Neum kasabası sayesinde bir deniz devleti olmuştur. Bu ülke sadece bir iki millik deniz şeridi için Hırvatistan ile zorlu pazarlıklar yapmıştır. Çünkü denize kıyısı olmak ülkeleri bütün dünya ile komşu haline getirmektedir.

Dünya deniz ticaret hacmi 2013 yılında 9 milyar tona ulaşmış ve her türlü ekonomik krize rağmen artmaya devam etmektedir. Hacim olarak dünya ticaretinin yüzde 75'i denizyoluyla, yüzde 16'sı demiryolu ve karayoluyla, yüzde 9'u boru hattı ve yüzde 0,3'ü havayoluyla yapılmakta ve denizciliğin önemi bütün toplumlar tarafından gayet iyi bilinmektedir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında yönetimin denize yeterince önem vermemesi ve orduyu demir yumrukla yöneten Mareşal Fevzi Çakmak'ın tam bir denizci düşmanı olması nedeni ile deniz menfaatlerinden yeterince yararlanamadık. Osmanlı Devletinden kalan donanma dahi doğru dürüst kullanılamamıştır.

Başta Ege adaları ve Kıbrıs olmak üzere ecdadımızın bize emanet ettiği misak-ı milli sınırları içindeki topraklarımız donanmanın zayıf olması nedeniyle ve hainlik yüzünden elimizden çıkmıştır. Yavuz-Havuz davaları ile Donanmamız yıpratılmış güdük hale getirilmiştir.

Denizcilikten anlamayan yöneticiler yüzünden ülkemiz ekonomik sıkıntılar içine düşerken bütün dünya dev adımlar atarak denizciliği büyütme gayreti içine girmiştir. Özellikle sahil şeridi kısa olmasına rağmen Almanya suyolları (waterway) sayesinde ticaretini güçlendirmektedir. Baltık Denizi, Tuna yolu ile Karadeniz'e hatta suyolları ile Akdeniz'e açılabilmektedirler.

Dünya üzerindeki meşhur bir örnekten yola çıkarak işin boyutlarını anlatmakta yarar var. Wasserstrassenkreuz Magdeburg (Magdeburg Su Yolu) Avrupa'nın en büyük su köprüsüdür. Elbe nehrinin üzerinden geçen köprünün üzerinden ayrıca gemiler de geçebilmektedir. Yanlış duymadınız bu köprü gemilerin geçişi için yapılmış olup 'gemi köprüsü' de denilebilmektedir.

Bir köprü ne için yapılabilir ki? Araba, hayvan, yük taşımacılığı veya tren... Fakat bu yapı köprü hakkında insanın bütün bildiklerini unutturacak bir yapıdır. Bir nehrin akışını sağlamak için yapılmış bu köprü, Elbe nehrinin geçtiği Magdeburg Su Köprüsü (Magdeburg Water Bridge) bu maksatla inşa edilmiştir. 1997'de yapımına başlanmış 6 yıl sonra 2003 yılında hizmete açılmıştır.

Önemli bir mühendislik çalışması olan bu köprü, Elbe nehrinin istenilen güzergahta Mittelland Kanalı ile karışmaması ve üstüne üslük gemilerin üzerinden rahatça geçebileceği şekilde tasarlanmıştır. Köprünün tek taşıdığı ağırlık üzerinden akan suyun ağırlığıdır. Yani üzerinden geçen gemilerin ağırlığı etki etmemektedir. Suyun kaldırma gücü ile köprünün ayaklarına bindirdiği ağırlık kuvveti gemiler için sıfır olmaktadır.

Almanlar bu köprüyü yaparak denizcilik konusuna ne derece önem verdiklerini göstermişlerdir. Peki, sadece Almanlar mı? İngilizlerin de denizcilikte ileri olduğunu biliriz, peki ya Fransızlar? Onlarda bu konuda çok gayretli ve uyanık milletlerdendir. Bakın 300 yıl önce Paris'e elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Mehmet Çelebi, seyahat notlarında Fransızların denizciliğe verdiği önemi nasıl anlatmıştır?

1720 yılında Fransa'ya büyükelçi olarak gönderilmiş Osmanlı Devleti'nde ilk elçilerindendir. Paris'te on bir ay kalmış dönüşünde, seyahati sırasında gördüklerini bir kitap halinde padişaha sunmuştur. "Fransa'nın vesait-i umran ve maarifine dahi layıkıyla kesb-i ıttıla ederek kabil-i tatbik olanların takriri" için gönderilmiştir. Elçilik esnasında yazdığı Sefaretname'si tarihî ve edebî açıdan bu alanda yazılmış en önemli eserlerden biridir. Kitabında İstanbul-Paris yolculuğu, Bordeaux üzerinden Paris'e varışı, anlatılmaktadır.

1720 Yılında Güney Fransa'da bir suyolu olduğunu kitabından öğreniyoruz. Bordeaux şehrine bu suyolunu kullanarak gelen Yirmisekiz Mehmet Çelebi denizcilikte ne kadar geri kaldığımızı bu yolculuk ile ifade etmiştir. XV. Louis tarafından kabul edilişi, katıldığı askeri merasimler ve Paris'in ilgi çekici yerleri de ayrıca yazılmıştır.

Mehmed Çelebi, giyimi, hali, tavrı, konuşması ve terbiyesiyle, başta saray olmak üzere, Batı Avrupa'nın ilim ve teknik kurumlarından büyük takdir görmüştür. Fransa o dönemde ittifak arayışı içinde ve talepkar bir konumda olduğundan, elçiye gösterilen ilgi ve özeni anlamak mümkündür.

Yirmisekiz Mehmed Çelebi'nin elçiliği, İbrahim Müteferrika'nın matbaası ve Paris'teki Tuileries Sarayını örnek alan Lale Devri'nin ünlü Sadabad Bahçeleri ile bahçecilik alanlarında Osmanlı Devleti'ne kısa vadede önemli yansımalara da önayak olmuştur. Sefaretnamesi 1757'de Fransızca 'ya çevrilmiş, Osmanlı Devletinde ise ilk defa 1867'de basılmıştır.

Eserin yazılması üzerinden neredeyse 2 asır geçtikten sonra bu sefer Abdülhamid Han belki de bundan esinlenerek Konya'ya bir suyolu yaptırmak için girişimlerde bulunmuştur. Öyle ki nehirlerin üzerinden köprüler ile suyolları yapılması planlanmıştır. Magdeburg Su Köprüsünden 100 yıl önce temelleri atılmış hatta önemli bir aşamaya dahi ulaşılmıştı.

Beyşehir Gölü üzerinden gelen suyun Çarşamba Çayı üzerinden su köprüsü ile geçilmesi planlanmış mühendislik çalışmaları da tamamlanmıştı. Bu konuda Ömer Faruk Yılmaz Bey'in 'Osmanlı'nın Konya Ovası Sulama Projesi' isimli kitabı vardır. Bu konuyu ve su kanallarının önemini bir sonraki yazımızda da ele alalım, vesselam…