Soner Yalçın haklı..

Lüks otomobili ile gariban bir simitçinin üç tekerekli camekânlı simit arabasına çarptı...

Bu adam veya kadın ne yapar?

Mürüvvet sahibi ise, arabasından iner ve simitçiye “nasılsınız, çok özür dilerim, bir kazadır oldu, lütfen hakkınızı helâl ediniz. Sizin için ne yapabilirim? Müsaade ederseniz zararınızı teafi etmek isterim” der.

Mürüvvetten nasibi yoksa arabasından iner ve gariban simitçiye sıralamaya başlar, etmedik hakaret bırakmaz, zabıt mabıt tutup kendi arabasının zararını da simitçiye ödetmek ister...

Pekâlâ nedir bu mürüvvet?

Mürüvvet olgunluktur, hakka insan evlâdı olmaktır sen hálâ anlamadın mı?

Mürüvvet ana babaların evlâtlarının evlenip çoluk çocuğa karıştıklarını görmeyi istemeleri değildir. O mürüvvetin çok cüzi bir parçasıdır sadece.

* * *

İki cihan güneşi Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), “Eşedd’ül-belâ ‘ale’l-Enbiya sümme’l-emselüfe’l-emsel” buyurmuş. Bunun mánâsı, “Belânın en şiddetlisi Peygambere gelir, sonra derece derece...” demektir.

Belâsız çilesiz zahmetsiz hizmet olmaz, adam olunmaz. Dün de yazmıştık, “....yaratılmışların en hayırlısı Hazreti Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizdir... Onun (s.a.v) hayatında büyük işkenceler, büyük çileler vardır. İstese kâinatın bütün zenginlikleri önüne yığılacak olan hazreti Peygamberimiz (salat’u selâm olsun ona) karnına taş bağlayacak kadar açlık çekmişti...

Düşmanları onun (s.a.v) kafasına deve işkembesi geçirmişlerdi namaz kılarken... En yakınları şehid edilmiş, nice savaşlar yapmış, askerlerinin en ön safında savaşmış, dişleri kırılmış fakat o (s.a.v) daima Allah ile olmuş, zaferden asla ümidini kesmemiş ve her daim son nefesine kadar Allah’ın emrinde tam bir tebliğci, tam bir mücahid olmuştu...”

Et tekrar’ü ahsen, velev kâne yüzseksen...

* * *

Soner Yalçın haklı...

Her konuda gerilim yaratmak ülkenin menfaatine değil, zararınadır... O başörtülü (!) genç kızlarımızın içkili barda ne işi vardı da Deniz Çakır’ın, o da -çarpıttıkları sözlerine- muhatap olsunlar?

Hem gitmemeleri gereken bir mekâna eziklik duygusu ile gidiyorlar, hem de yanlarında içki içildiği için çemkiriyor, üstelik de söylenenleri çarpıtarak dâva açıyorlar. Müslümana yalan yakışır mı?

Fakat Deniz Çakır’ın asıl ettiği lafta da abukluk var... “Burası Atatürk Türkiye'si, içtiğime-çektiğime ne karışılıyor? Burası Arabistan mı?” demiş... Tamam başörtüsü lafı etmemiş ama kuzum bir sanatçıya, topluma sanatıyla mesaj veren birine böylesi bir çemkirme yakışıyor mu?

“Efendim ben sizi hususen çekmedim, arka planda çıktıysanız da hemen siler, yeniden çekerim. Benin içkime de lütfen karışmayınız, burası zaten içkili bir mekân, rahatsız oluyorsanız içkisiz bir mekâna gidebilirdiniz” falan diyebilirdi...

Solcular da sağcılar da, çağdaşlar da muhafazakârlar da gerilim çıkarmaktan uzak dursunlar. Hani klasik bir laf var, “içinde bulunduğumuz şu günlerde birlik ve beraberliğe her zamankinden fazla ihtiyacımız var” diye...

Bu lafı dilimize peleseng etmenin tam zamanıdır. Hele ülkenin bir numaralı, dünyanın gündemindeki tek aykırı siyasetçi, Amerika’ya kafa tutan bir dünya lideri olarak sevilen biri, bir reis isek...

CUMANIZ MÜBAREK OLSUN. Selâm ve duâ ile...