Yaz ile kış arasında yer alan ekinlerin yerlerini hozanlara terk ettiği, meyvelerin olgunlaştığı dönemidir sonbahar.
Yaz ile kış arasında yer alan ekinlerin yerlerini hozanlara terk ettiği, meyvelerin olgunlaştığı dönemidir sonbahar. Yağışların ardı arkası kesilmez bu mevsimde. Ağaçlar, sararan yapraklarının dökülmesine engel olamazlar. Rüzgârlar, koparır sürüklerken sıcak havaları; yerlerine üflediği serinlikler kalır toprakta, havada, suda…
Doğadaki her canlı için yokluğa soyunmanın başlangıcıdır adeta
sonbahar. Bu mevsimde soluktur yüzü güllerin. Kalın bir perde ile
örtünürken mavilikler, kuşlar vedalaşır bir zamanlar şen şakrak
türkü söyledikleri dallara.
Her canlı için böyledir de insan için farklı mıdır sanki sonbahar?
İnsana yaşlılığını hatırlatır bu mevsim. Geriye dönülmezliğin
burukluğunu yaşatır ince ince. İşte tam da bu noktada şair girer
sonbaharın araladığı kapıdan içeriye:
“Kalbim yine üzgün, seni andım da derinden
Geçtim yine dün eski
hazan bahçelerinden
Yorgun ve kırılmış gibi en ince yerinden
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden.”
Hüznüyle hazanıyla, yalnız şair için değil her insan için de
yüzlere çizilen bir burukluğun resmidir sonbahar. Bir özlemdir bu
mevsim dönülmeyen zamana. Derinleşince acı gülmeyen dudaklarda,
gölgelerin izleri çöreklenir yüreğe.
Gönül, bir kuş olup da uçmak ister yeniden, yeni baştan kiraz
mevsimine. Ama nafile! Dermansızdır kanatlar kurşun ağırlığında.
Düşlere yağan karları küremek imkânsızdır. İnsan da bütün diğerleri
gibi teslim olur rüzgâra. Ne demişti Necip Fazıl Kısakürek;
Yıllar bir gözyaşı olup da kaymış,
Nurlu ihtiyarın yanaklarında…
Yapraktan saçını yerlere yaymış,
Sonbahar ağlıyor ayaklarında..
Sızıyor ufukta bir kızıl yeri,
İçi karanlıkla dolu gözleri;
Alnında akşamın ince kederi,
Sessizliğin sırrı, dudaklarında..
Yanan bir kâğıtta küçük bir satır,
Yazı gibi akşam onu karartır;
Artık o, silinen bir hatıradır,
Bu ıssız bahçenin uzaklarında..
Sonbahar, aşka havlu atmaktır bir bakıma. Yalnız kalmaktır hayat
uçurumunda. Kimi zaman bir deniz kıyısında giden sevgilileri
beklemektir dönmeyeceklerini bile bile. Bazen dört duvar arasında
çile doldurmaktır, bazen de tökezlenip düşmektir ulu orta.
Ağaçları soyup da anadan üryan bırakan bu hırsız mevsim, yalnız
hayalleri çalmakla kalmaz sebep de olur ölümden acı olan
ayrılıklara. Yüreğinde merhametten eser olmayan taş kalpli sevgili
gibi tuz eker kanayan yaraya, yaralara…
Şair Metin Altıok bu sonbaharın bu halini öyle resmeder
şiirinde;
Sonbahar -ki acının değişmez dipnotudur-
Sesinin solgun göğünde
Küçük bir yıldızla bir harfi tutuşturur.
Savrulur her yana kavruk kelimelerle,
Yüreğini acıyla buruşturur.
Bakışının pasıyla zırhlanan dünya,
Binlerce pıtrak yapıştırır yüzünün kumaşına
Sonbahar -ki doyumsuz bir aşkın sonudur.
Geriye dönüşü olmayan bir yolculuktur sonbahar. İnsan bir katıldı
mı sarı rüzgârın önüne sürüklenir bir meçhulden bir başka meçhule.
Menekşe hayallerin oynaklığındaki melodiler, yerlerini bir bir
hüzzama terk ederken; hazanın tavrı hem alaycı hem de
aşağılayıcıdır. Tesellisi boşlukta sallanırken, gülücükleri riya
kokar bu mevsimin. Cam kırığında birkaç parça desen; bir şeyler
söylemek istese de yalandır avutamaz insanı. Sonbahar; kederdir,
hüzündür, hazandır, umutsuzluktur, bedbinliktir, karamsarlıktır.,
desem de; Şair Turgut Uyar;
“Bir gün, bir parkta otururken, biliyorum
Bir el yağmurla dokunacak omzuma
Bir çift göz, bir davet, bir kalp
Çoluğu çocuğu terk edeceğim.
Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak
Bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak
Toprak ve insan kokularıyla,
Uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için
Başımı alıp gideceğim.”, dese de ben yine Yahya Kemal Beyatlı gibi
düşünüp “Ömrün şu biten neşvesi tâm olsun erenler”, diyerek
sonbaharları seveceğim. Haksız da sayılmam diyorum ki; huzurlu
sessizliği, ruhları melankoliye ve sonsuzluğa taşıyan hüznü ile ya
bu mevsim olmasaydı?
Yine biz Şair Nabi ile noktalayalım yazımızı;
“Bağı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
Biz neşâtın da gamın da rüz-gârın görmüşüz.”