Eskiden, ama çok eskiden bizim bir ‘sokak gündemimiz’ vardı. Ben gibi defolu gençlerde bile anlatılamaz bir heyecan, dünyayı değiştirebileceğimize dair büyük bir umut vardı. Yürüyüşler tertip edilir, sloganlar atılır, kitapçılar ziyaret edilirdi.

Eskiden, ama çok eskiden bizim bir 'sokak gündemimiz' vardı. Ben gibi defolu gençlerde bile anlatılamaz bir heyecan, dünyayı değiştirebileceğimize dair büyük bir umut vardı. Yürüyüşler tertip edilir, sloganlar atılır, kitapçılar ziyaret edilirdi.

O zamanlar popüler kültüre teslim edilmemiş bir okuma gündemi ve hassasiyeti vardı hepimizin. Mesela ben ve ben gibi yüzlercesi Nevşehir'de kitapçılara gidip yeni çıkan kitapları sorar, beklediğimiz kitapların ne zaman geleceğini merak eder, hatta kitapçıyla 'neleri okusak' muhabbeti yapardık.

Hiç unutmam. Yıl 2004 veya 2005 olmalıydı. Ahmet Ümit'in Kavim kitabını kitapçı Yavuz abinin tavsiyesiyle okumuştum. Kitabın üstünde 20 lira yazıyor, bana 18 liraya bıraktı ve 'beğenmezsen gel, paranı geri vereyim' dedi. Okudum. Sonra Ahmet Ümit'in başka kitaplarını da okudum.

İskender Pala'yla tanıştım bu arada. Okumalar daha ciddi ve kaliteli bir hal almaya başladı. İnci Aral'ın Taş ve Ten kitabı yeni çıkmıştı ve alıp okudum, bambaşka bir dünyayla tanıştırdı beni. Çok önceleri okuduğum Emine Şenlikoğlu romanlarından Halepçe katliamını anlatan Son Pişmanlık Fayda Eder ve Doğu Türkistan'la tanışmamı sağlayan Çin İşkencesi son derece başarılı kitaplardı. Emine Şenlikoğlu'nun yazarlığının zirvesi diyebileceğim ve kesinlikle okunması gerektiğini düşündüğüm kitabı olan İdamlık Genci de okumuştum.

Zamanla birlikte okumalar, tercihler, yazarlar, türler de değişti ve gelişti. Kitaplar alıp verdik, tavsiye ettik, tavsiyelere geldik. Okumanın bize bambaşka kapılar açtığını ve daha da daha açabileceğini yakından gördük.

Yanı başımızda duran bir dergiydi İlkadım. Neredeyse her satırını okurduk. Hele bir de yazılarımız yayınladıysa daha bir başka okunurdu o dergi. 2005'te Keşmir'de büyük bir deprem oldu. O günlerde tanımıştım Keşmir'i. O günden sonra Pakistan'a, Keşmir'e gönderilen, gönderilebilecek her kuruş bambaşka anlamlar taşıdı benim için.

Irak burnumuzun dibinde işgal edilmişti. Mitinglere, yürüyüşlere ve çok sert cümlelere tanık olduk. Benzer cümleleri biz de kurduk.

Bugün dönüp de o günlere bakınca galiba heyecanın, gayretin, samimiyetin son günleriymiş o günler ve biz farkında değilmişiz diye efkarlanıyorum. Konferanslar olurdu mesela Nevşehir'de. Hangi vakfın, derneğin olduğuyla hiç ilgilenmez, hepsine akardık. Dedeman otelde Said Nursi'yle ilgili bir konferans vardı. Gittik. Mehmet Kutlular konuştu. Yeni anayasa ve yeni olmasının ötesinde medeniyet kodlarımızı taşıyan bir anayasa zorunluluğu fikrini ilk orada hissettim.

Yavuz Bahadıroğlu'nun tarihi romanları çok başka kapılar açtı önümüze. Konferansa geldiğinde gözümüzü kırpmadan dinlemiştik. Hiç kimse herhangi bir yapının savunucusu veya yok edicisi değildi o zamanlar. Enderun Eğitim Vakfı'nda Feryadi abimizin sevgi aromalı çayını içtik. Çok içtik hem de. O çaylar bugün de sevgili ve kıymetlidir hala.

Süleyman Konak abimizle yaptığım satır arası sohbetler hep lezzetli tatlar verdi. Farklı düşünmeyi ondan öğrendim diyebilirim. Ömrü bereketli olsun. Sinirlenince çekilmez olurdu ama abinin kralıydı. İmam Abdullah Harun'u, Malcolm X'in asıl serüvenini ilk ondan dinledim. Dinledim dediysem, uzun uzun anlatmazdı zaten. Bir şeyler bırakır, sen onun bıraktıklarıyla devamını arar, bulur ve öğrenirsin. 'Bizim' dediğimiz gazetelerin şovenizme teslim halini o yıllarda görmüş ve yine meseleye dair birkaç cümle bırakmıştı zihnime.

Her yıl -bazı yıllar iki kez- konser olurdu, bizim müziğimize hizmet edenlerin sahne aldığı. Bunlardan ilk katıldığım Dursun Ali Erzincanlı'nın yeni fark edildiği ve fırtına gibi estiği 2002, 2003 yıllarındaki bir şiir gecesiydi. Adını çok duyduğum, kendini ilk kez gördüğüm Zeki Soyak'ı orada dinledim ve 'budur' dedim. Orta boylu, mütevazı bir adam çıktı sahneye. Ben daha korumalı, kollamalı birini beklerken, herkesin arasında ve aslında herkesten biri olduğunu gösteren bir tabiliği vardı. Kürsüde konuştu o ve ben satır satır onu yazdım zihnime.

Sonra Allah lütfetti, sohbetinde bulunduk, konuşma ve muhabbet etme fırsatı bulduk. Telefon açtık. Duasını aldık. Yıl 2005'ti ve Zeki Soyak hocamız vefat etti. Özlemeye ve dua etmeye devam ederiz kendilerini. Kendisine ait Ölçüler Dengeler kitabını da ölmeden önce okumalısınız mutlaka.

Eskiden… Çok da eski olmayan dünden güzel hatıralar geldi aklıma. Koruyabilseydik iyi olurdu diyebileceğimiz refleksler… O yıllara dönmenin alemi yok ama o ruhu kaybetmenin bedelini ödediğimizi ve ne kaybettiğimizi tam olarak fark etmediğimizi fark ettim. Arz ederim.