Soçi Zirvesi’nin bölgesel jeopolitik yansımaları

Prof Dr Mustafa Sıtkı Bilgin§

Gelecek yüzyılın şekillenmesiyle ilgili değişik güç odakları tarafından tasarlanan muhtelif projelerin küre-i arzda cirit attığı bir dönemden geçmekteyiz. Hiç şüphesiz bu tür projelerin konu olduğu coğrafyaların başında da Ortadoğu bölgesi gelmektedir. Bir yanda NATO gücünü etkisi altında bulunduran ABD, İsrail ve bazı Arap ülkeleriyle birlikte bölgesel yol haritası belirlerken Kıta Avrupa’sını AB liderliğinde temsil eden Almanya ve Fransa ise farklı bir rol oynama arayışı içindedir. İngiltere ise Brexit sonrası Çin üzerinden ve geleneksel müttefikleriyle bir bölgesel etki alanı oluşturmaya çalışırken, Rusya yeni bir Ortadoğu paradigmasını inşa etme çabası içerisindedir.

Tüm bunlara Türkiye, İran ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçlerin stratejik hedefleri de dâhil edildiğinde yaşadığımız coğrafyanın içinde bulunduğu hal-i pürmelâli ortaya çıkar. Bir de buna uluslararası düzenin etkisinin ve ABD’nin güç kaybının neticesinde oluşan güç boşluğunun bölgedeki olumsuz yansımaları eklendiğinde durum daha karışık bir hal almaktadır. İşte 22 Kasım’da Rusya’nın Karadeniz kıyısında bir sahil şehri olan Soçi’de gerçekleşen Suriye zirvesi de yukarıda belirtilen faktörlerin neden olduğu sonuçlardan dolayı icra edilmiş bir toplantıdır.

Bilindiği gibi 2011 yılından beri Suriye’de devam eden iç savaş gerek bu ülkeyi gerekse de Suriye’nin içinde bulunduğu Ortadoğu bölgesini siyasi, stratejik, ekonomik ve jeopolitik bakımlardan radikal bir biçimde etkilemiş ve jeopolitik kırılma ve değişimlere neden olmuştur. Suriye Irak, Libya ve Yemen’de patlak veren savaşlar büyük insan kayıplarına, maddi ve manevi yıkımlara sebep olurken Libya ve Yemen gibi ülkelerin dağılmalarına ve diğer bölge ülkelerinde de ağır sosyal siyasi ve ekonomik çalkantılara sebep olmuştur.

Siyasi ve stratejik bakımlardan bakıldığında hiç şüphesiz sürecin en büyük kazananı İsrail olmuştur. Bu ülke tek kurşun atmadan Irak ve Suriye gibi muhalif rakiplerinin erimesini seyretmiş Mısır ve Suudi Arabistan’ı da kendi yanına çekerek Arap bloğunu parçalamıştır. Bu durum ise, İsrail’in elini, kuruluşundan bugüne kadar olan süreçte hiç olmadığı kadar güçlendirmiş ve rahatlatmıştır. Bundan dolayıdır ki Filistin üzerinde istediği baskı ve haksızlığı pervasızca yapmakta ve ‘büyük İsrail’ stratejisini uygulamak için bu durumu bir fırsat olarak görmektedir. Sürecin ikinci büyük kazananı ise Rusya’dır. Dört asır sonra hayali olan sıcak denizlere kavuşmuştur. Bir diğer kazançlı ülke ise İran olmuştur. Tahran tarihinde hiç olmadığı kadar etki alanını genişletme imkânına kavuşmuştur.

Ancak, Suriye Krizi’nin 7 yıldır devam etmesi gerek ABD, gerekse de Avrupa ülkeleri ve Rusya’yı güvenlik, terör ve ekonomik vs bakımlardan olumsuz yönde etkilemeye başlamıştır. Bu durum ise uluslararası çözüm çabalarının artmasına sebep olmuştur. ABD’nin öncülüğünde 2012 yılından beri devam eden Cenevre Görüşmeleri yedi kere toplanmasına rağmen bir sonuç elde edememiştir. Bu durum ise ABD’nin Ortadoğu’daki etkisinin azalmaya başladığına dair önemli bir işaret olarak değerlendirilmektedir. Öte yandan ortaya çıkışı henüz bir yılı bile bulmayan Astana Süreci oldukça önemli merhaleler kat etmiştir. Halep’in tahliyesiyle başlayan süreç, insani yardımların sağlanması, İdlib’te büyük ölçüde güvenliğin sağlanması ve birçok yerde de çatışmasızlık bölgelerinin oluşturulması bakımlarından başarılı ve etkili olmuştur. Böylece Soçi Zirvesi’nde, Ulusal Diyalog Kongresi kurulmasıyla Suriye’de siyasi çözüme ulaşmak için önemli bir eşik aşılmıştır. Şüphesiz ki tüm bu kazanımların sağlanmasında Türkiye büyük rol oynamıştır. Gerek Ankara’nın projesi olan güvenli bölgeler planının uygulanması gerekse de Fırat Kalkanı Harekâtıyla Türkiye, Suriye’de güvenliğin sağlanması noktasında kilit bir rol üstlenmiştir.

Sonuç olarak, Soçi Zirvesi gerek Suriye’nin ve gerekse de Ortadoğu’nun geleceği bakımından önemli bir kırılma noktası sayılabilir. Zira bu zirve, Ortadoğu’da yarım asırdır devam eden Anglo-Sakson hakimiyeti tekelinin sarsılması bakımından önem taşımaktadır. ABD Başkanı Trump’ın PYD’ye bundan sonra silah verilmeyeceğini söylemesi Türkiye’nin öneminin kavranması hususunda önemli bir mesajdır. Peki binlerce PYD’li teröristin şimdiye kadar neden silahlandırıldığı meselesinin ise artık bundan sonra daha çok ABD’nin İran stratejisiyle ilgili olacağını düşünmekteyim. Bu konuya ileride yeri geldiğinde devam edeceğiz.

  • AYBÜ Uluslararası ilişkiler ve Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (ULİSA) Müdürü, Ortadoğu ve Kafkasya Uzmanı.