Son yıllarda bilim ve teknoloji alanında baş döndürücü gelişmelere, hayatı kolaylaştıran buluşlara rağmen, dünyada huzurun ve sükûnetin sağlanması konusunda pek fazla yol alınamadı.

Son yıllarda bilim ve teknoloji alanında baş döndürücü gelişmelere, hayatı kolaylaştıran buluşlara rağmen, dünyada huzurun ve sükûnetin sağlanması konusunda pek fazla yol alınamadı.

  1. yüzyıl egemen aktörlerinin insanları sadece tüketen bir varlık olarak görmesi, 'tüketerek mutlu olan' insan tipi üretmesine, tüketim alışkanlığı ve kolaylığı sağlamasına sebep oldu.

Lüksün, tüketimin ve zevkin kutsallaştırıldığı; sevgi, saygı, paylaşım, yardımlaşma ve adaletin karşılanmadığı, insanlığın madde meşguliyetinden, mana alemine vakit bulamadığı enteresan zamanlardayız.

Maddeten yükselen toplumun ruh dünyasında alçalmalar, savrulmalar, sancılar yaşanıyor.

Popüler kültürün esiri olmuş, ülkenin gerçeklerinden uzak, yapay gündemlerin tesirinde, gereksiz tartışma ve kamplaşmaların merkezinde karnı tok, sırtı pek, ama ruhu ve gönülleri aç, oldukça kalabalık bir nesil yetişiyor.

Toplumda genel kanaat; kalkınma, gelişme, ilerleme kavramları, genellikle teknolojik gelişmeler ve altyapı yatırımları olarak biliniyor. Dolayısıyla kalkınmanın karşılığı; yollar, köprüler, gösterişli binalar inşa etmek olarak görülüyor.

Katma değer üretmeyen, istihdam oluşturmayan, sadece belirli çevrelere rant sağlayan yatırımlar kalkınma olarak gösterilemez.

Ancak asıl kalkınma, insanın ve toplumun iyi yetiştirilmesi ve geliştirilmesidir. İnsana yapılan yatırım her türlü değerin üzerindedir.

Toplumları ayakta tutan, milleti meydana getiren ortak değerler vardır. Milli ve manevi değerler bir toplumun ortak değerleridir.

İnsani değerlerin ve ortak duyguların erozyona uğradığı bir ortamda refahtan, kalkınmadan bahsetmek mümkün değildir.

Toplumsal huzur, kalkınma ve toplumun refahı için, siyasetin kamplaştırıcı ve kutuplaştırıcı dilinden uzaklaşıp, bütün toplumun aidiyet ve mensubiyet duygularını güçlendirmek gerekir. Her bir bireyin bu milletin mensubu olmaktan gurur duyduğu iklimi oluşturmak gerekir.

Birbirini ötekileştirmeden anlayan, dinleyen, doğru algılayan bireylerden oluşan toplumda sevgi, saygı ve özgüven oluşur. Bu duyguların hakim olduğu bir toplumda huzur ve refah artar, gerçek anlamda kalkınma yaşanır. Toplumun dini, ilmi, iktisadi ve siyasi anlamda yaşadığı bunalımı ve bulanıklığı görmezden gelmek problemi daha da derinleştirecektir.

Bu nedenle millet olarak; kabuktan öze, şekilden içe, algıdan hakikate dönmemiz gerekir.

Türkiye'nin acilen rant-emlak-inşaat ekonomisinden, üretim ekonomisine geçmesi gerekir.

Üretim kültüründen, tüketim kültürüne geçişin engellenmesi gerekir.

Üreten bir Türkiye hedefine kilitlenmek gerekir.

Mevcut siyasi tabloda bu pek de mümkün görünmüyor maalesef.

Bağıran çağıran, algı oluşturan, kendi siyasi ikbali için avuç ovuşturan, rakiplerine çamur atan, hararetli tartışmaların ve ateşli konuşmaların rağbet gördüğü bir mecraya dönüşen siyasette…

Değişim ve dönüşüm yaşanır mı?

Bu anlamda yeni oluşumların tutarlı bir siyasi üslupla doldurmaları gereken büyük bir alanın olduğunu görmek gerekir.

Özellikle, kendisini tanıyan herkesin engin sevgisini kazanmış, siyasi hayatı boyunca, lekesiz, tertemiz kalmış, şaibeye bulaşmamış, sakin üslubu, serinkanlı ve sevecen tavırlarıyla Ali Babacan ve kadrosunun kararlı ve emin adımlarla geleceği konuşuluyor.

Çünkü, siyaset boşluk kabul etmiyor.