Sistem mi, İnsan mı?..

Bir konu var ki, bazen dost meclislerinde, bazen de çok ciddi konuşmalarda hep tartışılır; “sistem mi öncedir, yoksa insan mı?” Hem şirket, hem de kamu kurumları ile devlet işlerinin mükemmel bir şekilde yürümesi ve problemlerin köklü çözümü için hangisi daha önceliklidir? Bu soruya “ikisi de önemlidir” şeklinde cevap verebilirsiniz. En iyi sistemi kurar, en mükemmel bireyi yetiştirirseniz problem ortadan kalkar ve hiçbir işte de gözünüz arkada kalmaz. Hakikaten de ideal olan, her ikisinin de mükemmel hale getirilmesidir. Hem devlet sisteminde hem de özel sektörde bunun sağlanması için üstün gayret gösterilmesi iktiza eder.

Lakin bu her zaman mümkün olmaz. Çünkü sistemlerin kurulması, sürekliliğinin sağlanması kolay değildir ve bazen bunun için uzun süreler gerekebilir. Öte yandan ideal bireyleri yetiştirmenin ise, sistem kurmaktan çok daha uzun zaman alan, zor ve komplike bir süreç olduğu da söylenebilir. Aslında bu iki yönlü bir döngüdür; insan sistemi ayakta tutar, sistem de insanları… Peki biz bir stratejist, lider ya da yönetici olarak neyi hedef alacağız?

Bu hususu tam olarak kavrayabilmek için bahse konu kavramların birbirleriyle etkileşimlerine bakmak belki de en doğru yöntemdir. Kötü sistem, iyi bir insanı zaman içerisinde kendine uydurabilir mi? Ya da iyi sistem zaman içinde kötü bir insanı sisteme uygun hale getirebilir mi? Yurtdışında, özellikle de gelişmiş ülkelerde yaşayan çok sayıda vatandaşımız var. Bunlar bulundukları ülkelerde; misal çevreyi kirletmeyen, yanlış yere park etmeyen, trafik kurallarına uyan, vergisini zamanında ödeyen kişiler olarak öne çıkmaktadır. Ülkemize geldiklerinde ise bir müddet daha bu hallerinin devam ettiğini izleriz. Ancak kısa bir süre geçtikten sonra ise, sorumluluklarını bilen bu melek insanlar, süreç içerisinde hiçbir kurala uymayan sıradan insanlar gibi davranmaya başlayabiliyorlar. Diğer yandan bu kişiler tekrar yurtdışına döndüklerinde, yine sorumluluklarını bilen aynı melek insanlar haline dönüşüveriyorlar.

Böyle bir durum neyle açıklanabilir? Çok ilginçtir ki aynı kişiler; iyi sistemin olduğu yerde iyi, kötü sistemin ya da sistemsizliğin olduğu yerde ise kötü davranışlar sergileyebiliyorlar. Buna ister sürü psikolojisi deyin, isterseniz başka bir tanımla açıklamaya çalışın, önemli değil… Hülasa sistemin, kişileri bazen gönüllü bazen de gönülsüz olarak bu davranışları sergilemek durumunda bıraktığını görmekteyiz. O halde, örnekten hareketle sistemin kişi davranışlarını kendine dönüştürebildiğini söyleyebiliriz. Bireyin özünde iyi bir insan olması, onun her zaman iyi davranışlar sergileyebilmesi için tek başına yeterli olmayabilir. İyi sistemler iyi davranışları, kötü sistemler de kötü davranışları tetiklemektedir.

Özellikle devlette ve devleti oluşturan kurumlarda sistemlerin ön planda olması önemlidir. İşin gerçeği; anayasa, kanun ve daha alt seviyedeki bütün düzenlemeler de zaten bu sistemin oluşturulması çabasıdır. Sistemin olmadığı yerde “kişiye göre” hareket edilir ve bu da toplum hayatında tam bir kaosa sebep olur. Bu şekilde bir devlet yönetiminden bahsedilemeyeceği gibi böyle bir yönetimin uzun yıllar devam etmesinden söz etmek de imkansızdır.

Şirketler veya büyük holdinglerde de durum bundan farklı değildir. Şirketlerin en önemli problemlerinden biri hiç şüphesiz “kurumsallaşma” dır. Kamu veya özel bir kuruluşta, gerçek anlamda kurumsallaşmadan bahsedebilmek için orada, öncelikle “sistem” in varlığından söz etmek gerekiyor. Sistemin olmadığı yerde, kurumsallaşmadan da bahsetmek abesle iştigal olur. O yüzden özellikte ciddi teşekküllerde “sistem”, olmazsa olmaz konumundadır.

Birey hayatında da ulaşılması gereken ciddi bir hedef varsa, mutlaka bir sistemin kurulması ve bu sistem doğrultusunda hareket edilmesi gerekir. Şirket veya diğer kuruluşlarda olduğu gibi birey hayatında da sistem başarıyı, sistemsizlik ise başarısızlığı getirir diyebiliriz.

Öte yandan liderliğin ön plana çıktığı ülke veya şirketlerde ise farklı bir durumla karşı karşıya kalınmaktadır. Bilhassa gelişimini tamamlamamış organizasyonlarda, ne yazık ki lider bencilliğinin öne çıktığını söylemek mümkündür. Kurulduğu iddia edilen sistemlerin kişiye, özellikle de lidere “bağlı” olduğu görülmektedir. Hatta bazı yapıların çok daha ileri gittiği ve bağlılıktan da öte “lidere bağımlı” hale getirildiği müşahede edilmektedir.

Oysa bir sistem, bireye ya da lidere bağlı ya da bağımlı ise, orada bir sistemin varlığından bahsetmek zaten mümkün değildir. İşin doğrusu, bu kişiye de lider denilemez. Hakiki anlamda liderlik, insanları peşinizden sürüklemek yerine beraberce, ortak oluşturduğunuz bir geleceğe doğru yürümek ve siz olmadığınızda da gelişimin kesintiye uğramadan devamlılığını sürdürmesidir.

Diğer yandan sistemlerin, iyi yetişmiş insanlarla süreklilik kazanacağı unutulmamalıdır. İyi bir sistem, iyi yetişmiş bireylere ihtiyaç duyar. Bu sebeple “sistem liderliği” denilen yeni bir yaklaşımın varlığından da söz etmek gerekir. Hem iyi sistemlerin kurulması, hem de aksamadan işletilmesi ve sürekli geliştirilmesi noktasında bunun, önemli bir tanımlama olduğu kabul edilmelidir. Bununla birlikte gerçek anlamda iyi ve güçlü bir sistem, kesinlikle kişilere ya da liderlere bağlı veya bağımlı olamaz. Bu meyanda öngörüleri güçlü bir stratejist, lider ya da yöneticinin, bireyleri de ihmal etmeden kesinlikle sistem odaklı düşünmesi gerektiği ifade edilmelidir.