Sinemayı yedinci sanat olarak görüyoruz. Zaman zaman çok kapsayıcı bir sanat dalı olduğu iddia edilse de; esasen öyle değildir. Sinema ile evreni ya da mikro alemi anlamayı bekleyemeyiz.

Sinema sanatı, kameralarla çekilen görüntülerin (filmin), bir ışık (projeksiyon) ile perdeye yansıtılarak sesli/sessiz izlenebilir halidir. Uzmanlık gerektiren bu çekimler, sinema filmi olarak yine sinema adı verilen, özel binalarda gösterilmektedir. Sinemayı diğer çekim ve görüntülerden ayıran en büyük özellik, insan figürü üzerine çalışılmasıdır. Konsept olarak insana dair ne varsa ele alır. Genellikle; göğüs hizası seviyesinde, insan vücudunda baş ve yüze yakın üst kısımlarının daha çok kadraja girdiği çekimlerin gerçekleştiği sinema, karakterlere vurgu yapan insan merkezli bir sanat dalıdır. Cansız varlıkları, bakteriler ya da hayvanları konu alan bir sinemadan pek söz edemeyiz. Sinema adına yapılan bu tarz filmlerde, özellikle; hayvanlara insan karakterleri yüklenerek hikaye edildiğini görürüz. Konuların merkezinde, insanlar ya da karakterler olur. Dolayısıyla; sinemayı referansları çok geniş bir sanat dalı olarak değerlendiremeyiz.

Gelişen teknik ve teknolojilerle birlikte, sinema çekimleri de aşama kat etmiştir. Manuel çekimler yerini daha efektif çalışmalara bırakmıştır. Dijital kameralar ve kısmen yapay zeka cihazlarla yapılan filmler, çekim deneyimleri üzerinde ciddi katkılar sağlamış, en mükemmel sahnelerin üretilmesine imkan vermiştir. Buna rağmen; sinema, konu itibariyle insanı karakterize eden yönleri öne çıkarmaya devam etmiştir. Özne olarak, insan ve insan deneyimlerini sunmanın ötesine geçememiştir. Teknolojik imkanların bu denli ilerlemesine rağmen, eskimiş yapısına karşı, henüz; yeni bir akım, bir başkaldırı geliştirememiştir.

Sinemanın, yenilikçi tarafı henüz ortaya çıkmamış olsa da kendi içine çökük bir yanı da vardır. Bu, esasen, sinemanın ikna edici ciddi bir özelliğidir. Bu özellik, sinema düşkünü ve bağımlısı denebilecek 'sinefili' insan modellerinin üremesine neden olur. Sinemanın, insanı, iki boyutlu bir ekran, ya da beyaz perdeye odaklayıp hipnotize ettiği ortadadır. Çevresel uyarıcıların etkileri, en aza indirgenerek tüm çevrenin karartıldığı bir ortamda, filme odaklanma daha da kuvvetlenir. Bu yönde bir motivasyonu öne çıkarır.

Televizyon ve bilgisayarlardan izlenen filmlerde de ekran ışığı gözü hipnotize eder ve çevresel uyarıcılara karşı duyarsızlaştırır. Böylece; beyaz perdenin sinema etkisi, monitördeki minik ışıkların top yekün yansıması ile güçlü uyarıcı etkiyi gözlerimize gömer. Bu güç karşısında çevresel uyarıcı faktörler sönükleşir. Çevrenin uyarıcı niteliği, ekran ışığıyla köreltilmiş olur. Bu bir anlamda, sanal gerçekliğin en ilkel boyutuna da merhaba dediğimiz sürecin başıdır.

Evet. Gerek televizyon, gerekse sinema izleme motivasyonu, zamanla kültürleşmiştir. Nitekim; hayatın normal seyri içerisinde bu derece bir odaklanma yoktur. Bir filmi izlerken, karanlık ve sessiz ortamları tercih ederiz. Oysa; biriyle konuşurken, karşımızraki insana bu derece odaklanmayız. Ara ara başka yerlere, çevreye bakar bir yandan da karşımızdaki kişiyle iletişime devam ederiz. Her anımız, aksiyon içermez. İnsan dışı diğer canlılara karakterler yüklemeyiz. Diğer tüm varlıkların bizim hayatımızın içerisinde özel bir rolü de olmayabilir. Tehlikeleri önceden sezemeyiz. Gerilim, heyecan ve korku duyduğumuz anları daha yalın yaşarız.

Sinemayı yedinci sanat olarak görüyoruz. Zaman zaman çok kapsayıcı bir sanat dalı olduğu iddia edilse de; esasen öyle değildir. Genellikle insan ve karakterlere dair konseptleri kapsadığından bahsetmiştik. Yani sinema ile evreni ya da mikro alemi anlamayı bekleyemeyiz. Buna rağmen sinema tutkunları, yine de onu yüceltirler. Tabi burada animasyonlardan bahsederek bu yaklaşıma itiraz edebilirler. Ancak; animasyonlar sinema çekimi değildir. Animasyon filmler, çok farklı çalışmalardır. Buna karşın belgesel filmlerde, sinema teknikleri kullanılır. Aksi halde ilgi görmesi sağlanamaz. Bu filmlerde de hayvanların karakterize edilerek anlatıldığını, yaşamlarının hikayeleştirildiğini görürüz.

Gelinen noktada; insanı tehdit eden her unsurun, sinemayı da tehdit edeceği öngörülebilir. Yarının sineması, tıpkı insanlık gibi sanal gerçekliğe sıkışmış, olgunlaşacak yeni bir konseptin gölgesinde bekliyor.