SEYYİD VE ŞERİFLER

Ehl-i Beyti Tanımak

Kişinin ehli, zevcesi (eşi, hanımı) demektir. Kitabü'l-Ayn: c. 4, s. 89,

Kişinin ehli, insanlar arasında kendisinin hususî adamlarıdır. Lisanü'l-Arap: c. 11, s. 28,

Ehl-i beyt, o evde oturan, orayı mesken edinen kişilerdir. Es-Sihâh c. 4, s. 1628, Cevherî

Ehl-i İslâm, İslam dinini, din edinen kişilerdir. Lisanü'l-Arap: c. 11, s. 28,

Kişinin ehli, kişinin ailesi ve iyâlidir. Es-Sihâh c. 4, s. 1628, Cevherî

Beyt, ev demektir.

Ehl-i beyt, hâne halkı demektir.

"ehli beyt" ev halkı, hanedan, demektir.

Ey ehl-i beyt! Ehli beyt'ten murad, nübüvvet evinin kendisini kuşattığı erkek ve kadınlardır.

Daha sonra "Ehl-i beyt" kelimesi mutlak olarak Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin ailesi ve hâne halkı hakkında kullanıldı.

"Ehl-i beyt" denildiği zaman, Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin ehli kasd edilir.

Yani "Ehl-i beyt" kelimesiyle Haşim oğullarından Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin âl'i anlaşılır.

"Ehl-i beyt" kelimesi, Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerine nisbet edildiği zaman, Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin hane-i saadetlerinde yaşayanlar, hane halkı, eşleri, çocukları, torunları ve yakın akrabaları murad edilmiş olur.

Ezvâc-ı tâhirât yani Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin temiz hanımları ehl-i beyttir.

Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin çocukları ehl-i beyttir. Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin torunları ve zürriyeti ehl-i beyttir.

Âl Kelimesinin Manaları

"Ehli" veya Âl" kelimesinin manası, "Ehl-i beyt" kelimesinin manasından daha geniştir.

Zira "Âl" kelimesi, Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin

1-Ehl-i beyti,

2-Aile efradı,

3-Hane halkı,

4-Yakınları,

5-Hısımları,

6-Dönürleri,

7-Damadları,

8-Kayınları,

9-Ashabı,

10-Tabiîn..

11-Zürriyeti,

12-Zürriyetinin kendisiyle evlendiği kişiler,

13-Ümmeti...

14-Kıyamete kadar yeryüzüne gelecek olan ve Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerine iman eden her Müslümanı içine alır.

Bütün ümmetine "ehl-i beîd" uzak ehli denilir.

Âl, kelimesi geniş manayı ifade ettiği için, Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretleri, buyurdu:

"Takvâ sahibi ve temiz huylu her (mü'min) benim âl'imdir. "

Başka bir ifadeyle de buyuruldu:

-"Benim âl'im kıyamet gününe kadar (yeryüzüne gelen her) takvâlı (mü'mindir)" El-lübab fi Ulûmi'l-Kitab: c. 1, s. 255; Bahru'l-Ulûm: c. 1, s. 54;

Başka bir hadis-i şerifte de buyuruldu:

"Muhammed Mustafa (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretlerinin Âl'i her takvâlı (mümin)dir. Zira müttekinlerden başkası onun velileri (ve âl'i) değildir. " Cemu'l-Cevâmi' hadis no: 33, İmam Suyûtî hazretleri,

"Ehl-i beyt" kelimesi ise biraz daha dar bir manaya gelir, Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin hane halkı (eşi, çocukları, torunları ve yakın akrabaları) demektir.

Ehl-i Beyt Kimlerdir?

Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin ehli hakkında âlimler ihtilaf ettiler.

1-Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin ehl-i beyti, zekât malını yemek kendilerine haram olan kişilerdir.

İmam Azam Ebû Hanife, İmam Şafiî hazretleri, İmam Ahmed hazretleri ve Malikîlerin bazıları bu görüştedir.

2-Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin ehl-i beyti, hanımları ve zürriyetidir.

İbni Abdül-birr, İbni Arabî hazretleri ve İmam Ahmed hazretlerinden gelen bir rivayet…

3-Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin ehl-i beyti, kıyâmete kadar yeryüzünde kendisine tabi olacak olan bütün mü'minlerdir.

Beyhakî, Süfyân-i Sevrî hazretleri ve bazı âlimlerin görüşü budur.

4-Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin ehli, ümmetinden takvâ sahibi olan herkestir. Kâdî Hüseyin hazretleri ve İmam Rağib hazretleri ve onlardan başka âlimlerin rivayetleridir…

Ehl-i beyt; husisiyetle, Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin mübârek hanımları, evladı ve zürriyetidir. Yani seyyidler ve şeriflerdir.

Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin ehl-i beytini sevmek vaciptir.

-"De ki:

-“Buna karşılık sizden, yakınlıkta sevgiden başka bir ecir istemem!” Ve her kim çalışır, bir güzellik kazanırsa ona onda daha ziyâde bir güzellik veriririz; çünkü Allah gafûr’dur şekûr’dur!" Eş-Şûrâ: 42/23,

Allâhü Teâlâ hazretleri, Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlernin ehl-i beyti hakkında buyurdu:

-"Allah sâde şunu istiyor; Sizden kiri uzaklaştırsın da ey ehli beyt, sizi tertemiz/pâk etsin!" El-Ahzûb: 33/33,

Ehl-i beyt, Allâhü Teâlâ hazretlerinin bereketine nail oldular. Allâh'ü Teâlâ hazretlerinin rahmet ve bereketi ehl-i beyt üzerinedir.

-"Allah’ın rahmeti ve berekâtı var üzerinizde ey ehl-i beyt. Şüphe yok ki O bir hamîd’dir, mecîd’dir" Hûd: 11/73,

Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretleri, buyurdu:

-“Ehl-i beytim… Size ehli beytim hakkında Allâhü Teâlâ hazretlerini hatırlatırım (Allâh için ehl-i beytime iyi davranın)!

Size ehli beytim hakkında Allâhü Teâlâ hazretlerini hatırlatırım (Allâh için ehl-i beytime iyi davranın)! Size ehli beytim hakkında Allâhü Teâlâ hazretlerini hatırlatırım (Allâh için ehl-i beytime iyi davranın)!” Sahih-i Müslim: 6378,

"Kim, Allâhü Teâlâ hazretlerini severse; Kur'ân-ı kerimi sever.

Kim, Kur'ân-ı kerimi severse; beni sever.

Kim, beni severse; benim ashâbımı ve akrabalarımı (yakınlarımı) sever... Sebîlü'l-Hüdâ ver-Reşâd fi Siyreti'l-Hayri'l-İbâd: c. 11, s. 4,

Sizin en hayırlınız, benden sonra benim ehl-i beytime en hayırlı olanınızdır." Kenzu'l-Ummâl: 34146;

"Benim ehl-i beytimin misâli, Nuh Aleyhisselâmın gemisi misâlidir. Kim, ona binerse kurtulur. Ve kim ona binmekten geri kalırsa; o kişi de boğulur. Kenzu'l-Ummâl: 34144;.

-"Sırat köprüsü üzerinde ayağı en sabit (kadem) olanınız; benim ehl-i beytime ve ashâbıma en çok sevgi besleyeninizdir…" Kenzu'l-Ummâl: 34157;

“Ben sizin aranızda (iki şey) bırakıyorum. Siz onları tuttuğunuz (onlara sımsıkı sarıldığınız) müddetçe benden sonra (yolunuzu) saptırmazsınız. O iki ağırlıktır. Onlardan biri diğerinden daha büyüktür.

1-Allâhü Teâlâ hazretlerinin kitabıdır. Gökten yer uzatılmış (yeryüzüne indirilmiş)tir.

2-Bir de evlâdım (ahfâdım ile) ehli beytimdir. Bunlar havzımın başına gelesiye kadar birbirinden ayrılmayacaklardır...” Müsned-i Ahmed: 10779,

İslâm uryan (soyuttur).

İslâmın elbibesi, hayatıdır.

İslâmın ziyneti (süsü) vefâ'dır.

İslâmın mürüvveti sâlih ameldir.

İslâm'ın direği verâ (ve takvâ)dır.

Her şeyin bir esası vardır. İslâmın esâsı da Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin ashâbını sevmek ve Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin ehl-i beytini sevmektir…" Câmiu'l-Ehâdîs: 10153,

Bugün Kim Ehl-i Beytin Soyundandır?

Bu gün kimin Ehl-i beyt soyundan (Seyyid veya şerif) olduğu değişik belgeler ile ispat etmek lazım.

Bir kişinini ehl-i beyt soyundan geldiği,

1-Nakıbül-Eşraf kayıtlarına dayanması gerekir.

2-Ya çok sağlam resmi vesikalar (Başbakanlık devlet (yan Osmanlı) arşivi,

3-Seyyid oldukları için tekal-i örfiyyeden muaf olduklarına dair devletin resmi kurumlarının verdiği belgeler,

4-Ya da Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretlerinin onları tasdik etmesi lazımdır.

5-Hiçbir yerde kaydı olmayan unutulmuş Seyyidler…

Nakıbül-Eşraf Defterinden Bir Sahife

Dünya Seyyidler ve Şerifler Derneği Kurucularından ve genel başkanı Sayın Hüseyin Zerrakînin atalarının yazıldığı nakıbül-eşraf defterinin sahifesidir:

Günümüz fahri nakibül eşrafi, Dünya Seyyidler ve şerifler Derneği başkanı Seyyid Hüseyin Zerrakî ve Siverek Bucak aşiretinden Hacı Ali efendi ailesinin Seyyid olduklarına dair nakibül-Eşraf belgesi

Kitaplarda Geçen Belgeler

Şeyhbizinli (şeyhbizinlü, şeyhbozanlı, şeyhbuzunlu, şeyhbuzunî), cemaati İmam Muhammed el-Bakır (Hazretlerinin) ve Zeyne'l-Âbidîn (r.h.) Hazretlerinin ve Şeyh Selâhaddîn (Hazretlerinin) sülâlesinden olup, Ankara sancağında iskan etdirilmiştir... " Başbakanlık Arşivi Belgelerine Göre Osmanlı İmrapatorluğu'nda OYMAK, AŞİRET ve CEMAATLAR, s. 596, Cevdet Türkay, İşâret yayınları, 3. Baskı: 2005-İstanbul,

Başbakanlık Arşivi Belgelerine Göre Osmanlı İmrapatorluğu'nda OYMAK, AŞİRET ve CEMAATLAR, s. 596,

Başbakanlık Arşivi Belgelerine Göre Osmanlı İmrapatorluğu'nda OYMAK, AŞİRET ve CEMAATLAR, s. 358, Cevdet Türkay, İşâret yayınları, 3. Baskı: 2005-İstanbul,

ARŞİV BELGESİ

Şeyhbizinli aşiretinin seyyid olduklarına dair Başbakanlık Devlet Arşivi Belgesi

Başbakanlık Devlet Arşivinden nin Türkçe okunuşu

[Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Cevdet Evkaf Tasnifi, Nu:258/10616]

Emr verilmiştir müfassalı Defterdarın sah imzası.

Erzincan kazası nâ’ibine hüküm ki

Senkimevlânâyı muma ileyh es-Seyyid İbrahim zîdeilmuhusunsüdde-i sa‘âdetime mektûb gönderûbŞeyhbizinli Aşiretinden m?es-Seyyid Molla Musa ve karındaşları es-Seyyid Molla Hasan ve es-Seyyid Süleyman zîdeşerefuhum meclis-i şer‘avârûb bunlar sahîhüʹn-nesebsâdât-ı kirâmdanolubisbât-ı neseb eylediklerine İstanbul nükābasındanyedlerinema‘mulunbih hüccet ve temessükleriolub Erzincan kasabası toprağında biʹl-fi‘ilzabt ve tasarruflarında avârızhânesine bağlı tekâlîf alınmak îcâb eder emlâk ve yerleri olmayûbahâlî-i kasaba taraflarından tekâlîf-i ve ehl-i örf ta’ifesini taraflarından dahi bilaemr-i şerîf tekâlif-i şakke talebiyle te‘addi ve rencîdehâlî olmamalarıyla hilâf-ı kānûn ol-vechlezâhir olan müdâhale ve te‘addileri men‘ ve def‘ olunmak bâbında hükmü hümâyunum verilmek ricâsınavâki‘-i hâlîbiʹl-iltimâs arz ve divân-ı hümâyunumdan kānunusu’âlolundukdabâlâdamezkurüʹl-esâmi kimesneler sahîhüʹn-nesebsâdât-ı kirâmdanolubisbât-ı neseb eylediklerinde İstanbul nükabâsındanyedlerindema‘mulunbih hüccet ve temessükleriolub Erzincan kasabası toprağında biʹl-fi‘ilzabt ve tasarruflarında hâne-i avârıza bağlı tekâlif alınmak îcâb eder kadîmî emlâk ve yerleri yok ise ahâlî-i kasab taraflarından tekâlif-i ve ehl-i ireftâ’ifesi taraflarından dahi bilaemr-i şerîf tekâlif-i şakkemütalebesiyleta‘addilerimüğayir-i kanun kanundur deyûtahrîrolamağlakānun üzere amel olunmak bâbında fi evahir-i L 1295 tarihinde Divan-ı Hümayun tarafından emr-i âlî sadır olduğu mükayyeddir.

Kanun üzere buyuruldu. Sah 29 Ş 1249

[Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Cevdet Evkaf Tasnifi, Nu:258/10616]

Atebe-i aliyye-i adâlet-ünvân ve südde-i seniyye-i sa‘âdet-nişân lâ zâletalihî ilâ yevmi'l-haşrive'l-mîzântürâbınabi-tarîki'l-a‘lâmhakîkateserleridür ki

Şeyh BızınluAşîreti'nden es-Seyyid Musa ve karındaşları Seyyid Hüseyin ve Seyyid Süleyman sâdât-ı kirâmdanolubyedlerindeİslambolNükebâsı tarafından ma‘mulü'n-bih hüccetleri olub Oltu kasabası tarafında bi'l-fi‘lzabt ve tasarruflarında avârızhânesinebağlu tekâlif îcâb eder emlâk yerleri olmayubahâlî-yi kasaba taraflarından tekâlif ve ehl-i örf ta’ifesi taraflarından bilâemr-i şerîf tekîlif-i şâkka ve mîrînâmiyle diyerek mutâlebe ile rencîdeetdiklerinden mukaddem Erzincan kasabasında ikâmetetdiklerinden kasaba-i mezkûr Kâdîsi Efendi tarafına hitâbenmûmâ-ileyhümûnuntelâlif-i şâkkabilâemr-i şerîf mutâlebe olunmaması husûsuna bir kıt‘afermân-ı celîlü'l-ünvâninâyet-i şâhâne buyurulmuş ise de el-hâletühazihiSeyyid Musa ve Seyyid Hüseyin ve Seyyid Süleyman ve evlâdlarıSeyyid Veli ve Seyyid Osman ve Seyyid Ali ve Seyyid Mustafa ve Seyyid Abdurrahman ve Seyyid Yusuf ve Seyyid Ahmed ve Seyyid Muhammed ve Seyyid Abdullah ve Seyyid Şerif Muhammed ve Seyyid Hasan Oltu kasabasında sâkinlerolubbilâemr-i şerîf tekâlif-i şâkka ve mîrînâmiylemerkûmûnlarıehl-i örf taraflarından rencîdeetdiklerindeyedlerinde olan ma‘mûlü'n-bih hüccetleriyle mazmûnuinâyet buyrulan fermân-ı âlîşânıibrâzetdiklerinde yedinizde olan senedâtlarınızatîklenmiş diyerek ehl-i örf tâ’ifeleri amel etdiklerindenAşîret-i merkûmûnmahfel-i kazâyagelübyedlerinde olan senedâtlarınıibrâz ve Seyyid Musa ve Seyyid Hüseyin ve Seyyid Süleyman'ın sulb-i sahîhevlâdları olduklarını isbâtetdiklerindeyedlerinde olan senedâtlarımûcibimüceddedenbilâemr-i şerîf mîrînâmiyle ve tekâlif-i şâkkaehl-i örf taraflarından mutaâlebe olunmaması husûsuna bir kıt‘afermân-ı celîlü'l-ünvâninâyet buyurulmasını pâye-i serîr-i saltanat-ı a‘lâyai‘lâm ile deyüiltimâsistid‘â etmeleriyle ol ki vâki‘ hâldir serîr-i saltanat-ı a‘lâyai‘lâm olundu ol bâbda emr ü fermân men el-izzüve'ş-şerefündürhurrire fî evâ’il-i şehr-i Receb-i Şerîf sene tis’a ve erba‘în ve mi’eteyn ve elf

El-Abdü'd-dâ‘î el-kadîm

es-Seyyid Muhammed Ârif

el-Nâ’ib-i be-kazâ’i Oltu

[İmzâ]

Sâh

Kânûnüzre hüküm yazıldı

Fî 29 Ş. Sene [12]49

[İmzâ]

Mühr-i mutâbık

[Mühür]

Husûs-ı mezbûr tekâlif nizâ‘ınadâ’irmevâddanolubbâlâda kaydı der-kenâr olunan emr-i âlî dahi yine nizâ‘ımezkûrdan dolayıdârende-i arz babaları istid‘âsıyla sordurulmuş olmağla derûn-ı i‘lâmın muharrer mîrî lafzından sarf-ı nazar olunarak ancak kânun üzreemr-i a‘lîi‘tâsıiktizâ eylediği ma‘lûm olanları buyuruldukda FermânDevletlü Sultânımındır

Fî 25 Ş sene [12]49

******************************************************************

Şeyhbizinîlerin Şecereleri

Şeyhbizini aşireti, İmam Bakır Kuddise Sırruhû Hazretleri, Zeyne’l-âbidin Kuddise Sırruhû Hazretleri, İmam Hüseyin (Radiyallâhü anhü) Hazretleri ve İmam Ali (Radiyallâhü anhü) Hazretlerinin soyundan gelmektedirler.

Yukarıdaki belge ve şu an Türkiyenin değişik bölgelerinde bulunan Şeyhbizini aşiretine mensup ailelerin ellerinde bulunan belgeler onların Seyyid olduklarına dair belgelerdir. Onların Seyyid olduklarını kesin bir şekilde ispat etmektedir.

Ehl-i beyt, seyyid ve şeriflere konusunda araştırma yapan araştırmacılar, mutlaka şeyhbizinlerinin şecerelerini incelemelidir.

Haymana ovasının içine dağılmış olan bu şeyhbizinlerin ellerinde bulunan ona yakın şecere incelendiği zaman, “Şeyhbizinlerin Ehl-i Beyt Şecereleri” diye çok ciddi ve büyük bir eser meydana çıkar.

Zira bu şecereler, değişik zamanlarda kendilerine verilmiş resmi vesikalardır.

Aynı aşiretin değişik ailelerinin elinde on kadar şecerelerin bulunması; Şeyhbizinlerinehl-i beytten olabileceklerinin delilidir. Kendileri, bilmeseler bile...

Birçok kişi bu realiteyi kendi akıl ve mantığıyla kabul etmezse bile; eldeki veriler onların, İmam Bakır (k.s.) hazretlerinin, Zeynelâbidîn (k.s.) hazretlerinin ve dolayısıyla Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin soyundan gelen kişiler olduklarını belgelemektedir.

Osmanlı devletinin değişik vilâyet, makam ve mahkemelerde kendilerine verilen şecereler, Şeyhbizinlerinehl-i beytten olduklarını göstermektedir.

Siverek şeyhbizinlerinin ellerinde de kendilerinin ehl-i beyt’ten olduğunu gösteren Nakîbü’l-Eşraf ve değişik Osmanlı makam ve mahkemeleri tarafından verilmiş belgeler var…

Şeyhbizinî âşireti, ehl-i beyt’ten olup “seyyîd”tirler. Ama gün toplumda seyyidlikleri unutulmuş bir aşirettirler.

Hatta birçok Şeyhbizin aşireti mensubu bile kendisinin ehl-i beyt’ten ve seyyid olduğunu bilmiyor.

Ruhu’l-Beyan tefsirin Arapça ve FarçadanTürkeye tercüme eden, Ömer Faruk Hilmi, “EHL-İ BEYT” isimli kitabında anlattı:

Ruhu’l-Beyan tefsirini çok seven bazı Haymanalılar, Ruhu’l-Beyan tefsirinin bir cildini kendi şehirlerinde bitirmemi, istediler.

Haymana şehri ve çevresinin bu mübarek tefsirin feyzinden ve berekettin faydalanmasını arzu ettiler.

Onları kıramadım.

Haymanaya gittim.

Haymana obasında birçok köyü dolaştım.

Haymana köylülerinde sohbet meclislerine katıldım.

Taziyelerinde bulundum.

Düğünlerine katıldım.

Haymana ve civarında otuzdan fazla şeyhbizini köyü vardı.

Köy kahvelerinde bir başka araştırmacı ve yazar ile tanıştım.

Haymana obasını adeta bir araştırma atölyesine çevirmişler.

Toplandıkları yer köy kahvesi...

Köy kahvelerinde Şeyhbizinlerin, örf, adet, gelenek ve sosyal hayatları hakkında kitaplar, hazırlanıyor ve araştırmalar, yapılıyordu.

Haymana ovasında büyük bir kültür, sanat, edebiyat ve sosyolojik araştırmalar yapılıyordu.

Şeyhbizin insanları, ehl-i sünnet vel-cemaat ve hemen hemen hepsinin Yavuz Sultan Selim Hana büyük bir muhabbetleri vardı.

Şeyhbizin insanları, gerçekten, çok saf ve çok temiz olarak gördüm.

Yaşama sevinciyle dolu mutlu insanlardı. Muhabbet, cezbe, tasavvuf ve ilme aşık kişilerdi. Köylerde Kur’ân-ı kerim dersleri ve kitap okumaları geceleri tertiplediklerini söylediler.

Köylülerin tenkid ettikleri insan bile “ben ehl-i sünnet vel-cemaatim” diyor.

Haymana köylerinde şeyhbizinler arasında Osmanlılar döneminde nakîbu’l-eşraf tarafından mühürlü yaklaşık on kadar şecere yani kendilerinin Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin soyundan geldiklerini gösteren resmi Osmanlı belgesi gördüm.

Birçok padişahlar tarafından kendilerine verilen fermanlar vardı.

Nakîbü’l-eşrafın hususiyetle Hicrî 1200 tarihinden önce kendilerine verilen şecereleri ve değişik tarihlerde kendilerine bir ayrıcalık için Osmanlı, vali, kâdi ve hatta padişahlar tarafından kendilerine verilen fermanları görünce; o insanlara olan saygı ve sevgim biraz daha arttı.

Hiç ummadığın bir köylü ehl-i beytten olabiliyor.

Ellerinde şecere ve ferman olanların çoğu, o ellerindeki belgelerin tarihi değerinden ve vesikaların taşıdığı manâdan habersiz idiler.

Haberi olanlar ise,

"Biz, seyyidiz! Biz ehl-i beytteniz!" diye bir iddiada bulunmuyorlardı.

Onlara,

-“Bu ferman, padişah size gittiğiniz her yerde sizin devlet kapılarının açılması, kimsenin size dokunmaması, hatta size saygı gösterilmesi ve işlerinizin kolaylıkla yapılması” hakkındadır, dediğimiz, şaşırıp kaldılar.

Onlara:

“Bu belgeler de eğer doğru ise sizin Zeyne’l-âbidîn (r.h.) hazretlerinin soyundan gelenehl-i beyt olduğunuzu söylüyor.” dedim.

Onlara:

-“Bu belgeler ile övünmeyin. Mağrur olmayın… Bu değerli belgeler, siziAllâh'ın azabından kurtarmaz. Siz, kendinize gelin. Zeyne’l-âbîdin hazretlerinin ihlas ve takvasına sahip olmaya çalışın. Kendinizi ibadete verin. Zulümden, haramdan ve büyük günahlardan uzak durun… Çünkü ehl-i günahlardan mahfûzdur. Asla büyük günahlara yaklaşmazlar…

Allâhü Teâlâ hazretlerinin kitabına ve Peygamber Efendimiz (Sallallâhü aleyhi ve Sellem) hazretlerinin sünnetine bağlı olun. Evliyâ ve âlimlerin yolundan yürüyün! Kendi kıymetinizi bilin…” dedim.

Bu belgelerden bir şecereyi evinde bulunduran bir amca,

-“Rahmetli babam hasta olduğu zaman, bize “oğlum o şecereyi bana getirin” derdi.

Babam o şecereye bakarak mutlu oluyor. İç âlemine dalıyor. Birçok dert ve hastalıklarını unutuyordu!” dedi.

Şeyhbizinlerin, ehl-i beytten olduğunu gösteren o resmi vesikaları görünce, araştırmacı-yazar rahmetli Cevdet Türkay beye hak vermekten kendimi alamadım.

Rahmetli Cevdet Türkay, uzun süre Başbakanlık devlet arşivlerinde oymak, aşiret ve cemaatlar hakkında araştırma yaptı.

Bu araştırmalarını bir kitap haline getirdi.

Osmanlı belgeleri üzerine yapmış olduğu araştırmanın sonunda Başbakanlık Arşivi “Belgelerine Göre Osmanlı İmrapatorluğu'nda OYMAK, AŞİRET ve CEMAATLAR” kitabını yazdı. Ve kitabında şeybizinlerin, İmam Bakır (r.h.) hazretlerinin ve İmam Zeynel-âbidîn (r.h.) hazretlerinin soyundan geldiğini (ve seyyid olduklarını) yazdı.

Vekitabındabuyurdular:

Şeyhbizinli (şeyhbizinlü, şeyhbozanlı, şeyhbuzunlu, şeyhbuzunî), cemaati İmam Muhammed el-Bakır (hazretlerinin) ve Zeyne'l-Âbidîn (r.h.) hazretlerinin ve Şeyh Selâhaddîn (hazretlerinin) sülâlesinden olup, Ankara sancağında iskânetdirilmiştir... " Başbakanlık Arşivi Belgelerine Göre Osmanlı İmrapatorluğu'nda OYMAK, AŞİRET ve CEMAATLAR, s. 596, Cevdet Türkay, İşâret yayınları, 3. Baskı: 2005-İstanbul,

Daha sonra başbakanlık Devlet Arşivinde yaptığımız araştırmada, Şeyhbizinlerin İmam Bakır Hazretlerinin soyundan geldiklerini gösteren resmi belgeye rastladım

Tekalif-i Örfiden Muafiyet Belgeleri

Birçok ailenin elinde Seyyid oldukları için tekalif-i örfiyyed muaf olduklarına dair değişik belger var. Bu belgeleri görmemezlikten gelemeyiz. Bu belgeler, verildikleri makamlara göre kuvvetli belgelerdir.

Siverek Şeyhbizinlerinden Seyyid Hüseyin ve yakınlarının Tekalif-i Örfiyyeden muaf olduklarına dair resmi belge…

Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretlerinin Soylarını Tasdik Etmesi

Eskide, mü'minler bir kişinin ehl-i beytten olup olmadığı konusunda ihtilafa düştükleri zaman, Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin kabr-i şeriflerine giderlerdi. Nesebinde ihtilaf edilen zat;

-"Es-selâmü aleyke yâ ceddî- Ya rasûlallah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)!" derdi.

Eğer o kişi, Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretlerinin soyundan ise, Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretleri, ona cevap verirdi. İşte birkaç misal…

Seyyid Ahmed Er-Rîfâî (k.s.) Hazretleri

Seyyid Ahmed Er-Rîfâî (k.s.) Hazretleri, Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretlerinin ziyâretine geldi.

Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretlerinin mübârek kabri şerifi­nin karşısında, durdu.

Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretlerine salât-ü selâm ile saygı­larını arzetti ve dedi:

-"Ya Resûlallah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)!

Uzaklık halinde ruhumu zatı âlinize gönderiyor­dum.

Ve şimdi sıra cesedime geldi.

Gerçekten (önünde) hazırdır.

Ruhum gelip toprağını öpüyordu;

O benim vekilimdi…

(Şimdi cesedimle ruhumla beraber geldim)

Uzat mübârek elini!

Dudaklarım ona değme hazzını lezzetini alsınlar!

O mübârek elini öpme şerefine nâil olayım!"

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretlerinin müba­rek kabri şeriflerinden nur gibi parlayan bembeyaz eli uzandı.

Seyyid Ahmed Rîfâî (k.s.) Hazretleri o mübârek eli öptü, Tenbîhü'l-Gâbî fî Rü'yeti'n-Nebî, s. 39, Şeyh Yusuf el-Halveti

Orada bulunanlar hayretle hâdiseyi gördü.

Peygamber efendimizin mübârek ellerini öptükten sonra, Ravda-i mutahheranın kapılarının eşiklerine yattı.

Ağlayarak, oradaki cemâatın cümlesine;

"Üzerime basarak geçiniz." diye yalvardı.

Âlimler başka kapılardan çıkmağa mecbur oldu.

Diğer kimseler üzerine basarak kapıdan çıktılar.

Bu kerâmet pek meşhûr olup, dilden dile günümüze kadar gelmiştir . Saadetü'd-Darayn: s. 468; Yusuf Nebhani

Böylece Ahmed Rifâî (k.s.) Hazretlerinin ehl-i beytten olduğu zahir oldu.

Abdülazîz ed-Dîrînî Hazretleri

Abdülazîz ed-Dîrînî Hazretleri, Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretlerinin ehli-i beytinden eşraftan idi.

Eşraftan bazı zatlar, bu konuda kendisiyle münazaa ettiler. Onun eşraftan olmadığını yani Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretlerinin soyundan gelmediğini söylediler.

Münâkaşa büyüdü.

Memleketin söz sahipleri araya girdiler.

Onlara:

-"Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretlerinin kabri şerifine gidin, orada Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretlerine seslenin, Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretleri, kime cevap verirse; o kişi ehl-i beyttendir," dediler.

Bu görüş kabul edildi.

Cuma günü Cuma namazından sonrası için sözleştiler.

Şehrin ileri gelenleri ve ben seyyidim, ben eşraftanım, ben Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretlerinin soyundan geliyorum," diyenlerde orada toplandılar.

Seyyid Abdülaziz ed-Diynîrî Hazretleri, seyyid ve şeriflere:

-"Önce siz buyurun!" dedi.

Seyyid ve şerif olduklarını iddia edenler, öte atıldılar.

Teker teker, Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretlerinin kabrinin başına gittiler.

-"Ey dedeciğim! Ey rasûlallah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)" dediler.

Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretleri, hiçbirine cevap vermedi.

En son, Şeyh Abdülaziz ed-Diynîrî Hazretleri, Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretlerinin kabrinin başına geldi.

Mütevâzî bir sesle:

-"Ey dedeciğim! Ey rasûlallah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)" dedi.

Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretleri, kendisine seslendi:

-"Buyur! Ey Abdülaziz!"

Abdülazîz ed-Dîrînî (k.s.) Hazretlerinin yanında saf tutanların hepsi, Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretlerinin mübarek sesini işittiler.

Arkadakiler, işitmediler.

Onlar inkar ettiler.

Abdülazîz ed-Dîrînî (k.s.) Hazretleri, bir daha seslendi:

-"Ey dedeciğim! Ey rasûlallah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)" dedi.

Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretleri, kendisine cevap verdi:

-"Buyur! Ey Abdülaziz!"

Halk, Abdülazîz ed-Dîrînî (k.s.) Hazretlerinden rica etti. Tam üç kere tekrarladı. Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretleri de üç kere kendisine cevap verdi.

O gün orada bulunan herkes, Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretlerinin mübarek seslerini işittiler. Saadetü'd-Darayn: s. 497, Yusuf Nebhani;

İnsanlar, Abdülazîz ed-Dîrînî (k.s.) Hazretlerinin ehl-i beytten olduğuna kanaat getirdiler.

*******************************************************************

Emîr Sultan Hazretleri

Emîr Sultan Hazretleri, 17-18 yaşlarına geldiğinde babası vefât etti.

Babasının vefâtından sonra bir müddet Buhârâ'da kaldı.

Sonra aldığı ilâhî emîr üzerine Mekke'ye gitti.

Hac farîzasını yerine getirdikten sonra Medîne'ye geçti.

Niyeti, ceddi Resûlullah efendimizin mübârek kabirlerine yakın bir yere yerleşmek ve ömrünün sonuna kadar orada kalmaktı.

Medîne'ye geldiği zaman, kalacak bir yer bulamadı.

Seyyidler için ayrılmış bir oda olduğunu duydu ve oraya gitti.

Orada bulunanlar, seyyid olduklarını ve odanın kendilerine tahsis edildiğini söyleyerek, Emîr Sultan'ı yanlarına almak istemediler.

Emîr Sultan hazretleri, onlara;

"Ben de seyyidim." dedi ise de dinlemediler.

Hattâ Emîr Sultan Hazretlerine;

"Senin seyyid olduğunu burada kim bilir? Seyyid olsaydın hâlinden belli olurdu." dediler.

Emîr Sultan onlara;

"Ben de burada, Allah'ın garib bir kuluyum.

Bizim yolumuzda gurûr ve kibir yoktur.

Gelin berâber kâinâtın efendisi Resûlullah efendimizin türbesine gidelim.

Selâm verelim.

Hangimizin selâmına cevap verirse, onun nesebinin sahîh olduğu belli olsun." dedi.

Bu teklif üzerine, onlar türbeye dahî gitmeden, yüzlerini Resûlullah efendimizin türbesine dönerek;

"Esselâmü aleyke yâ ceddî!" dediler.

Fakat hiçbirine cevap gelmedi.

Emîr Sultan, ihlâs ve şevkle;

"Esselâmü aleyke, yâ ceddî!" dedi.

Resûl-i ekrem mübârek sesiyle;

"Ve aleyküm selâm, yâ veledî!" diye cevap verdi.

Bunun üzerine orada bulunanlar, görünüşte fakîr ve hakîr gibi olan Emîr Sultan karşısında büyük bir mahcûbiyet duydular ve af dilediler.

Emîr Sultan Hazretleri, Medîne-i münevvereye yerleşmek ve ömürlerinin sonuna kadar orada kalmak niyetinde iken, bir rüyâ gördü.

Rüyâsında Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretlerini ve Hazret-i Ali yanyana oturmuş hâlde idiler.

O da gidip edeble yanlarına diz çöküp oturdu.

Hazret-i Ali ona;

"Ey Oğlum! Sana cenâb-ı Hak tarafından ceddin Muhammed'in sünnetini, takvâ yoluyla öğretmen için Rum iline gitmen işâret olundu.

Senin önünde, ilerliyen nûrdan üç kandil belirecek, o kandiller nerede gözünden kaybolursa orada kalacaksın.

Mezarın da orada olacak." dedi.

Emîr Sultan uykudan uyanınca;

"Demek ki takdîr-i ilâhî böyle." diyerek yola çıktı.

Hazret-i Ali'nin dediği gibi, üç kandil ona kılavuzluk etti.

Emîr Sultan, Medîne'den yola çıktı.

Bursa'ya doğru gelirken, yolda bir beyin oğlu, Emîr Sultan'ı gördü.

Kalbi ona talebe olmaya meyletti.

Hemen silâhlarını bırakıp, Emîr Sultan'ın yanına gitti.

Ondan kendisini talebeliğe kabûl etmesini istirhâm etti.

Emîr Sultan onu talebeliğe kabûl etti.

Bir süre sonra bir yol kavşağına vardılar.

Oranın yerlisi olan bir kişi, yolun birinde, geçit vermeyen bir ejderhâ, büyük bir azman yılanın olduğunu söyledi ve o yoldan gitmemelerini tenbih etti.

Emîr Sultan'ın önünde giden kandil o yolu gösterdiği için, o yoldan ilerlediler.

Bir süre sonra yol kenarında bir ejderhânın uzandığını gördüler.

Ejderhâ, sanki avını bekler gibi değil de, şerefli bir misâfiri bekler bir hâldeydi.

Emîr Sultan hâriç, herkes ürkek bir hâlde ve endişe içinde yürüyordu ve;

"Acabâ ejderhâ ne yapacak? Kâfileden kimlere saldıracak?" soruları zihinlerini kurcalıyordu.

Kâfilenin önünde bulunan Emîr Sultan, ejderhâya yaklaşınca, ejderhâ derhâl Emîr Sultan'ın devesinin ayaklarına kapanarak;

"Hoş geldiniz Şeyhim! Emrinizdeyim!" dedi.

Kâfiledekiler bu durumu hayretler içinde seyrettiler.

Fakat onlara yolda katılan bey oğlu, bu duruma pek inanmadı.

O sırada ejderhâ, derhâl onun üstüne atladı. Beyzâde;

"Aman Allah'ım! Yâ Emîr bana yardım et!" deyince,

Emîr Sultan ejderhâya onu bırakması için işâret etti.

Bunun üzerine ejderhâ, derhâl geri dönerek oradan uzaklaştı.

Böylece, gencin kalbindeki şüphe gitmiş oldu.

Emîr Sultan'ın kâfilesi, Sakarya Nehri kenarında bulunan bir bahçede konaklamıştı.

Bahçede her çeşit meyve vardı.

Fakat talebelerden birinin canı hurma istedi.

O sırada talebenin önünde bir hurma ağacı yükseldi.

Üzerinde olgun meyveleri vardı.

Ama talebe, olup biteni bir türlü anlamadı.

"Acabâ eskiden burada mıydı? Yoksa ben bunu görmedim mi?" soruları zihnini kurcaladı.

Bunu fark eden Emîr Sultan;

"Canın hurma yemek istiyordu, işte hurma, al ye!" buyurdu.

Bunun üzerine talebe, bu durumun hocasının kerâmeti olduğunu anladı.

Emîr Sultan Hazretleri Bursa'ya geldiği zaman, önündeki nûrdan üç kandil, pınar başında Üç servi civârında fakirler için tahsis edilmiş eski bir kilisenin yanında durdu.

Böylece Emîr Sultan Bursa'ya yerleşti.

Bu sırada Yıldırım Bâyezîd Han Macarlarla savaşıyordu.

Düşman kuvvetleri, Osmanlı ordusuna büyük zâyiât verdiriyordu.

Bu esnâda bir genç, yaralıların yaralarını sarıyor, bâzan da ellerini açıp duâ ediyordu.

Kolundan yaralanan Yıldırım Bâyezîd, bu genç askerin gayret ve mahâretle yaraları sardığını görünce, o gence karşı kalbinde bir yakınlık hâsıl oldu.

Yanına kadar giderek;

"Benim de kolumda yara var, yaramı sar!" deyince, Emîr Sultan cebinden bir mendil çıkarıp;

"Buyurun Pâdişâhım, sizin yaranızı da bu mendil ile sarayım." dedi.

Sabah olunca, sarılan bütün yaraların iyi olduğunu, askerlerin ayağa kalktıklarını Yıldırım Bâyezîd Hana haber verdiler.

Yıldırım Bâyezîd de merak edip kendi yarasını açarken, kolundaki mendilin, hanımının nişanlı iken kendisine hediye ettiği mendilin yarısı olduğunu farketti.

Akşam yaraları saran askerin, yanına getirilmesini emretti.

Fakat o kimseyi bulamadılar.

Osmanlı ordusu daha sonra Niğbolu Kalesi önlerine geçti.

Niğbolu Kalesinin fethi için günlerce kanlı çarpışmalar oldu.

Kale bir türlü feth edilemedi.

Hücûmların en şiddetli ânında, daha önceki muhârebede askerlerin yaralarını saran genç, kale kapısını ardına kadar açtı.

Yıldırım Bâyezîd ve askerleri kaleye girdiler.

Kaledekiler, bu durum karşısında teslim olmak mecburiyetinde kaldılar.

Zaferden sonra bu genci aradılar, bir türlü bulamadılar. Yıldırım Bâyezîd Han, Rumeli fethinden sonra Bursa'ya gelmeyip Edirne'de konakladı.

Bu sırada Yıldırım Bâyezîd'in kerîmesi (kızı), rüyâsında Peygamber efendimizi gördü.

Resûl-i ekrem ona;

"Oğlum Muhammed Buhârî ile evlen, sakın beni kırma ve sözümü dinle!" buyurdu.

Temiz rûhlu, edeb ve hayâ sâhibi Hundî Fâtıma Sultan, rüyâsını kimseye söyleyemedi.

Ertesi gün yine Resûl-i ekremi rüyâda gördü. Server-i âlem, ona;

"Eğer âhirette benden şefâat etmemi istiyorsan, Muhammed Buhârî ile evlen." buyurdu.

Hâlbuki Hundî Fâtıma Sultanın, Rumeli Beylerbeyi Süleymân Paşa ile evleneceği söylenmekte idi.

Emîr Sultan, zâhiren fakîr ve garîb bir kimse idi.

Hundî Sultan, bu çâresizlikler içinde bunalıp, duâ etti.

"Acabâ Emîr Buhârî'nin bundan haberi var mı?" dedi.

Kiminle ve nasıl haber gönderebileceğini düşünüyordu.

Sonra kendisi gibi edeb ve hayâ sâhibi hizmetçisine rüyâsını anlattı ve durumu Emîr Sultan'a bildirmesini söyledi.

Hizmetçisi gidip durumu Emîr Sultan'a anlatınca, o;

"Bizim de mâlûmumuzdur. Nikâhımız, Allahü Teâlâ tarafından kıyıldı. Dînimiz üzere burada da kıyılması gerekir.

Durumu Hundî Fâtıma Sultan'a iletin." dedi.

Bunun üzerine Emîr Sultan, dünürler gönderip sultânın kızını istedi.

Fakat Vâlide Sultan kızını vermek istemeyip, işi zora sürerek, dünürlere;

"Emîr Sultan'a söyleyin, kırk deve yükü altın getirirse kızımı veririm." dedi.

Emîr Sultan Hazretleri de;

"Sultan vâlidemiz develeri göndersinler, isteklerini yerine getirelim. İstediği altınları gönderelim." deyince, sarayı bir telâş aldı.

Bu işe kimsenin aklı ermedi.

Böyle fakir bir dervişin kırk deve yükü altını nasıl vereceğini, şaşkınlıkla karşıladılar.

Saraydan kırk deveyi Emîr Sultan'a götürdüler.

Emîr Sultan, develerle birlikte Nilüfer Çayının kenarına gitti.

Develeri getirenlere;

"Heybeleri bu kumlarla doldurun, sizler de istediğiniz kadar alın. Aldığınız altın olsun." buyurdu.

Kimisi şüphe ederek bir şey almadı. Kimisi de heybeleri ve keselerini doldurdular.

Kırk deveden meydana gelen kervan saraya girince, Emîr Sultan;

"Boşaltın, istediğiniz altın olsun." dedi.

Heybeler boşaltılınca, hepsi altın oldu.

Kimi kendisi için de almadığı, kimisi de yolda aldıklarını döktüğü için çok pişmân oldu.

Emîr Sultan ile Hundî Fâtıma Sultan'ın evlenmelerine karar verilince, Fâtıma Sultan, kendi el işlemesi gömlek ve çamaşırları Harem ağası ile Emîr Sultan'a gönderdi.

Emîr Sultan, bohça geldiği zaman bir odada mangal yakmış, talebeleri ile sohbet etmekte idi.

Harem Ağası içeri girip;

"Vâlide Sultan'dan." diyerek, bohçayı Emîr Sultan'a verdi.

Bohçayı bir kenara bırakan Emîr Sultan, onların sıhhat ve âfiyetleri için duâ etti.

Sonra bohçayı açıp, içinden bir mendil aldı.

Mendilin içine birkaç köz parçası koyup, mendili kapadı. Tebessüm ederek Harem Ağası'na;

"Vâlide Sultan'a selâm söyleyiniz.

Biz fakir dervişlerin, sultânlara hediyesi ancak böyle köz parçaları olur.

Kabûl etmelerini arz ederim." dedi.

Harem Ağası, herkesin şaşkın bakışları arasında oradan ayrıldı.

Yolda giderken mendilin yanıp yanmadığını merak etti; fakat mendilden duman bile çıkmıyordu.

Saraya kadar kendisini zor tuttu.

Hediyeyi Vâlide Sultân'a teslim etti.

Mendil sarayda olanların merakları arasında açıldı.

Mendilin içinden ateş tâneleri değil, gözleri kamaştıran elmas parçaları çıktı.

Bu durumun, Emîr Sultan Hazretlerinin kerâmeti olduğu anlaşıldı.

Nikâh haberi Edirne'ye ulaşınca, Yıldırım Bâyezîd, Kapıkulu askerlerinden kırk askeri Süleymân Paşanın emrine vererek, Emîr Sultan'ın ve Hundî Hâtun'un başlarını getirmesi için Bursa'ya gönderdi.

Süleymân Paşa Bursa'ya gelince, Vâlide Sultandan onları istedi.

Vâlide Sultan vermeyince, kırk asker, Vâlide Sultan'ın sarayına saldırdı.

Vâlide Sultan, onların bu saldırısından korktu.

Emîr Sultan onun bu hâlini görünce, ona;

"Bu dehşet ve korkunuz nedir? Allah aşkına söyleyin." dedi.

Sonra Vâlide Sultan'a "Şu yayı alın ve oku gerin. Ben bakayım siz atın." dedi.

Vâlide Sultan; "Ben ok atamam." deyince, Emîr Sultan;

"Siz oku takın, o kendiliğinden gider." dedi.

Bunun üzerine Vâlide Sultan, pencereden askerlere karşı oku kirişe koyup, bıraktı.

Yeşil ok, parlayarak gidip kırkına saplandı.

Askerler derhâl kaçtılar.

Vâlide Sultan;

"Yâ Emîr Sultan! Niye oku sen atmadın da bize attırdın?" diye sorunca, Emîr Sultan;

"Eğer oku biz atmış olsaydık, hem o askerlerin, hem de Osmanoğullarının nesilleri helâk olurdu. Onun için bu işi size yaptırdık." dedi.

Pâdişâhın, Emîr Sultan'ın ve kızı Hundî Sultân'ın öldürülmesi için Bursa'ya asker gönderdiğini duyan Molla Fenârî, Yıldırım Bâyezîd'e şu mektubu yazdı:

"Mektubuma, dâimâ kullarına acıyıcı olan Allâhü Teâlâ Hazretlerinin adıyla başlarım. İnsanların en âcizi olan ben, Türk ve İslâm memleketlerinin koruyucusu, Osmanoğullarının övündüğü ve Hak uğruna savaş edenlerin başkanı, İslâm dîninin ve müslümanların yardımcısı olan, Pâdişâhımın ömrünün uzun olmasını ve evlâdının çoğalıp kıyâmete kadar şan ve şerefle yaşamasını Rabbimden niyâz ederim.

Sultânımızın şunu bilmesi gerekir. Bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafâ'dan önce, Îsâ aleyhisselâm, kendine inananlardan üç kişiyi Hak dîne dâvet için bir beldeye göndermişti. Fakat oranın halkı, onları yalanlayıp öldürdüler. Bu cinâyeti işledikten sonra, sevinerek evlerine gittiler. Cenâb-ı Hak onların bu davranışlarından râzı olmadı ve Cebrâil aleyhisselâma, o belde üzerinde yürekleri parçalayıcı, korkunç ve keskin bir sesle haykırmasını emretti. Cebrâil aleyhisselâm haykırınca, oradakilerin hepsi bir anda öldü. Böyle büyük bir felâkete düşmekten Allâhü Teâlâ Hazretlerine sığınırız.

Şimdi bizim de Sultânımızdan bir ricâmız vardır. Dün öldürülmesini emrettiğiniz Emîr Sultan, Resûl-i ekremin neslinden hürmete değer bir insandır. Bu zât gibi temiz kalbli, Peygamber neslinden bir kişi, zamânımıza kadar Anadolu'ya ayak basmamıştır. Buna benzer aslı temiz bir kimseyi elleri hediyeler dolu davetçiler göndererek Buhârâ'dan Anadolu'ya getirmeye çalışsaydınız, sizin için ebedî bir şeref olurdu. Böyle yapmadığınız hâlde, mânevî irâde üzerine yurdumuza gelen bu zât dolayısıyla Peygamber efendimize yakınlık kazandığınız takdirde, dünyâ ve âhiret saâdetiniz artacaktır.

Şunu da bildireyim ki, bu dâmâdınız, Peygamber efendimizin;

"Ümmetimin âlimleri, İsrâiloğullarının peygamberleri gibidir." buyurduğu kimselerdendir.

Bizim böyle seyyidlerden gördüğümüz feyz eserlerini, Hazret-i Muhammed'den sonra kimse göstermemiştir. Eğer bir daha onun başını kestirmek için asker gönderirseniz, bütün yurdumuzun felâketi olacağından şüphemiz yoktur. Son ferman sultânımızındır."

Aradan günler geçtikten sonra Bursa'ya dönen Osmanlı ordusunu ve sultânı karşılayanlar arasında Emîr Sultan da vardı.

Yıldırım Bâyezîd, onunla selâmlaşınca, harb meydanında askerlerle kendi yarasını saranın bu genç olduğunu anladı.

Sultan, ona şifreli olarak;

"O el çabukluğu ne idi?" diye sordu.

Emîr Sultan Hazretleri;

" Her halde sana biat edenler, sırf Allah’a biat ederler. Allah’ın (kudret) eli (ve yardımı) onların elinin üstündedir. Onun için her kim cayarsa, sırf kendi aleyhine cayar. Her kim de Allah’a ahid verdiği şeyi ifa ederse, o da ona yarın bir ecr-i azîm/büyük ecir verecektir. " El-Feth: 48/10, âyet-i kerîmeyi okudu.

Yıldırım Bâyezîd;

"Ya o mendilin yarısı ne oldu?" diye sorunca, Emîr Sultan hazretleri;

"Babacığım, o mendilin yarısı cebimdedir. Bendeniz dâmâdınız Muhammed Şemseddîn." dedi.

Yıldırım Bâyezîd Han atından inerek onunla kucaklaştı ve gözyaşlarını tutamıyarak ikisi de ağladılar..

Seyyidlikleri Unutulmuş Olanlar

Seyyid ve şeriflerin büyük bir kısmının da hiçbir yerde kaydı yoktur. Adları, şanları ve kimlikleri unutulmuş… Onlar Allah katında biliniyorlar. Allah katında seyyid veya şerif olarak bilinmek; şereflerin en büyüğü olsa gerek…

Müteseyyidler

Ehl-i beytten olduğuna dair hiçbir belgesi olmadığı halde elde etmiş olduğu bazı Simya, Şa’beze ve nüsha yazma maharetiyle halkı etrafına toplayarak, ben seyyidim, şerifim, ben ehl-i beyt soyundan demekten sakınmak lazım. Allah ve Ahiret gününe iman edenler asla buna yeltenmemelidir.

Zira Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretleri, buyurdu:

Hazret-i Âişe (radiyallahü anha) annemizden rivâyet olundu. Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretleri buyurdular:

-“Kim, efendilerinden başka kişiyi efendi edinirse; cehennemdeki yerine hazırlansın…” Tergib ve Terhib hadis no: 3059, tercüme: Dr. Ömer Faruk Hilmi,

Enes (radiyallahü anhü) hazretlerinden rivâyet olundu. Buyurdu: Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) hazretleri, buyurdu:

-“Kim, babasından başka bir kişinin babası olduğunun iddia ederse veya efendilerinden başka kişileri efendi edinirse; Allâhü Teâlâ Hazretlerinin sürekli devam eden laneti, kıyamete kadar onun üzerindedir.” Ebu Davud:5115; Tergib ve Terhib hadis no: 3060, tercüme: Dr. Ömer Faruk Hilmi,

Ebû Bekir es-Sıddîk (Radiyallâhü anhü) Hazretlerinden rivayet olundu. Rasûlüllâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Hazretleri, buyurdu:

-“Kim, bilinmeyen (kendisine ait olmayan) bir nesebi iddia ederse veya dakik (ince anlaşılması zor olan) nesebini inkar ederse; o kişi Allâhü Teâlâ Hazretlerini inkâr etmiştir.” Taberani:8575; Tergib ve Terhib hadis no: 3060, tercüme: Dr. Ömer Faruk Hilmi,

Müteseyyidler (sahte seyyidler) hakkında ki makalemizi bekleyin.