OYUNCAĞIM hiç olmadı… Bizler çocukluk yıllarımızda avcumuzun içine sığdırdığımız altı düz taşları araba yaparak harmanda oynardık. Okuldan dönerken bazen kendimizi araba addederek ağzımızla motor sesi çıkarır sağ elimizle vites değiştirir yarışırdık.

OYUNCAĞIM hiç olmadı…

Bizler çocukluk yıllarımızda avcumuzun içine sığdırdığımız altı düz taşları araba yaparak harmanda oynardık. Okuldan dönerken bazen kendimizi araba addederek ağzımızla motor sesi çıkarır sağ elimizle vites değiştirir yarışırdık.

Kışın ise içine defter ve kitabımızı koyduğumuz naylon çantanın üstüne oturur kayardık.

Mutlu muyduk?

Evet, her şeye rağmen mutluyduk ama bu isteklerimizin olmadığı anlamına gelmiyor.

...

OYUNLARIMIZ vardı.

Kendi icat ettiğimiz oyunların yanı sıra babadan atadan kalma oyunlarla vakit geçirirdik.

'Sobeleme oyunu' bunlardan biriydi. Bir diğeri ise 'Ay Gördüm Allah Oyunu' idi.

Kaysı çekirdeklerini çizdiğimiz dairenin içerisine yerleştirir elimizde tuttuğumuz düz taşlarla daireye doğru nişan alarak atardık. Daire dışına çıkan 'Çiğit' dediğimiz çekirdekler bizim olurdu.

Bunları bakkala satardık ya da gelen 'Çerçi' amcadan bir şeyler alırdık takas yaparak.

Bilye olarak adlandırdığımız 'Misket'leri tanıdık sonra.

Eğlenceliydi elbette.

Yaş almaya başladığımızda oyunlarımızda farklılıklar oldu.

Çelik çomak en çok zevk aldığımızdı.

İğde ağacından kopardığımız bir dalın dikenlerine ormandan topladığımız çiğdemleri takarak hane hane gezip söylediğimiz şiir eşliğinde topladığımız bulgur ve yağları bir araya getirir bundan kendi ellerimizle odun ateşinde yaptığımız pilavdan muhteşem bir haz elde ederdik.

Büyüklerimiz söğüt dalından bizlere düdükler, kavallar yapardı.

Ah ne çok mutlu ederdi…

BİSİKLETİM hiç olmadı.

Köyümde kimsenin de yoktu.

Bir gün ablası Almanya'da olan bir komşu çocuğuna bisiklet geldi.

Hepimiz donakaldık.

Tekerler döndükçe arasındaki demirlere geçirilen renkli naylonların daire çizerek dönüşünden gözümüzü alamazdık.

Hayretler içerisinde seyrederdik.

Çoğu defa bu bize yeterli gelmez ardından mahalle çocukları olarak koşardık.

Biz ona yetişmeye çabalarken o da pedallara asılır bizimle arayı açmaya çalışırdı.

AKRABALAR ile bir gün bağlara gitmiştik.

Uzunca bir zaman geçirdikten sonra ikindiüstü geri dönüş için harekete geçtik. Biraz yukarda bisikleti olan ağabey bağ belliyordu. Bisikleti de yanındaydı.

'Kalırsan beraber döneriz, seni arkasına bindiririm' teklifi gelince ben kuzenlerle dönmedim.

Bisikletin arkasına binerek dönmek benim için önemli bir çeldirici olmuştu.

Hiç tatmadığım bir duyguydu. Bu ilk kez olacaktı. Hevesim kabarmış ve kabul etmiştim.

Köye dönen diğer akraba çocuklarının içinde olmadığımdan dedem nerede olduğumu sormuş ve durumu öğrenmişti.

Hava kararmaya yüz tutmuşken ancak çıkabilmiştik.

Bisikletin arkasına binerek dönmüş olağanüstü bir duygu yaşamıştım. İçim içime sığacak gibi değildi.

Köy girişine yaklaştığımızda elinde bastonuyla dedemin beklettiğini fark ettiğimde bende şafak atmıştı ama bu çok geçti. Duruşu duruş değildi. Bir aşağı bir yukarı yürüyüp duruyordu.

Yalnız kalmamı, böyle bir tercihte bulunmamı onaylamadığı belliydi.

Dedemin bu halinden elindeki bastonun acısını tadacağım artık aşikar olmuştu.

Mazeretlerin kar etmeyeceğini anladığımdan yalana başvurmuştum.

Dedem bastonu havalandırdığında kaçmaya başladım ama onun beni kovalamayı bırakmaya hiç niyeti yoktu. Bana yakınlaşıp bastonun tutamak kısmını boynuma attığında fren yapar gibi durmak zorunda kalmıştım.

'ŞEYTANLA işbirliği mi yapıyorsun?'

Dedem rahmetli yalanı böyle tarif ediyordu.

Köylüydü, mektep medrese görmemişti ama tanımı esaslıydı.

İlk yalanı İblisin söylediğini hatırladığımızda taşlar biraz daha yerine oturuyor.

Demek yalan söylemek bu işin piri olan şeytan ile iş tutmak, onunla aynı safta yer almak demekti.

Ve korkunçtu.

YALAN artık kurumsallaştı.

Profesyonel yalancılar türedi.

Gerçeklik duygusunu kaybederek yalanı içselleştirenlerin kurduğu tuzaklara daha kolay düşer olduk.

Yüzleşmekten korktuğumuz durumlar, irademizin zayıflaması, hak etmediğimiz halde elde etmek istediklerimizin çokluğu, konum kaybetme korkuları, üstün görünme arzusu, cezadan kaçmak, ödüllendirilmek gibi pek çok husus artık çoğumuzu tuzak kurucu noktasına getirdi.

Çarpıcı konularla şaşırtmak, sözcüklerle ustaca oynamak, dikkat çekmek, hürmet görmek, insanların ihtiyaç ve beklentilerini havuç olarak kullanarak onlardan yararlanmak sıradan işler olmaya başladı.

Dini ve milli duygularımız bile bunun için kullanılır oldu.

Dedemin tarifine göre eğer bunları yapıyorsak şeytanla ortaklık kuruyoruz.

'İnanmış bir kişi düşmanı olan şeytanla nasıl işbirliği yapabilir ki?' sorusunu bir gün essahtan sorarız inşallah kendimize.

Ya Selam!