Sevinin Mehmed'im başlar yüksekte

On beş gün önce “Merhaba” ile başladığımız rahmet ve mağfiret iklimi Ramazan-ı Şerif’i “Elveda” ile uğurlayacağımız, “Kadir”ini ve kıymetini bilmemiz gereken günlerin içindeyiz. Sağlıkla ve huzurla bayrama ulaşmayı niyaz ediyoruz.

Malumunuz, mübarek Ramazan sevincine hazırlandığımız günlerde içimize büyük bir acı düşmüştü. Terör devleti İsrail’in planlı saldırıları sebebiyle altmış kişiden fazla şehidin, üç bine yakın da yaralının olduğu soykırım misali bir katliam yaşanmıştı kardeş Filistin topraklarında… Gönül coğrafyamızın her köşesindeki acı, bizim ortak acımızdır. Kahrolsun sevincimize hüzün katan zalimler!

Yüreği kutlu bir davaya sevdalanmış her müminin bilmesi gereken hakikat şu ki “İnanmışsanız, en üstün sizsiniz” (Âl-i İmran/139). Yüreğimizi ferahlatan Kur’an-ı Kerim’imiz çok açık işarette bulunur bize: “Üzülme, Allah bizimle” (Tevbe/40). Hiç şüphesiz, her zorlukla gelen bir kolaylık vardır; mutlak galip ve hikmet sahibi Allah’ın sözü en yücedir. O yüzden sevinin Mehmed’im başlar yüksekte…

Asil milletimiz için en sevgili isimdir Mehmed. Medeniyetimizin önderi Hz. Muhammed’den mülhemdir, doğrudan İslam’ı temsil eder adeta… Yürekleri fethederek en büyük fatih olan Hz. Muhammed’in sevdalısı Mehmed’ler de bu şandan pay almak ister, ancak oturduğumuz yerden bu pay elde edilemez.

Yüzyıllar boyunca çok sayıdaki kuşatmaya dimdik dayanan İstanbul surlarının önüne fetih için gelen 21 yaşındaki Sultan II. Mehmed’in, Osmanlı Türkçesi’nin yanı sıra Arapça, Farsça, Latince, Grekçe, İbranice dillerini de çok iyi bildiği kayıtlıdır kaynaklarda. Fetih planını bizzat kendi yapan genç Sultan hem diplomasinin inceliklerini ve bölgenin şartlarını en iyi şekilde biliyor hem de askeri silahların tasarım ve üretimlerinde doğrudan rol alıyordu. Ordunun sevk ve idaresindeki mahareti zaten dillere destan her zaman…

Tercihini iyi belirleyen, istek ve cesaretle bu yola çıkan, bilgi ve beceriyle, özgüven ve kararlılıkla o doğrultuda yürüyen Sultan II. Mehmed, 29 Mayıs 1453’te büyük müjdeye ulaşır ve “İstanbul’u fetheden güzel komutan” Fatih Sultan Mehmed olur artık bizim için… Dünyanın en güzel beldesini bize açan, İstanbul semalarını ve Ayasofya’yı ezan ve namazla buluşturan Fatih Sultan Mehmed Han ve askerlerini rahmetle yâd ediyoruz. Gözbebeğimiz İstanbul’umuzun 565’inci fetih yıldönümü kutlu olsun. Ne güzel sevinç günleri bu günler… O yüzden sevinin Mehmed’im başlar yüksekte…

“Delikanlım! işaret aldığın gün atandan! / Yürüyeceksin! Millet yürüyecek arkandan!
Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan'dan! / Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;

Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!” (Arif Nihat Asya)

“Zulüm 1453’de başladı” diyerek bu sevinç günlerimize ve milli iradeye kasteden gezi zekâlılara ne diyelim peki? Beş yıl önce 27 Mayıs ve devamındaki günlerde park bahanesiyle memleketi talan eden, “Mesele park değil, hâlâ anlamadın mı? Hadi gel” çağrıları yaparak ortalığa ateş salanlardan söz ediyorum. Yüzlerce yıl milletimize düşmanlık yapan sömürgecilerin içimizdeki kurşun askerleri, kamu binalarını talan edip, vatandaşların işyerlerini yakıp yıktılar o meşum günlerde… 160 milyar dolara yakın zarara yol açan hainler, memleketin hemen her yerinde terör havası estirmişti, hatırlayın lütfen o günleri. Sipariş proje bu gezi zekâlılar… Mütareke devletlerinin işgal antlaşması maddeleri gibi kendilerine dayatılan müsveddelerden “Mesajı aldık” diyen etkisiz yetkililere ne diyelim!

Bağımsızlığımızı korumak için canlar feda ederek İstiklal harbi veren asil bir milletiz; büyük fedakârlıklar üzerine inşa edilmiş büyük bir devletiz biz. Anavatanımızda milli iradenin tesisi için 19 Mayıs’ta atılan adımlarla, “Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” parolasıyla 23 Nisan 1920’de ilk Büyük Millet Meclisi kurulmuştur. 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran Büyük Millet Meclisi, milli iradenin azim ve kararlılığının tecelligâhı olarak tanımlanır resmi kayıtlarımızda… Üstelik Meclisimizin sevinçle açıldığı, devletimizin övünçle kurulduğu tarihler milli bayramlar olarak kutlanıyor tüm yurtta, dış temsilciliklerde ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde…

Milletin güçlü iradesini temsil eden TBMM ve onaylamış olduğu Türkiye Cumhuriyeti hükümetini 27 Mayıs 1960 yılında darbeyle dağıtan, başbakan ve bakanları idam eden, vekilleri hapishanelerde çürüten komitacı kurşun askerlere ne demeli peki! İşin daha tuhafı, üzerine tüy diker gibi bu meşum darbe tarihini “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” adı altında 20 yıl boyunca bayram olarak kutlamak ne demek ola! Lügatler lütfen haber versin bunun anlamını bana… Sevinci millete çok mu görüyor bu komitacılar! Sanki sözleşme yapılmış gibi rutinleştirilerek on yılda bir 1970’ler, 80’ler, 90’lar, 2000’lerin 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan, 15 Temmuz gibi günlerindeki ihanet uygulamalarını unutmadık, unutturmayacağız!

Milletin hür iradesine ambargo koyanlar, milletin evlatlarına da planlı ambargo koymaya çalıştılar yıllarca… Nüfus planlaması adı altında neslimizi kurutmaya çalıştılar, çocuk ve genç nüfusumuzu ekonomimiz için tehlike olarak anlattılar televizyon ekranlarında… Ne hazin bir durumdur bu dostlar!

“Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; / Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.” mısralarıyla memleketin durumunu doğrudan tasvir eden Üstad Necip Fazıl Kısakürek’i anmadan geçemeyeceğim. 26 Mayıs 1904 günü İstanbul'da doğan, 25 Mayıs 1983 günü de aynı yerde vefat eden, Mayıs ayıyla adeta bütünleşen Üstad Necip Fazıl’ı rahmetle yâd ediyorum.