AKIL alır gibi değil aslında… Ne yana koysanız kabul edilebilir bir yanını bulmak mümkün görünmüyor. Zira yüce kitabımıza müracaat etmeden kişi Allah’a tam ve sahih bir imanı elde edebilir mi?

AKIL alır gibi değil aslında…

Ne yana koysanız kabul edilebilir bir yanını bulmak mümkün görünmüyor.

Zira yüce kitabımıza müracaat etmeden kişi Allah'a tam ve sahih bir imanı elde edebilir mi?

Vahyi bizlere getiren Sevgili Peygamberimizin örnekliğini kavrayabilir mi?

Nübüvvet kurumunun neden gerekli olduğu hususunda tam bir cevaba ulaşabilir mi?

Kevnî ayetler olarak ifade edilen evren kitabını okuyup yorumlayabilir mi?

Ve yine insan kendisinin neden yaratıldığını, buradaki görevinin ne olduğunu ve sağlam bir iman ile geri dönüşü nasıl başarabileceğini çözümleyebilir mi?

ŞU söylenebilir ve söylenmekte…

'Bizler direkt Kur'an'ı anlayamayız. Bu sebeple başka anlatıcılar marifetiyle ancak onu anlayabiliriz.'

Bütünüyle buna itiraz etmek mümkün değil.

Her zaman bir bilenden üstün başka bir bilenin olduğu zaten bize kitabın işaretidir.

'Ehl-i Zikre' sorma emri de yine yüce kitabımızdandır.

Sorun nedir o zaman ve nasıl aşılabilir derseniz üzerinde birlikte düşünebiliriz.

Her çabamız Kur'an-ı Kerimi anlamak içindir.

Başka okuduğumuz kitaplar, makaleler, tezler, dinlediğimiz hocalar, kulak verip sevdiğimiz irfan ehli hep bunun içindir.

Ve bu zaten olması gerekendir.

Dikkat edeceğimiz kritik nokta tüm bu eylemlerin ne kadar doğru, sahih ve Kur'an'a uygunluk gösterdiğini yine o muhteşem kitaptan teyit etmeliyiz.

Tıkandığımız nokta işte burasıdır.

KUR'AN-I KERİMİ severek kaçtığımız bir kitap haline getirdik.

Hürmet göstererek ona sırtımızı döndük.

Yaş kuru ne varsa O'nda olduğunu bilmemize karşın bîgane kaldık.

Yüce Rabbimiz 'Mübindir, apaçıktır' buyurmasına karşı bizler haşa 'Hayır, anlaşılmaz' diyenlerin sözünü bu mübarek beyana tercih ettik.

Allah'ın 'O münîrdir', aydınlatandır şeklinde bize anlatmasına rağmen bizler o ışığın altına girmekte geciktik, ağırdan aldık.

RAMAZAN ayındayız işte.

Kur'an'ın nazil olduğu, bağrında kıymetini bilmemiz istenen 'Kadir Gecesi'ni barındıran ay.

Peki, bu sene de öncekiler gibi mi olacak?

Bize bu ay kaç ayet indiği hususunu düşünmeyecek miyiz?

Bu bereketli ayda kaç ayet ile gerçekten sahih bir ilişki kuracağımızı hesap etmeyecek miyiz?

Buna ilişkin bir planımız, bir gayretimiz olmayacak mı?

Tüm meseleyi iftar, sahur ve imsak arasına yine sıkıştırıp kendimizi Kur'an'ın öğrencisi kılma vazifesinden türlü bahanelerle uzak mı tutacağız?

Bu ay canımızı yakmasına izin verip sormamız gereken ve sonrasında cevabını arayıp bulacağımız soru budur.

SEVEREK Kur'an'dan kaçmak hazin değil midir?

O'nu övüp O'na mesafe koymak hicranların en yakıcısı olmaz mı?

ANLAŞILMAK için okunmaz mı her kitap?

Yararlanmak için çevrilmez mi sayfaları?

Aklımızı, beynimizi, kalbimizi aydınlatmak için oturulmaz mı önüne?

HIFZETTİK pek çoğumuz Kur'an'ı…

Kimimiz tamamını, kimimiz belirli yerlerini…

Peki, Kur'an'ın hamili, taşıyıcısı olabildik mi?

Âmili, yani onunla emel edeni, eylemlerini buna göre düzenleyeni olabildik mi?

MEŞHUR bir söz vardır. Hepimiz biliriz.

'Kur'an Mekke'de nazil oldu, Mısır'da okundu, İstanbul'da yazıldı.' Bunlar doğru mu, evet, doğru.

Büyük soru şudur şimdi kendimize sormamız gereken.

Kur'an nerede anlaşıldı?

Fahr-i Kainat Efendimizin mübarek devr-i saadetinde anlaşıldı.

Bunun bir gereği olarak da uygulandı, yaşandı, hayata tatbik edildi.

Ya sonra?

KUR'AN anlaşılmadığı ve buna bağlı olarak ef'alimizde açığa çıkarılmadığı sürece Sûre-i Furkan'ın 30 ncu ayetinin muhatabı olmayacak mıyız?

'Ya Rabbi! Benim kavmim bu Kur'an'ı mehcûr bıraktı' şeklindeki Peygamberimizin şikayetiyle karşı karşıya gelmeyecek miyiz?

MÂNÂNIN önceliğini ve önemini yitirdiği her yer problemle dolmayacak mı?

Dolmadı mı?

İçinde bulunduğumuz çıkmazlar, geri kalmışlıklar, bölünmüşlükler, düşmanlık duygularını ateşlemeler hep bu anlamı geriye bırakmanın başımıza açtığı belalar değil mi?

OKUYARAK terk ettik Kur'an'ı…

Anlamayarak.

Buna gerek olmadığını düşünerek veya bunu başaramayacağımızı kabul ederek.

Günün her vaktinde okuduk. Uyandığımızda, uykuya geçerken her yerde...

Doğumlarda, ölümlerde, hastalıklarda, kayıplarda daima Kur'an okuduk.

Şifa niyetine okuduk hastalarımıza…

Moralimiz bozulunca okuyarak O'nunla tef'eül yapıp motivasyon elde ettik.

Kazadan beladan kurtulmak için okuyarak koruyuculuğuna sığındık.

Okuyup hatimlerimizi eşe, dosta ve bazen de geçenlerimize hediye ettik.

Allah kabul etsin.

Peki ya anlamak için bu gayretlerin yarısını gösterebildik mi?

SAYGI göstererek terk ettik Kur'an'ı…

Duvarlarımızı harika ve göz alıcı işlemeler içinde süsledi.

Aklımızı, fikrimizi, düşüncelerimizi, kalbimizi tezyin etmesi gerekirken…

O'nu o güzel kılıflar ya da özel üretilmiş pahalı muhafaza kutuları içinde yalnız bıraktık.

Annelerimiz, babalarımız, hocalarımız tarafından saygı konusunda hep ihtar edildik.

Bizler de hep saygı gösterdik, çok şükür.

Ama asıl saygısızlığın onu anlamaktan uzak durmak olduğunu düşünemedik.

Ailede, insan ilişkilerinde, ticarette hasılı hayatın tüm alanlarında O'nun yüzlerce emirlerini çiğnemenin, yasakladıklarını da pervasızca yapmanın gerçek saygısızlık olduğunu hiç aklımıza getirmedik.

Ahkamını anlayıp kavramamanın esas saygısızlık olacağını bilemedik.

Bu yönde büyüklerimizden kafi derecede uyarı da almadık.

CENAB-I HAK'IN bize soruları vardı oysa.

Mesela, Muhammed Sûresi 24 cü ayetinde 'Onlar Kur'an'ı hiç düşünmezler mi?' deniliyordu.

Bizim yerimize düşünenlerin olduğunu kabul ederek sorumluluktan kaçmayı yeğledik.

Yine Kamer Sûresi 17 ci ayette 'Biz Kur'an'ı öğüt alsınlar diye kolaylaştırdık. O halde yok mu öğüt alan?' sorunu sordu Rabbimiz ama biz anlama eyleminden kaçtığımız için bu emirle hiç karşılaşmadık.

Sad Sûresi 66 cı ayetinde Yüce Yaratıcımız 'Kur'an 'En büyük' haberdir' buyurdu ama biz 'Nasıl en büyük haber?' sorunu kendimize yöneltip bakamadık kaçtığımız için.

Başka haberlerin peşinde koştuk.

Geçici olmayana ilişkin haberleri dikkate almayıp geçici olan dünyevî malûmatları önceleyerek içlerinde kaybolup gittik.

MÜSLÜMANIN Kur'an'dan korkması mümkün müdür?

O'nun okunup anlaşılmasına karşı çıkmasını hangi akıl makul görebilir?

Kişi kendince gerekçelendirse bile O'ndan uzak düşmenin acısını başka şeylerle dindirmek ne kadar mümkün olabilir?

Ramazan ayında aklî, zihnî, kalbî aydınlanmayı sağlayabilmek için yazıların içine aldığımız ayetlerden azami derecede yararlanalım.

Ve bağlantılı diğer ayetlere doğru bir yolculuğa çıkalım.

SEVEREK Kur'an'dan kaçıyoruz.

KAÇMAYALIM.

SAYGI duyarak Kur'an'dan kaçıyoruz.

KAÇMAYALIM.

YÜCELTTİĞİMİZİ var sayarak Kur'an'dan kaçıyoruz.

KAÇMAYALIM.

ANLAYAMAYACAĞIMIZI düşünerek Kur'an'dan kaçıyoruz.

KAÇMAYALIM.

Bunca kaçışımız yetmez mi?

Artık Kur'an'dan KAÇAN değil, Kur'an'a KAÇAN mü'minler olmak duasıyla…

Ya Selam!