Son zamanlarda tarikat ve cemaat konulu yazılarıma sık sık yer vermek zorunda kalıyorum. Bazen bu tür tartışmaların içinde olmamak için kendimi zorlamıyor da değilim...

Son zamanlarda tarikat ve cemaat konulu yazılarıma sık sık yer vermek zorunda kalıyorum.

Bazen bu tür tartışmaların içinde olmamak için kendimi zorlamıyor da değilim; ancak, malum çevrelerin televizyon ve her türlü medyada edepsizce saldırıları dur durak bilmediği ve çirkin ve aşağılık iftiralarına devam ettikleri için yazıyorum.

Birkaç kişiyi de olsa bun edepsizlerin etkilerden kurtarmanın gayreti içinde olmak durumundayız. Allah(cc) yardımını üzerimizden eksik etmesin.

Niye, Şeriat ve tarikat ilişkisi, sorulabilir.

Çünkü, birileri tarikatı hatta mezhepleri ayrı din gibi göstermeye çalışıyor ve de tahmininizin üzerinde ahmak, cahil kimselerde buna inanıyorlar.

Onun için Şeriat, tarikat ilişkisi üzerinde durmayı bir ihtiyaç hissettim.

Şunu kesin olarak ifade ediyorum; ŞERİAT dinin kendisi, TARİKAT ise din değil, dini ihlasla yaşama yoludur.

Şeriat; İslami hükümlerin tamamıdır. Kısaca Şeriat: 'Din', 'Allah(cc)'ın emri', 'İlahi emir ve yasaklar' gibi manalara gelmektedir.

Şeriat kavramının içinde, imani hükümlerin yanında ahlaka, ibadete ve günlük hayattaki işlere dair hükümlerin hepsi vardır.

Yani, Kur'an'ı Kerime, Hadis-i Şeriflere, İcma ve Kıyasa dayanan hükümlerin tamamını içine almaktadır.

Tarikatın kelime karşılığı 'yol' olarak tanımlanmakla birlikte tasavvufta bir Mürşit-i Kamil vasıtasıyla kalbi tasfiye, nefsi tezkiye sistematiği içinde belli usul ve esasları içine alan manevi bir alan olarak açıklanmaktadır.

Tarikatlarda silsile denilen manevi zincir vardır ki, silsilesi bulunmayan şeyh, şeyh sayılmadığı gibi Hz. Ebubekir(ra) ve Hz.Ali(ra) Efendilerimizden birine ulaşmayan tarikat da tarikat sayılmaz.

Ben şeyhim, mürşidim diye ortaya çıkan herkesin peşinden gidilmez, herkes mürşit, şeyh olamaz; hele hele ortaya çıkan sapıklar kıyısından bile geçemez!

Gerçek bir Mürşid-i Kamil Hz. Peygamber(sav)'e uzanan kesiksiz bir silsileye sahip olmalıdır.

Mürit olmak da öyle kolay bir şey olmayıp farzlara, vaciplere, sünnete, nafile ibadetlere azami derecede dikkat edilmesi gerektiği gibi teslimiyet, rabıta, zikir gibi tarikatın esaslarını yerine getirmek zorunluluğu vardır.

Eğer, bir mürit Allah(cc)'nın emir ve yasaklarına dikkat etmez ise tasavvufun esası olan nefsin ruhun yörüngesine yani emrine girmesini gerçekleştiremez.

Şeyhim diye ortaya çıkan bir sürü manyak 'elimi öpen cennete girer' diyor, cahillerde buna itibar ediyor.

Sen, Allah(cc)'ın yapma dediklerini azami derecede yapmamaya, yap dediklerini de azami derecede yapmanın gayreti içinde olmadan el öpmeyle cennete girilmez!

Oh ne ala memleket; yok öyle üç kuruşu beş köfte!

İslam, Müslümana 'iman, ibadet ve ahlak' olmak üzere üç ana eksen üzerinde hareket etmesini kesin emreder.

Bir Müslüman sağlam bir imana sahip olmanın yanında ibadetlerini bilerek ihlasla yerine getirmeli ve ahlaklı olmak durumundadır.

Tasavvuf ve tarikatın ruhu ihlastır. İhlas olmadan tarikat ehli olunamaz.

Tarikatı kabul etmeyen hatta tarikata karşı edep sınırlarını aşan sözlerde bulunan bazı kimseler, 'Hz. Peygamber devrinde tarikat mı vardı?' şeklindeki sorularıyla tarikatın olmadığını ispatlama cihetine gitmektedirler.

Oysa ki, tarikatın bütün esasları Hz. Peygamber(sav)'in uygulamalarına dayanmaktadır. Yani, uygulama vardır, fakat adı tarikat değildir.

Tarikat cahil işi değil; tarikat ehli insan İslam fıkhını da iyi bilmelidir. Onun için bütün Müslümanlar ibadetlerini yerine getirecek kadar fıkıh bilgisine de sahip olmalıdır.

İmam-ı Malik(ra) Hazretleri; 'Fıkıh öğrenmeyip, tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkıh öğrenip tasavvuftan haberi olmayan bid'at ehli, yani sapık olur. Her ikisine kavuşan hakikate varır' buyurarak tarikat ehli bir insanın nasıl olması gerektiğini net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Bir tarikatın gerçek bir tarikat olduğunu anlamanın yollarından birisi müritlerine iman ve itikadın yanında fıkıh öğretilip öğretilmediğine bakılmasıdır.

İslam'ın öğrenilmesi, öğretilmesi, yaşanılması ve yaşatılmasını kendisine amaç edinmeyen ve bu amaçlar doğrultusunda çalışmayan bir tarikat, gerçek bir tarikat olamaz.

Bir Müslüman için tasavvuf ve tarikat bu kadar güzel ve önemli olmasına rağmen üzülerek ifade etmeliyim ki; bir kısmı bilerek bir kısmı bilmeyerek tarikatlara karşı hasmane tutum içinde olmuşlar ve olmaya devam etmektedirler.

Türkiye'de İslami yapılanmayı zayıflatmaya çalışan güç odakları sapık kişiler vasıtasıyla sapık tarikatlar oluşturarak milletin tarikatlara olan olumlu algısını olumsuza dönüştürmeye çalışmışlar ve çalışmalarına devam etmektedirler.

Bir de ülkemizde emperyalist güçlerin çığırtkanları var ki, onlar unutulmamalı!

Sonuç olarak; tarikat din değil, Şeriata vasıl olma yoludur.