Şapka takan mı kaldı?..


Onca kavga, onca baskı, hattâ zulüm.. Ne oldu? Birkaç alzheimer tip dışında takan kaldı mı?
Şapka konusunda Nazım Hikmet’çi fakat aynı zamanda sıkı bir Atatürkçü de olan (!) müteveffa İlhan Selçuk’un, “Fes-Türban...” başlıklı bir yazısı var.
Hem doğru şeyler söylüyor, hem de takipçisi ve ardından methiyeler yazan Soner kardeşi gibi işin sonunda halt ediyordu...
Nihayetini berbad etmek, “bir çuval inciri (afedersiniz) bok etmek” bunlarda “geleneksel sol geni” galiba... Neyse, geçelim...
Şapka için şöyle diyordu o yazısında: “Sokakta yürürken sağa sola bakıyorum, çoğu erkeğin başı açık!.. Tek tük kasket giyen var; ama, takkeli ya da sarıklılar gibi seyrek!..
(......)Osmanlı’da erkeğin serpuşu, yani başlığı, bayağı tarihsel inceleme isteyen bir alandır..
(......)İkinci Mahmut 1829’da fesi serpuş olarak benimseyince halkça ‘Saçlı Şeyh’ diye anılan bir şeriatçı hoca Galata Köprüsü üstünde padişahın atının dizginini yakalamış: − Gâvur Padişah diye bağırmış...
(......)bu yeni serpuşu giyenler de daha sonra Atatürk’ün şapka devrimine uyanlar da ‘gâvur’ olmadılar; Müslümanlık sürüyor..” (11.01.2006-Cumhuriyet)
Buraya kadar en fazla “eh” ya da sosyal medya argümanıyla “yaw he he” dersiniz değil mi? Ama “gelenek geni” dedik ya, ille sonunu berbad edecek..
“Günümüzdeki kavganın adı ne?.. Türban!.. (......)Kimi kadınlar -ve de erkekler- ‘taife-i nisa’nın tesettüründe diretiyorlar. (......)erkek-kadın eşitsizliğine ilişkin çoğu şeriat kuralını çiğniyor, Kur’ân-ı Kerîm’in emirlerine boş veriyor; ama türban da türban...” (11 Ocak 2006 tarihli yazısından..)
Gördünüz işte, anlatmaya gerek yok... Sonunu nasıl berbad ediyor görüyorsunuz.. Anlatmıyorum, çünkü görüyorsunuz...
Beni en ziyade üzense, kimi saftirik Müslümanlar, ya birkaç icazetsiz hoca kılıklıya bakarak ya da “vasıflı gafil” nasibsiz şu solak takımın gazına gelip dinden imandan oluyor, raydan çıkıyorlar...
* *


OKUR – DOST MESELESİ…
İ. Selçuk’un çok sevdiği N. Hikmet, “düşmana inat, bir gün daha fazla yaşayacaksın..” der...
Ben de şevkim kırılmasın diye kendi kendime “düşmana inat yaz, hiç değilse morallerini bozarsın...” diyorum...
Yoksa ne kadar dostum (!) ne kadar düşmanım olduğunu, okur sayımı az-çok tahmin edebiliyorum...
Bizimkiler? Onlara aldırmıyorum. Bizden dediğimiz, hepi-topu kaç dostumuz, var? Belki şimdi onları da kaybedeceğim ama olsun, harbiden söyleyim: O azlar da maalesef vasıfsız ve dâva sahibi değil...
Karşı takım, istisnasız her yazımızı okuyor! Öyle olmasa yıllar önce, çok düşük tirajlı bir gazetede (Gündüz) yazarken basının amiral gemisinde (29.07.1995 / Hürriyet) manşete çekerler miydi?
Yine öyle... Yakın zaman önce yazılarımızdan ikisini, en yüksek tirajlı gazetelerinde ve en izlenirliği fazla internet sitelerinde haber yaptılar..
#HARBİDEN: Muhteremler, insan iki satır yorum yazar, “burdayız” der.. Rakip solak ceridelere bakın, nasıl oluyormuş görün... 01.04.2018