Sanat dünyasının kültürel kalkınmaya katkı yolunda el ele tutuşması için ne olmalı diye yıllardır düşünüp dururum ya sosyal medyada bir fotoğrafla karşılaştım. Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Özgül Özkan Yılmaz, Devlet Tiyatrosu sanatçılarıyla el eleydi.

Sanat dünyasının kültürel kalkınmaya katkı yolunda el ele tutuşması için ne olmalı diye yıllardır düşünüp dururum ya sosyal medyada bir fotoğrafla karşılaştım. Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Özgül Özkan Yılmaz, Devlet Tiyatrosu sanatçılarıyla el eleydi. 30 yıldır aklım fikrim hep orada ya meraklandım, bana bir ilk gibi geldi verilen görüntü. Sanatçıları birlik-dirlik içinde motive etmek isteyen bir yönetim anlayışının fotoğrafıydı sanki bu. Sorumluluk duygum kendileriyle istişare edip orayla ilgili bildiklerimi ulaştırmamın yararlı olacağını düşündürdü bana.

Ülkede referans almadan üst düzey kişilerle görüşmek zordu. Artık vekil referansları bile geçmiyordu, onlar da kendilerini bu sistemde Züğürt Ağa gibi gördüklerini falan söylemeye başlamışlardı medyada ulu orta ya fotoğraf beni cesaretlendirdi. Randevu isteyeyim dedim, olmazsa referans bulur görüşürüm. Bir hafta geçti geçmedi arandım ve randevu verildi, gittim.

Alçakta olduğu için bütün suları kendine çeken deniz misali beni büyük bir ilgiyle karşıladı. Ayrıca çok sık karşılaştığım gibi beni dinlerken önündeki dökümanlara falan bakmadı, çok affedersiniz diye bir yerlere acil telefonlar da etmedi. Tıknefes dinledi; sorular sordu, verdiğim cevaplara yorumlar getirdi. Anladım ki benim her zaman yazılarımda dile getirdiğim 'Doğru yönetim doğru bilgiyle olur.' anlayışıyla çok yönlü düşünme eğiliminde. Rahatladım ve 3.5 sayfalık bir sunum yaptım.

İçeriği Millî Eğitim Bakanlığı ile Bahçeşehir Üniversitesinin ortaklaşa düzenlediği sempozyumda bildiri olarak da sunduğum İş İçinde Eğitim ve Kültür Projesi'ydi. Sunduğumda başta Hocam Prof. Dr. Mustafa Cemiloğlu ve birçok akademisyenin övgülerini almıştı. Ayrıca Anadolu'ya da açıldım. İşin içindeki eğitimci arkadaşlarım da aynı düşünüyor muydu acaba?

Gittiğim her yerde demişlerdi ki 'Bu proje devlet eliyle hayata geçerse Atatürk'ün 10.Yıl Nutku'nda dile getirdiği sürat ve hareket mefhumuna göre düşünen pırıl pırıl zihinlerle ilerleriz millî kalkınma yolunda. Evrensel güçle hiç durmadan, yılmadan, yorulmadan uygar dünyaya doğru el ele.' Bu ilgi karşısında sancım daha da arttı. Cumhurbaşkanımızın da 'Her alanda dönüşüm gerçekleştirdik ama eğitim ve kültürde ilerleyemedik.' sözü, yeni yarlar aşmak, yeni yollar bulup kapılar aşındırmak için sancı artırıcı ilacım gibiydi. Konuya girişim şöyle oldu:

Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracaktık ama yenildik yabancı kültür saldırılarına. Bugün artık sanat dünyasının mensuplarının çoğunluğunun zihinleri yabancı kültür hayranlığıyla formatlı. Dedi ki 'Biliyorum ama bu hayranlık zorlamayla ortadan kalkmaz. Biz her fikirden insanlarla çalışmak zorundayız.' Tam istediğim cevaptı bu. Haklıydı. Binali Yıldırım Başbakanken 'Artık Devlet Tiyatroları yabancı oyun sahnelemeyecek!' demişti ama uygulamaya geçememişti. Hatta inadına başta Fransız Molier olmak üzere yabancı klasiklerle reklama çıkılmıştı. Açıklamam şöyle sürdü:

Demokratik anlayışınızı kutlarım. Benim dediğim de her fikre açık olmak ama sürekli eğitim yoluyla millî kültürü de evrensel değere taşımak. Derdim formatlı zihinlerin aristokratik anlayışının yıllardır kırılamaması. Önceki genel müdür Nejat Birecik'in yüzüme karşı söylediği 'Ben yazarlarla görüşmem' sözündeki aristokratik anlayış, yazar olmaya heveslilerin şivgalarını kırıp geçti yıllardır. Sonra da bu aristokrat zihniyet maalesef yerli yazar yetişmiyor diyerek millet evlatlarını aşağıladı. Ne yaptın kardeşim yetişmesi için? Millî kültür tandanslı bir-iki eseri sunarak o cenahı avutmak, üst yönetimine de faal görünmek için üniversitelere oyun talebiyle ziyaretler yapmak dışında ne yaptın? Sonra oyun ısmarlanır mı ki? Heveslisi varsa teşvik edici eğitim verilir. Dramaturji kurullarında niye bir eğitim birimin yok? Hep ya dünya klasikleri ya da belli yazarların eserleri temcit pilavı. Kimler bu zihniyet elinde neler yaşadı kim bilir? Benim yaşadıklarımı diyeyim de ibret olsun:

İyi yürekliliğin, bilgeliğin, cesaretin, liyakat ve adaletin sembolü Manas Destanı, insandaki değişmez değerlerin sunumuyla evrensel. 10 yıl çalıştım üstünde. Bir sohbet sırasında hemşerim İBB Şehir Tiyatroları Müdürü bana hocam bu eseri bize ver de bütün dünyaya açılalım(!) demişti. Ancak sanat yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu tarafından atlatıldı, kurulundan gelen ilginç ret cevabının özü şuydu: Eser okullar için uygundur.

  1. de çok eski bir dramaturga okutup sordum Manas'ın edebî değerini. Dedi ki 'Hocam bunu nasıl yaptınız? Sanki bugüne ders olacak çatışmaları sunmuşsunuz, çok güzel ama bizden de geçmez, geçse de oynanmaz. Beğenseler de gişe riski görürler.' Sanki temcit pilavlarının da gişe riski yok muydu hiç?

Millî kültürümüzü yücelten önemli bulduğum bir model var gözler önünde: Eğitim Davası oyunumdaki bir bestemi yıllar önce notaya alan liseden öğrencimiz Güzel Sanatlar Genel Müdürü Murat Salim Tokaç, Bodrum'dan dünyaya açıldı geçtiğimiz yaz. Önce tamburuyla resital verdi, tıklım tıklım salon tıknefesti. Haftasında da Ferhat Göçer eserlerimizi yabancı müziklerle karşılaştırmalı sundu. Görüldü ki birçok evrensel müzikte ezgilerimizin etkisi var.

Devlet Tiyatrolarına yıllardır vurulan bu zincir, duayen sanatçı ve yazarlarımızın MEB-YÖK ile dayanışmasıyla kırılabilir. Ancak Tevfik Fikret'in deyimiyle kavi muhyi bir el gerek. Bakan Yardımcımız farklı fikirlerle el ele olacağız derken umarım geçmişteki gibi yönetim hatasına düşürecek yanlış bilgilerin etkisinde kalmaz, herkese eşit mesafede durup dikkatli dinlemelerle doğru bilgileri bulabilir inşallah! Devlet Tiyatroları yaşadığı olumsuz süreçler etkisiyle çatışma kültüründen uzaklaştırılamayacak hale geldiyse mutlaka mümkün olan en kısa zamanda özelleştirilmeli. Çatışmadan ne kazanan çıkar ne de yararlı sonuç sağlayan! Doğru bilgilere ulaşarak sanat dünyası milletle el ele olmalı diyebilmek tarihî bir karar. Sorumlu icra gücüne başarılar…