Uzun süren çok yönlü müridlik devresini tamamladıktan sonra doğum yeri Kasrıhindûvân’a dönerek müridlerini yetiştirmeye başlayan Bahâeddin daha sonra ikisi hac için olmak üzere üç defa Buhara’yı terketti.

Uzun süren çok yönlü müridlik devresini tamamladıktan sonra doğum yeri Kasrıhindûvan'a dönerek müridlerini yetiştirmeye başlayan Bahaeddin daha sonra ikisi hac için olmak üzere üç defa Buhara'yı terketti. İkinci hac yolculuğunda üç gün kaldığı Herat'ta Zeyniyye tarikatının kurucusu Zeynüddin el-Hafî'yi ziyaret etti. Bir müddet sonra Hükümdar Muizzüddin Hüseyin'in davetlisi olarak yine Herat'a bir defa daha giderek bu ziyaret esnasında tasavvuf anlayışını ve tarikatının esaslarını hükümdara anlattı[1]

3 Rebîülevvel 791 (2 Mart 1389) tarihinde doğduğu köyde vefat eden Bahaeddin cenaze merasiminde şu beytin okunmasını istemişti: 'Büyük müflisleriz köyünde ey şah / Cemalinden kılarız şey'en lillah.' Kasrıarifan daha sonraki yıllarda Bahaeddin (Buharalılar'ın telaffuzuna göre Baveddin) adını almış, Nakşibendiyye tarikatı kuruluşunu tamamlayıp yayıldıkça mezarın etrafında geniş bir külliye oluşmuştur. XIX. yüzyılın sonlarında bu külliyenin aylık kira gelirleri binlerce ruble tutuyordu[2]. Buhara ile Bahaeddin Nakşibend arasında kurulan manevî bağ o kadar kuvvetli olmuştur ki Buharalılar onu 'Hace-i bela-gerdan' (belayı defeden hace) diye anmışlar ve şehrin manevî koruyucusu saymışlardır. Bahaeddin'in manevî varlığı Buhara'nın bütün Orta Asya müslümanları için bir ilim ve kutsiyet merkezi haline gelmesinde önemli bir faktör olmuştur. Bahaeddin kurduğu tarikatın mensuplarınca özellikle Türkiye'de Şah-ı Nakşibend unvanıyla tanınır. Nakşibend unvanının taşıdığı mana ve bu unvanın ona ne zaman ve nasıl verildiği konusunda ilk Nakşibendî kaynaklarında bilgi yoktur. Sonraları bu unvanın devamlı yapılan hafî zikrin kalpte bıraktığı 'nakş'a (iz) bir işaret olduğu söylenmiş ve bu yorum genel kabul görmüştür[3] Bahaeddin Nakşibend'in tasavvufî görüşlerini ihtiva eden herhangi bir eseri bugüne ulaşmadığı için bu konuda ancak kendisi hakkında telif edilen eserlerde nakledilen menkıbelerden hareketle bazı sonuçlara ulaşmak mümkün olmaktadır.

Sema ve halveti manevî gelişme yolları olarak kabul etmemesi, onun tasavvuf terbiyesinde hafî zikre verdiği önemle yakından ilgilidir[4] Bir tarikat silsilesine bağlanmanın kendi başına bir şey ifade etmeyeceğini söyleyen Bahaeddin Nakşibend kerametlerin de fazla bir değer taşımadığı kanaatindedir. Müridleri için belli bir giyim tarzından kaçınması, tekkede oturmayı sevmemesi, kısaca geleneksel sufiliğin birçok yönünü kabul etmemesi, IV. (X.) yüzyılda Nîşabur'da doğan Melametiyye hareketini hatırlatmaktadır. Nitekim Muhammed Parsa'ya göre Melametîler'i anlamak, Nakşibendîler'i anlamak için önemli bir adımdır[5]. Bu da Bahaeddin'in sadece silsilesinde adı geçen şeyhlerin değil aynı zamanda Melametîler'in de varisi olarak kabul edilmesini mümkün kılar. Döneminin sûfîleri yanında müderrisler de kendisine saygı duymuş, o da devrinin alimlerine hürmet etmiştir. Nitekim Mevlana Hamîdüddin'e tasavvufî görüşlerini arzederek yanlışı varsa düzeltilmesini istemişti. Çünkü Bahaeddin'e göre, 'Bilmiyorsanız zikir ehline sorunuz' (el-Enbiya 21/7) ayeti ilim adamlarına danışmayı emretmektedir[6] Bahaeddin'e atfedilen birçok şiir ve risalenin ona ait olması imkansız gibidir. Ancak eski Nakşibendî metinlerinde geçmeyip okunması da Nakşibendî adabının bir parçası olmamakla birlikte onun adını taşıyan el-Evradü'l-Bahaʾiyye kendisi tarafından telif edilmiş olabilir.[7]

[1] (Camî, s. 386).

[2] (K. Bendrikov, s. 29)

[3](Abdülmecid el-Hanî, s. 9)

[4] (Camî, s. 386).

[5] (Tevhide Giriş, s. 597)

[6] (Camî, s. 426).

[7] https://islamansiklopedisi. org.tr/bahaeddin-naksibend