718’de (1318) Buhara yakınlarında daha sonra Kasrıârifân adını alacak olan Kasrıhindûvân köyünde doğdu. Hz. Peygamber’in neslinden olduğunu, dedeleri arasında İmam Ca‘fer es-Sâdık’ın da bulunduğunu ileri süren rivayetler ihtiyatla karşılanmalıdır.

718'de (1318) Buhara yakınlarında daha sonra Kasrıarifan adını alacak olan Kasrıhindûvan köyünde doğdu. Hz. Peygamber'in neslinden olduğunu, dedeleri arasında İmam Ca'fer es-Sadık'ın da bulunduğunu ileri süren rivayetler ihtiyatla karşılanmalıdır (bk. Gulam Server Lahûrî, I, 545). Mürşidi Emîr Külal'in Hüseynî bir seyyid olduğuna işaret eden eski kaynaklar ona böyle bir nesep atfetmemektedirler. Bu hususta Bahaeddin'in aile nesebiyle tarikat silsilesinin birbirine karıştırılmış olması mümkündür. Bahaeddin üç günlük bebek iken o sırada doğduğu köyde bulunan dedesinin mürşidi Baba Muhammed Semmasî tarafından manevî evlat olarak kabul edildi. Semmasî, beraberinde bulunan müridi Emîr Külal'i Bahaeddin'in tasavvuf terbiyesi için görevlendirdi. Onun Semmasî ve Emîr Külal ile ilişkileri hakkında ayrıntılı bilgi yoktur. Muhtemelen evlenme çağına geldiğinde dedesinin kendisi için seçtiği gelin adayı ile evlenmesi hususunda görüşünü alması için huzuruna gönderdiği zamana kadar Semmasî'yi görmemiştir. Bahaeddin Nakşibend uzun yıllar Emîr Külal'in yanında kaldı. Henüz kemale ulaşmadığı halde halinden memnun görünmesi üzerine mürşidi onu tekkeye abdest suyu taşımakla görevlendirdi[1]Tarikat adab ve erkanını öğrendiği bu dönemde gördüğü bir rüya üzerine, kendisinin doğumundan yaklaşık bir asır önce (617/1220) vefat etmiş olan Abdülhaliḳ-ı Gucdüvanî'nin ruhaniyetine intisap etti ve Üveysî lakabını aldı. Onun ayrıca uzun yıllar Hakîm et-Tirmizî'nin (ö. 320/932) ruhaniyetinden faydalanması da Üveysîliği ile ilgilidir.

Bir gün Buhara'da mezarları dolaşırken yakın zamanda vefat eden Semmasî'den Gucdüvanî'ye kadar ulaşan sûfîleri mana aleminde müşahede etti. Bu sırada Gucdüvanî kendisine dinin emir ve yasaklarına uymasını, ruhsatlara ilgi göstermemesini, azîmetlere sadık kalmasını, Hz. Peygamber ve ashabının yolundan gitmesini tavsiye etmiştir. Bu olay Bahaeddin'in ruhî hayatında büyük bir değişiklik yaparak cehrî zikirden hafî zikre yönelmesine yol açtı. Bahaeddin'in bu olaydan sonra Emîr Külal'in mürid halkasından ayrılarak kendisini yalnız hafî zikre vermeye başlaması dervişler arasında tartışmalara ve memnuniyetsizliklere sebep oldu. Fakat şeyhi Emîr Külal'e gösterdiği saygıda bir değişiklik olmadı ve onun gittikçe artan iltifatını kazandı. Emîr Külal de müridlerine Bahaeddin'e karşı olan bu tutumlarının yanlış olduğunu söyleyerek onu savundu. Emîr Külal, doğduğu Sûharî köyünde yapılan bir camiye tuğla taşımakta olan Bahaeddin'i çağırarak sülûkünü tamamladığını, artık Türk ve Tacik bütün şeyhlerden faydalanabileceğini söyledi. Bundan sonra Hace Bahaeddin şeyhinin bir diğer müridi Mevlana Ârif Dikgeranî'nin sohbetlerine katıldı. Daha sonra Yûsuf el-Hemedanî'nin neslinden Yeseviyye tarikatı mensubu iki Türk şeyh ile ilgi kurdu. Bunlardan Kusem Şeyh ile ilişkisi kısa sürdü; Halil Ata'nın yanında ise on iki yıl kaldı. İlgili kaynaklarda görülen bütün karışıklıklara rağmen Halil Ata'nın, 748 (1347) yılına kadar Çağatay Hanlığı'nda hüküm süren Kazan (Gazan) Han ile aynı kişi olabileceği ileri sürülmektedir[2]. Menaḳıb-ı Emîr Külal'e göre Bahaeddin bu zalim hükümdar bir isyanla devrilinceye kadar onun yanında bulunmuştur. Bu ilişki tarikat ehlinin yöneticileri ikaz etmesi şeklinde yorumlanmış ise de[3] söz konusu dönemi onun manevî hayatı açısından bir duraklama devri olarak değerlendirmek

[1] Mevlana Şehabeddin, vr. 40a-b, 49a

[2] (Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 63)

[3] Togan, 'Gazan-Han Halil ve Hoca Bahaeddin Nakşbend', Necati Lugal Armağanı, s. 775-784