470’te (1077) Hazar denizinin güneybatısındaki Gîlân eyalet merkezine bağlı Neyf köyünde doğdu. Arapça’da “el-Cîlî, el-Cîlânî”, Farsça’da “Gîlî, Gîlânî”, Türkçe’de ise “Geylânî” şeklinde telaffuz edilen nisbesiyle şöhret buldu.

470'te (1077) Hazar denizinin güneybatısındaki Gîlan eyalet merkezine bağlı Neyf köyünde doğdu. Arapça'da 'el-Cîlî, el-Cîlanî', Farsça'da 'Gîlî, Gîlanî', Türkçe'de ise 'Geylanî' şeklinde telaffuz edilen nisbesiyle şöhret buldu. Babası Ebû Salih Mûsa'nın dindar bir kimse olduğu bilinmekte, ancak hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Hz. Ali'ye ulaşan soy şeceresi kaynaklarda şöyle verilmektedir: Abdülkādir-i Geylanî b. Mûsa b. Abdullah b. Yahya b. Muhammed b. Mûsa el-Cevn b. Abdullah el-Kamil b. Hasan el-Müsenna b. Hasan b. Ali. Hz. Hasan soyundan gelen şerifler İdrîsîler, Sa'dîler (Filaliyyûn) ve Kādirîler adı verilen üç kola ayrılırlar. Babasının 'Zengî-dost' (zenci dostu) unvanıyla anılması ve kendisinin Bağdat'ta, a'cemî (Arap olmayan, yabancı) olarak tanınması gibi hususlar bahis konusu edilerek, Hz. Hasan'a varan soy şeceresinin sonradan ortaya konulmuş olduğu da ileri sürülmüştür. Devrin tanınmış zahid ve sûfîlerinden Ebû Abdullah es-Savmaî'nin kızı olan annesi Ümmü'l-Hayr Emetü'l-Cebbar Fatıma'nın da kadın velîlerden olduğu kabul edilir.

Küçük yaşta babasını kaybeden Abdülkādir, annesinin yanında ve dedesi Savmaî'nin himayesinde büyüdü. Kendisi on yaşında mektebe gidip gelirken melekler tarafından korunduğuna inanırdı. Bütün gayesi tahsiline devrin en önemli ilim ve kültür merkezi olan Bağdat'ta devam etmekti. On sekiz yaşına gelince annesinden izin alarak bir kafileye katılıp Bağdat'a gitti (1095). Orada Ebû Gālib b. Bakıllanî, Ca'fer es-Serrac, Ebû Bekir Sûsen ve Ebû Talib b. Yûsuf gibi alimlerden hadis; Ebû Sa'd el-Muharrimî (Mahzûmî), Ebû Hattab ve Kādî Ebû Hüseyin gibi hukukçulardan fıkıh; Zekeriyya-yı Tebrîzî gibi dilcilerden de edebiyat okudu. Kısa zamanda usul, fürû ve mezhepler konusunda geniş bilgi sahibi oldu. Bağdat mutasavvıflarıyla yakın dostluklar kurduğu bu yıllarda Ebü'l-Hayr Muhammed b. Müslim ed-Debbas (ö. 525/1131) vasıtasıyla tasavvufa intisap etti. Kaynaklar tarikat hırkasını Debbas'tan giydiğini ve onun damadı olduğunu bildirirler. Hocası Ebû Sa'd'ın kendisine tahsis ettiği Babülerec'deki medresede hadis, tefsir, kıraat, fıkıh ve nahiv gibi ilimleri okuttu ve vaaz vermeye başladı. Ancak bir süre sonra bütün bunları bırakarak inzivaya çekildi.

Menkıbeye göre, yirmi beş yıl kadar süren inziva döneminin sonunda, başka biri yedirmedikçe kendi eliyle hiçbir şey yememeye ahdetmiştir. Aradan kırk gün geçtiği ve içinden 'açım, açım' sesleri geldiği halde olağan üstü bir dayanma gücü göstererek direnmiştir. Nihayet bu hali Ebû Sa'd el-Muharrimî' ye malûm olmuş, o da bunu alıp evine götürerek eliyle doyurmuş ve daha sonra da kendisine şeyhlik hırkasını giydirmiştir. Cüneyd-i Bağdadî'ye ulaşan tarikat silsilesi şöyledir: Ebû Sa'd Mübarek el-Muharrimî, Ebü'l-Hasan el-Hekkarî, Ebü'l-Ferec et-Tarsûsî, Abdülvahid et-Temîmî, Şiblî, Cüneyd-i Bağdadî. Muhtemelen inziva döneminin sonunda oğlu ile birlikte hacca gitti. Mekke'de tanıştığı birçok sûfîye hırka giydirdi. Dinî ve Tasavvufî Düşünceleri. Abdülkādir-i Geylanî, Bağdat'a gittiği zaman mensup olduğu Şafiî mezhebini bırakarak mizacına daha uygun gelen Hanbelî mezhebine girmiş, bununla birlikte hayatının sonuna kadar her iki mezhebe göre fetva vermiştir. Rivayete göre rüyasında Ahmed b. Hanbel Abdülkādir'den, o sırada zayıf durumda bulunan Hanbelîliği canlandırmasını istemiş, o da Hanbelî mezhebine girerek bütün gücüyle bu mezhebi ihya etmeye çalışmıştır. Yaşadığı dönemde Hanbelîler'in imamı olmuş ve bundan dolayı kendisine 'Muhyiddin' (dini ihya eden) unvanı verilmiştir. Abdülkādir-i Geylanî Hanbelî mezhebine sarsılmaz bir şekilde bağlıdır. Bütün eserlerinde, özellikle el-Ġunye'de bu mezhebe bağlılığı açıkça görülür.[1]

[1] https://islamansiklopedisi.org.tr/abdulkadir-i-geylani