Abdülkādir’in Hanbelî mezhebine bağlı olması, başta İbn Teymiyye olmak üzere pek çok tasavvuf tenkitçisinin takdirini kazanmasına sebep olmuştur. Şathiyeleri (bk. ŞATHİYE) sebebiyle mutasavvıfları tenkit eden İbn Teymiyye onun bu tür sözleri karşısında ya susmak veya bunları te’vîl etmek zorunda kalmıştır.

Abdülkādir'in Hanbelî mezhebine bağlı olması, başta İbn Teymiyye olmak üzere pek çok tasavvuf tenkitçisinin takdirini kazanmasına sebep olmuştur. Şathiyeleri (bk. ŞATHİYE) sebebiyle mutasavvıfları tenkit eden İbn Teymiyye onun bu tür sözleri karşısında ya susmak veya bunları te'vîl etmek zorunda kalmıştır. Mesela, 'Bizim için bir şeyi terkedene, Allah terkettiğinden çok fazlasını verir' ifadesini çeşitli şekillerde yorumlayarak şeriata uygun olduğunu ispat etmeye çalışır. Şerḥu kelimat min Fütûḥi'l-ġayb adlı eserinde şathiye türünden daha başka örnekler veren İbn Teymiyye, onun Cüneyd-i Bağdadî ve Muhasibî gibi şer'î hükümlere hassasiyetle bağlı, büyük ve saygı değer bir şeyh olduğunu söyler; hatta İbn Akīl'in hücumuna uğrayan şeyhi Debbas'ı da savunur. Kerametlerinin tevatürle sabit olduğunu iddia eder ve bunların doğruluğuna inanır. İzzeddin b. Abdüsselam da bu konuda aynı fikirdedir. Meşhur Hanbelî alimi İbn Kudame 1166'da Bağdat'a geldiği zaman Abdülkādir-i Geylanî ile görüşerek ona hayran olmuş, meziyetlerini öve öve bitirememişti. Nevevi, Süyûtî ve İbn Hacer gibi alimler de onu takdir edenlerdendir. Abdülkādir-i Geylanî'nin tasavvufu, şeriata ve dinin zahirî hükümlerine titizlikle bağlı kalma esasına dayanır. O, her an Kur'an ve hadislere uygun hareket etmeyi şart koşar. Ona göre bir zahidin hayatında görülebilecek derunî haller dinî ölçülerin dışına taşmamalıdır. Müridlerine hep, 'Uyun, uydurmayın; itaat edin, muhalefet etmeyin, yakınmayın; temizlenin, kirlenmeyin' şeklinde tavsiyelerde bulunurdu. Dinin zahirî hükümlerine uymadığı için Sehl et-Tüsterî'nin 'sır' nazariyesini reddetmiş, kendi tarikatının şeriata uygun olduğu İbn Teymiyye gibi bir münekkit tarafından bile kabul edilmiştir. Semaa karşı değildir. Kur'an'ın telhin ve teganni ile değil, tertîl ve tecvid üzere okunmasını ister, aksine hareket etmeyi yasaklardı. Gazzalî'nin geliştirdiği Sünnî tasavvuf, onun tarafından devam ettirilmiştir denebilir.

Abdülkādir-i Geylanî, 1127'de ilk defa vaaz vermeye başladığı zaman ancak birkaç kişiye hitap ediyordu. Fakat daha sonra cemaati giderek arttığı ve medrese dar gelmeye başladığı için vaaz meclisini Babülhalbe'deki bir camiye nakletti. Açık havada verdiği vaazlarını dinlemek için yetmiş bin kişinin Bağdat'a geldiği, arka saflarda bulunanların ön saflardakiler kadar sesini rahatlıkla işittikleri rivayet edilir. Karşılaştığı kimseleri hemen tesiri altına aldığı için 'Bazullah' (Allah'ın şahini) ve 'el-Bazü'l-eşheb' (avını kaçırmayan şahin) unvanıyla da anılan Abdülkādir'e bu unvan, Demîrî'ye göre şeyhi Debbas'ın meclisinde verilmiştir. Vaazlarında dinleyicilerine kurtuluşu ve cenneti vaad ettiğini, bu konuda onlara teminat verecek kadar inançlı ve kesin konuştuğunu, hitabetinin son derece etkili olduğunu kaynaklar görüş birliği içinde zikrederler. Daha sağlığından itibaren kendisinden birçok keramet nakledilerek kişiliği tam manasıyla menkıbeleştirilmiş, gerçek kimliği ise önemini yitirmiş ve unutulmuştur. İbnü'l-Arabî, 'kün' ilahî kelimesine mazhar olduğu için Abdülkādir'den çok keramet zuhur ettiğini söyler. Tasarruf ve kerametlerinin ölümünden sonra da devam ettiğine inanıldığı için, müridlerinin darda kaldıkları zaman söyledikleri, 'Medet, ya Abdülkādir!' sözü bir tarikat geleneği olmuş, özellikle kadınlar, çaresiz kalanlara imdat ettiğine inandıkları Abdülkādir'in ruhaniyetine samimi bir bağlılık göstermişlerdir. Veysel Karanî ve İbrahim b. Edhem gibi Abdülkādir-i Geylanî de Türk halk edebiyatı ve folklorunda önemli bir yer tutmuştur. Yûnus Emre'ye nisbet edilen, 'Seyyah olup şu alemi arasan / Abdülkādir gibi bir er bulunmaz' mısralarıyla başlayan şiir ile Eşrefoğlu Rûmî'nin, 'Arısının balıyım bahçesinin gülüyüm / Çayırının bülbülüyüm ya şeyh Abdülkādir!' gibi şiirlerinde ona karşı duyulan derin hayranlık terennüm edilmiştir. Gerek vaazlarında gerekse eserlerinde son derece sade bir üslûp kullanan Abdülkādir-i Geylanî, kendisinden önceki sûfîlerden nakiller yaparken bunları herkesin anlayacağı örneklerle açıklar. Bu sebeple eserleri tasavvuf edebiyatının güzel örneklerinden sayılır. Tema olarak ağlatıcı ve ürpertici konuları tercih eder. Konuşmalarında samimi yakarışlarını dile getiren dua ve niyazlara yer verir. Cemaate cenneti müjdeleyerek onlara ümit ve şevk verir, nefsin zayıf taraflarını başarılı bir şekilde tasvir eder, şeytanın insana nüfuz etme yollarını canlı örneklerle anlatır. Bilhassa el-Fetḥu'r-rabbanî ve Fütûḥu'l-ġayb'da insanı duygulandıran ve heyecanlandıran tablolar çizer. Tarikatının ve tesirinin bütün İslam alemine yayılmasında, uyguladığı bu metodun payı büyüktür.