Acımız büyük olur; sabır deriz.

Acımız büyük olur; sabır deriz. Zorlukla karşılaşınca sabrın ipine sarılırız sıkıca. Haksızlığa uğrayınca ya sabır çekeriz. Başa gelen üzücü olaylar karşısında en büyük dayanma gücümüz yine sabırdır.

Acıya, üzüntüye veya bir haksızlığa karşı ses çıkarmama, katlanma, direnme, dayanma, tahammül etme, direnç gösterme olarak tanımladığımız sabır; olaylar ve durumlar karşısında telaşa kapılmadan, acele etmeden beklemektir. Beklemesi acı, meyvesi tatlı olan bu tahammül ve katlanma gücünün getirisini mevcut ölçüm sistemleri ile değerlendirmemiz mümkün değildir.

Öyle sıkıntılar vardır ki, yaratılanın irade gücünü aşar. Gücümüzün üstünde tecelli eden bir felaketle karşılaştığımız zaman isyana, öfkeye, heyecana kapılmadan “Takdir-i İlâhiye” razı olup sabretmek en büyük faziletlerdendir .

Allah, Bakara suresinin 216. ayetinde: “…Olur ki, hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur. Olur ki, sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şer olur. Doğrusunu Allah bilir, siz bilmezsiniz!”, der.

Peygamberimiz, sabrı imanın yarısı olarak tanımlar. Hazreti Ali: “Bedende baş ne ise, imanda da sabır aynıdır. Başsız beden olmayacağı gibi, sabırsız da iman olamaz.” der. Mevlana, kurtuluşun anahtarı olarak görür sabrı.

İlmin temeli olan sabrı, atalarımız da uzun tecrübeler sonucu her biri hikmet taşıyan sözleri ile nakış nakış işlemişler. “Sabırla koruk, helva olur” demişler, “Sabrın sonu selamettir” demişler. “Sabır hayra alamet” bilerek; “Sabrın meyveleri bugünden yarına derilemez”,demiş ler. “Sabır, er kişinin işidir”, demişler. “İnsan sabrederse göğe bile yol bulur”, demişler…

Adı üstünde ya! Sabır; tevekkül ister, güven ister, zaman ister, dayanma gücü ister.

Hikâye bu! Rüzgâr, bir sarmaşık tohumunu gökyüzüne doğru uzayan bir kavak ağacının dibine sürüklemiş. Sarmaşık tohumu, baharla birlikte filiz vermiş. Kavak ağacının bulunduğu yer sulak olduğu için de sarmaşık beklenenden önce boylanmış, kavak ağacına sarılarak da yükseldikçe yükselmiş, neredeyse, kavak ağacıyla aynı boya gelmiş. Bu hızlı yükselme, dal budak atarak çiçeklenmenin verdiği böbürlenme ile sormuş kavağa:

“Sen, kaç ayda bu boya ulaştın kavak kardeş?”, demiş.

Kavak şöyle bir eğilmiş rüzgârın önünde hafiften:

“Yedi yılda”

“Yedi yılda mı?”

Küçümser bir eda ile çiçeklerini göstererek arsız arsız gülmüş sarmaşık:

“Ben, iki ayda neredeyse seninle aynı boya geldim!”

“Doğru!...” demiş ve susmuş kavak ağacı. İçinden de ‘ben olmasaydım, bana sarılmasaydın, ben sana destek olmasaydım böylesine yükselemezdin’ demek geçse de susmayı tercih etmiş.

Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında sarmaşık, üşümeye başlamış. Daha bir sıkı sarılmış kavak ağacına. Her ne kadar üşüdüğünü belli etmemeye çalışmışsa da yaprakları bir bir dökülmeye başlayınca hele de kavak ağacına sarılı kolları aşağıya doğru sarkmaya başlayınca korkusu ve endişesi gururunu bastırmış. Kavak ağacına:

“Neler oluyor bana böyle? Söyle Allah aşkına!” , demiş.

“Ölüyorsun, yavaş yavaş,” diye cevap vermiş kavak ağacı.

“Nasıl olur? Niçin? Bir açıklaması yok mu bunun?”, demiş sarmaşık.

Kavak ağacı: “Benim yedi yılda geldiğim yere sen iki ayda gelmeye çalıştın ya!”

Ya işte böyle, dedik ya! Sabır, sabır, sabır diye… Atalarımız, boşuna: “Sabreden derviş muradına ermiş” dememişler ya! Sabretmeyi bileceğiz. Sıkıntılar katlanarak mutlu sonu yakalamak için sabredeceğiz.

Sevginin azaldığı, İnsana verilen değerin gün geçtikçe yontulduğu, acımasızlığın ve merhametsizliğin çığlaştığı; kana ekmek doğramak isteyen canilerin, onlara imkan tanıyan çıkarcıların, kinin ve küfrün ve enlerin kol gezdiği dünyada eğer en büyük dayanma gücü olan sabrımızı da kaybedersek felaketler katlanarak üzerimize gelir. Sabretmek haksızlığa, zulme ve zalime boyun eğmek değildir. İrademizin elverdiği ölçüde elbette ki haksızlıklara karşı çıkacağız, direneceğiz. Ancak, sabrı da hiç bir zaman elden bırakmayacağız.