Tarihte benzeri olmayan bir telaş, endişe, kaygı, stres ve koşuşturmaca içinde insanoğlu. Para, makam ve bir şeyi kaçırma telaşı gibi birçok dünyevi kaygıların tüm beşeriyeti kuşattığı çağ.

Tarihte benzeri olmayan bir telaş, endişe, kaygı, stres ve koşuşturmaca içinde insanoğlu. Para, makam ve bir şeyi kaçırma telaşı gibi birçok dünyevi kaygıların tüm beşeriyeti kuşattığı çağ. Psikolojik hastalıkların tavan yaptığı bir asır. Çocuğundan yaşlısına, kadınından erkeğine hemen herkes psikiyatri kliniklerinden psikoloji merkezlerine akın ediyor. Köylerden şehirlere her hastanede artık özel psikiyatri bölümleri var. Nerede ise her mahallede psikoloji merkezleri kurulacak.

Bu merkezler ve klinikler, fakirler ve yoksunlar için değil bilakis prestij, makam, servet, nüfuz ve güç sahipleri için kurulmuş durumda. Bilsek de bilmesek de, istesek de istemesek de, hoşlansak da hoşlanmasak da dünyayı bireyselleşmenin sarmaladığı bir çağda yaşıyoruz. Artık toplum yok, cemaat yok, parti yok, mahalle yok, aile yok çünkü herkes artık bir birey ve herkes lehv ve laib peşinde kendi hayatını yaşamak istiyor. Hayatın dışına itilen modern insan, aile, mahalle, cemaat ve toplumun dışında yaşıyor. Sorumluluk almayı istemiyor ve 'iyi' ile 'kötü' gibi ahlaki yükümlülüklerden de kaçıyor.

Ama buna rağmen herkes mutluluk arıyor. İnsanoğlunun kahir ekseriyeti mutluluk arayışına rağmen modern insan mutsuzlukla cebelleşiyor. Beşer artık dünyaya sahip ancak kalplerde sekinet, güven, huzur, saadet ve mutluluk için yer bulamıyor. Çünkü kimse vicdanın sesini dinlemiyor ve vicdanını rahatlatmak için de çabalamıyor. Böylece trolleşen hayatlar, insan kimliğini vahşileşitirirken, vicdan denen duyguyu da tuz buz ediyor. Böylelikle merhamet, meveddet, muhabbet ve insani bağlar kökten koparılıyor. Amaç ve araçların birbirine karıştırıldığı ve gelgeç zevklerin başköşeye oturtulduğu tüketim toplumu, karanlık bir dehlize doğru hızlıca akıp gidiyor.

İşte bu endişe, telaş, tereddüt, hız ve şaşkınlıklar çağında, psikolojik bunalımlar ile birlikte dünyada intihar oranları günden güne artıyor. Maddiyat/zenginlik ilerledikçe ve kişi başına gelir artıkça intihar oranları azalmıyor bilakis daha da yükseliyor. Dünyanın en zengin bölgeleri ve ülkelerinde intihar oranlarının çok yüksek olması bunun en önemli delillerinden biridir.

Endişe ve hız çağında insanlar sanki arkalarından birileri kovalıyormuşcasına koşuyorlar. Neyin peşinde koşuşturduklarını bilmeden nefes nefese ve şişmiş bir halde yol alıyorlar. Hayata yönelik bir tespitleri yok ve nereye gideceklerini de kestiremiyorlar. Bu durum karşısında bazen insan üstat Necip Fazıl Kısakürek gibi kalabalıkların karşısına geçip şu şekilde haykırmak istiyor:

'Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden,
Çekiyor tebeşirle yekûn hattını afet;
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!'

İnsanı kaygılar aleminden kurtarmak için psikiyatri klinikleri, psikoloji merkezlerinin yanı sıra yoga, meditasyon ve su ile tedavi gibi terapi merkezlerinde de ciddi bir patlama yaşanıyor. Halbuki Yüce Allah, insanın karşılaştığı manevi ve ruhi tüm hastalıkların tedavisi için ibadetleri farz kılmıştı. Namaz, oruç, hacc, zekat ve zikir gibi ibadetler hakikatte insanın ruhi tedavisi içindir. Bunlarda hakkıyla eda edildiğinde yerini bulacaktır. Hindu ve Budist ibadet tarzı olan yoga ve meditasyon nasıl insanı nirvanaya ulaştırmak için ise İslam'ın farz kıldığı ibadetlerde hakikatte insanın sekineti ve istikrarı içindir.

İnsanlar, zenginlik, servet, prestij, makam ve güç ile mutlu olmuyor ve kendilerini güvende hissetmiyorlar. Halbuki tüm bu ibadetlerin hedefi, insanın hastalık, korku, endişe halinde bile olsa sakin bir kalp içinde itminanı, sekineti hessedip mutlu olmasını sağlamaktır. Çünkü sekinet kalbe ve yüreğe dokunan bir haldir.

O halde sekinet nedir? 'Sekinet' kelimesinin kökü olan 'se-ke-ne' fiili, sarsıntı, şok, hız ve hareketin zıddına delalet eder. Sükun, sükunet, seken, sekine, sükna ve mesken gibi kelimelerinde aynı fiilden türediği 'Sekinet' sözlükte, huzur, güven, itminan, sükun, rahat, vakar, sebat, ağırbaşlılık, iç huzur/gönül rahatlığı, nefsin sakinliği, yüreğin ısınması, ruhun dinginliği, sadrın inşirahı, kalbin huzuru, halim-selim olmak gibi anlamlara geliyor. Hilim, itidal ve teenni ile hareket etmektir Sekinet. Endişe, telaş, hız, kalp körlülüğü ve heyecandan sıyrılmaktır.

İşte bundandır ki, Hz. Peygamber (sav) Hacc esnasında Müslümanlara irad ettiği bir hutbede 'Sekinet, sekinet, sekinet… Sizin sekinete ihtiyacınız var' buyurur. Yüce Allah şöyle der: 'O; inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine sekinet indirendir.' (Fetih / 4) 'Kalplerinde olanı bilmiş, onlara sekineti indirmiş…' (Fetih / 17)

Sekinetin kökleri, insanın kalbindedir. Oradan da kan gibi nefse ve tüm vücuda yayılır. İnsanın azaları sekinet, sükun, huzur ve huşuun etkisiyle Allah'ı zikir ve ibadette itminanı yakalar. Kalbin, nefsin, vücudun ve kısacası hayatımızın her lahzasının sekinete ihtiyacı var. Her çeşit ibadet ve zikir, insanı Allah'a yakınlaştırır. Kendisinin O'nun koruma ve gözetiminde olduğu duygusunu verir. Bağış umudu güçlenir, içinde gönül rahatlığı oluşur, üstüne sekinet ve huzur iner. 'İyi bilin ki kalpler, ancak Allah'ın zikriyle tatmin olur, huzur bulur.' (Ra'd / 28) Resul-i Ekrem (sav) de şöyle buyurur: 'Allah'ı zikredenle zikretmeyen, diri ile ölü gibidirler.'

İbadet ve zikir, stres ve endişeye sebep olan anlayış ve psikolojiyi giderir. Zikir, kalbin kasvetini, katılık ve karanlığını giderir. Gamı, kederi, hüznü ve tasayı, gönül darlığı ve can sıkıntısını dağıtır. Zikir, Allah'ı anmak ve düşünmek manalarını ifade eder.

Bundandır ki; Modern insan her ahval ve şeraitte sekinete ihtiyacı var. Halbuki, insanlara baktığınızda sakin görürsünüz ama içlerine bakmaya kalktığınızda patlamaya hazır öfkeler ve volkanlar bulursunuz. Tüm bunlar, Allah'a imanın kalplerde ve gönüllerde tam anlamıyla yerleşmediğinin en büyük karinesi. Artık kamil bir iman yok. Bundan dolayı, itminan ve sekinetin oluşması için Yüce Allah'a yeniden tam manasıyla iman etmeliyiz. Esas mutluluğun ahirette olduğunu bilen ve unutmayanlar için Allah'a iman, kalbin itminanı ve ruhun sürurudur.