YORULMAK nedir bilmezdi. Bunu kendine yasaklamıştı. Güneşin üstüne doğduğunu gören duyan olmadığı gibi tatile gittiğine şahitlik eden de yoktu. Tüm hayatı çalışmak ve kazanmak üzerine kuruluydu.

YORULMAK nedir bilmezdi. Bunu kendine yasaklamıştı.

Güneşin üstüne doğduğunu gören duyan olmadığı gibi tatile gittiğine şahitlik eden de yoktu.

Tüm hayatı çalışmak ve kazanmak üzerine kuruluydu.

Onu görüp gıpta etmemek, imrenmemek neredeyse imkansız gibiydi.

Malayani diyebileceğimiz anlamsız işlerle de uğraşmıyordu.

Gayret ediyor, didiniyor, üretiyordu.

Bunlardan daha önemlisiyse paylaşımcıydı.

Tüm dostlarında onun göz nurunu harcadığı birkaç hediye muhakkak bulunurdu.

TEMBELLİĞİ adet edinenler elbette onu anlayamıyorlardı.

Gereksiz bir çaba içine kendini soktuğunu dile getiriyor, eleştiriyorlardı.

Bunlara tebessümle bakıyor ama tutumunu değiştirmeden işlerini sürdürüyordu.

Çok sıkıştırıldığı zaman ise söylediği tek cümle vardı: 'Hayattaki payımı alıyorum.'

ASLINDA hepimizin hayattan bir payı var.

Buna kısmet diyoruz.

Ve bu payımızı arttırmak elbette bizim elimizde.

Bilgimize, donamımıza, gayretimize, sebatımıza bağlı olarak ortaya çıkıyor.

Çalışmadan, emek çekmeden bir şey elde edilemiyor.

Edilse bile bunun bir kıymeti bulunmadığından kolayca kaybedilebiliyor.

HAYATTA payımızın ne kadar olduğu herhangi bir kitapta yazmıyor.

Hazır olarak bize sunulmuyor.

Miras diye bir olgu var diye düşünebiliriz ama bu herkes için ne kadar geçerli olabilir ki?

Ayrıca kişinin kendi çalışıp kazanmadığına yeterince kıymet verdiği ise pek görülen bir husus değil.

TOPRAKTAN payımız nedir mesela?

Yaratıldığımız bu unsur ile kaçımız ne kadar hemhal olabiliyoruz?

Güneşten payımız ne kadar?

Çağımızın bizleri odalara sıkıştırıp yapay ışıklarla mesaisini dolduran insanlar olarak güneşin ısı ve ışığından ne kadar pay sahibi olabiliyoruz?

Bu payın eksik olması nedeniyle pek çoğumuz takviye ilaçlar kullanmıyor muyuz?

Rüzgardan payımıza ne kadar düşüyor?

En son saçımızı ne vakit sere serpe rüzgara bırakabilmiştik?

Ne zaman dağlardan ovalara doğru hesapsızca koştuğumuzu hatırlıyor muyuz çocukluk dönemlerimizin haricinde?

Akıp giden nehirlerden payımıza düşenleri alabildik mi?

Yanlarında kaç türkü havalandırdık?

Kaç şiir okuduk onlara gönlümüzce?

En son hangi ağaçla dostluğumuzu ilerletip içimizi ona döktük?

Ne zaman gölgesinde yatıp gökyüzünü seyrettik?

Bulutlarla tüm duygularımızı yanımıza alarak en son ne zaman seyahat ettik?

İlimden payımıza ne düştü?

İrfandan yana ne kadar nasibimiz var?

AŞKTAN yana payımızı alabildik mi bu hayattan?

Muhabbetin külünü eleyebildik mi?

Sevginin burcuna samimiyet bayrağını dikebildik mi?

Sözün, sohbetin demini en son ne zaman tuttuk?

Gülebildik mi yeterince, sevinebildik mi?

Dahası hüzünlenebildik mi?

KUR'AN'DAN payımız ne kadar peki?

Bu konu üzerinde ne seviyede titizleniyoruz?

Okumakla birlikte anlamak adına payımıza ne düştü?

Ne kadar düştü?

Hayattan payımızı alırken bu konuda nasıl bir tutum içindeyiz?

İnsanın Hakk katındaki değerinin bununla ölçüldüğünü unutmak bize yakışır mı?

Efendimizin Uhud şehitlerini ikişer, üçer kabirlerine tevdi ederken sorduğu bir soruyu hatırlamanın tam sırası şimdi.

Sevgili Peygamberimizin suali şu şekildeydi?

'Bunlardan hangisi Kur'an'dan daha çok pay almıştır?'

Hayattan alacağımız var diyerek payımızı haklı olarak çoğaltmak isterken Kur'an'dan payımızı hesap edip arttırmazsak ziyan edenlerden olmaz mıyız?

Ya Selam!