Kudüs’ün Selahaddin Eyyubi tarafından fethedilmesiyle tapınakçıların kutsal topraklar üzerindeki sözde varoluş sebepleri sona ermiş oldu.

Kudüs’ün Selahaddin Eyyubi tarafından fethedilmesiyle tapınakçıların kutsal topraklar üzerindeki sözde varoluş sebepleri sona ermiş oldu. Bu aşamadan sonra Avrupa’ya, özellikle de Fransa’ya yerleştiler ve halkın içine daha çok karıştılar. Üye sayılarını ve güçlerini daha da artırdılar.

Giriştikleri politik oyunlar ve karanlık amaçlar başta Fransa olmak üzere birçok krallığın öfkesine sebep oldu. Halk ise onları daha yakından tanıma fırsatı buldu. Daha yakından tanıdıkça da onların zannettikleri gibi Hristiyanlığa bağlı dindar şövalyeler olmadıklarını anlamaya başladılar.

Bu zamana kadar tapınakçılar halk nezdinde Hristiyanlığın koruyucusu, fakirlerin yardımcısı ve üstün efsanevi kahramanlar olarak görülüyorlardı. Öyle güçlü bir imaj oluşturmuşlardı ki, sapkın inançlarını fark ettirmeden uygulama imkânı buluyorlar, fahiş faizlerle verdikleri paralar, ticaret, yağma, bankerlik gibi faaliyetlerle servetlerine servet katıyorlardı.

Tapınakçılar halk üzerinde oluşturdukları bu sahte imaja güvenerek gizli öğretilerini yaymak ve uygulamak konusunda daha rahat ve pervasız davranmaya başlamışlardı. Böylece sapkınlıklarını dile getiren kişilerinin sayısı git gide artmıştır. Tapınakçılar hakkında şikâyetler ve söylentiler yayılmaya, şatolarda yaptıkları gizli törenler, şeytana tapma ayinleri, ahlak dışı ilişkiler dilden dile dolaşmaya başlamıştı.

Bütün bunların neticesinde Fransa Kralı Philip ve Papa V. Clement bu sapkın tarikatı ortadan kaldırmak için harekete geçtiler. Philip 13 Ekim 1309 tarihinde ülkesindeki bütün tapınakçıları tutuklamıştır. Tapınakçılara yöneltilen suçlamalar arasında Hz. İsa’yı ve Allah’ı inkar, kutsal sayılan nesnelere karşı yapılan hakaretler, homoseksüelliği teşvik ve uygulama gibi din dışı eylemler vardır. Dahası sorguları sırasında hemen hepsi Baphomet denilen tanrı figürüne taptıklarını kabul etmişler, bunu yanı sıra kedi ve kurukafa putlarından da bahsetmişlerdi. Bu tapınmaların aslında şeytana tapınmayı temsil ettiği konusunda görüş birliğine varılmıştı.

Tapınakçıların büyük çoğunluğu hapse mahkum edilmişlerdir. Tarikat yasaklanmış, büyük üstatları Jacques de Molay 1314 yılında haç üzerinde yakılarak idam edilmiştir. Başka ülkelere kaçan tapınakçılar sıkı bir takibe uğramışlardır.

Tahmin edileceği gibi Avrupa’nın her yerine yayılmış olan bu kadar büyük bir örgütü tamamen ortadan kaldırmak mümkün olamamıştır. Sahip oldukları büyük mal varlığı sayesinde bütün Avrupa’da özellikle de İngiltere gibi kuzey ülkelerinde faaliyetlerine yeraltında devam edebilmişlerdir. Bir kısmı da Katolik kilisesinin otoritesini tanımayan tek krallık olan İskoçya’ya sığınmışlardır.

Tapınakçılar güçlenmeye başladıkları zamanlardan beri kendilerine ait bir devlet kurma fikriyle hareket etmişlerdir. Yaygın olan iddiaya göre bu devlet de İsviçre olmuştur ve halen de öyledir. Avrupa’dan kısmen de olsa izole edilmiş, dünya kara para trafiğinin merkezi olan ve Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun kurucu iradelerinden biri olmasına rağmen Avrupa Birliği’nin üyesi olmayan bu ülkenin tapınakçılar tarafından kurulduğu ve halende onların merkezlerinden biri olduğu iddiası doğruluk payı yüksek olan bir iddiadır.

Bu iddiayı destekleyen birkaç delil de vardır. İsviçre’nin tam da tapınakçıların Fransa’da yasaklandığı ve tutuklandığı dönemlerde kurulmuş olması, kuruluşunda etken olan halk ayaklanmasına beyaz giysili birçok şövalyenin öncülük ettiği, ünlü tapınakçı haçı ve önemli amblemlerinin İsviçre’nin bir çok kantonunun bayrağında bulunuyor olması bunlardan bazılarıdır.

Bir sonraki yazıda Tapınakçıların başka yapılar içerisinde yeninden doğuşu…

Selam ve dua ile…