Efsaneye göre, Zeus kendinden ateşi çalıp insanlara veren
Prometheus 'un kardeşi Epimetheus'a balçıktan yapılmış tanrısal
güzellik ve zekâya sahip Pandora'yı eş olarak gönderir. Epimetheus
kardeşinin tüm uyarılarına karşı Pandora ile evlenir
Zeus, Pandora'ya evlilik hediyesi olarak topraktan yapılmış, çömlek
benzeri bir kavanozu (kutu) asla açılmamak üzere hediye eder. Bir
süre sonra merakına yenilen Pandora, kavanozu açar ve içindeki tüm
kötülükler dünyaya yayılmaya başlar. Ancak son anda kutuyu kapatır.
Bu da insanların içindeki "umut" tur; kötülüğün yayılmamış olması
umudu. Efsaneye göre Pandora kutuyu açtığında dünyaya kötülük hakim
olur ve Pandora kutuyu kapatırken de kutu, Pandora'yı esir alır.
Yani pandoranın kutusu içinde bütün kötülükleri barındıran ve
açıldığı zaman kötülüklerin dünyaya yayılmasına neden olan kutudur.
İçinden ne çıkacağı belli olmayan kutudur, kısaca meraktır. İnsanın
bu merakı ilk varoluşundan itibaren vardır; tıpkı Havva annemizin
yasak elmayı yemesi kadar derin bir merak.
Pandora nın kutusu yüzyıllardır bir olayı veya durumu anlatmak için
metafor olarak kullanılır; şu anda benim yapacağım gibi. Pandoranın
kutusu neydi? Kötülükleri içinde barındıran bir kutu idi. Açılacağı
zaman onun içindeki o eşsiz kötü enerji yeryüzüne dağılacaktı ve
tüm insanlığı içine alarak sürükleyecekti. Kirli bir su gibi
akacaktı ve önüne gelen her şeyi yutarcasına içine alacaktı. Kısaca
kara bir katran akacaktı insanoğlunun üzerine.
Pandora kutuyu açmıştı ve kötülüğün yeryüzünü önüne katıp
sürüklediğini görünce de kapamıştı kutuyu; ama çok geç kalmıştı;
çünkü yeryüzünü cinnet, umutsuzluk, kan akıtma kin nefret vb.
durumlar çoktan işgal etmişti. Bir düşünürün bahsettiği gibi
‘’savaş insan ruhunun en yalın ifadesidir’’. Bu ifade yeryüzünde
formunu bulmuş ve insan denen varlığın ruhunda ve bedeninde
şekillenmişti.
Pandoranın kutusu örneği başta Ortadoğu olmak üzere Türkiye ve
diğer aktör ülkelerin siyasetçilerinin ruhi durumları ve
düşünceleri üzerinden dışsallaşarak şekillenmiş bir durum aslında.
Neydi bu şekillenme? İslam ahlakını, toplumsal ve siyasal zemine
oturtmak isteyen, hak, adalet öğeleri üzerinden yola çıkmış bir
grubun önce gizil şimdilerde ise apaçık ortaya çıkan amaçlarına
şahit olmaktayız. İslam’ın her alanda yaşatılması ideallerine
İktidarı sadece bir araç olarak gördükleri için ulaşmak
istediklerini belirten öncelerde İslamcı şimdilerde ise muhafazkar
olan kesim için aslında İslam’ın bir araç, iktidarın bir amaç
olduğu çıpla gözle bile gözlenmektedir. Yazı boyunca şimdiki
isimlendirmeleriye bahsedeceğimiz muhafazakarlar, kendilerini
tanımamıza vesile oldukları oluşuma sırtlarını dönerek yeni bir
oluşuma imza atmışlardır,
Ümit vardık, bu oluşum iktidar olacak ve çoğu putu yerle bir
edeceklerdi. Ümmetçiydiler! hiçbir ırkı dili, kültürü diğerinden
önde tutmayacaklardı. Sözünün eriydiler verdikleri sözden asla
dönmeyeceklerdi! Ebuzer gibi, bir lokma bir hırka yeterdi dünyada
var olmaları için. Onlar için önemli olan insanlığın
menfaatleriydi, yetimin yoksulun ezilmişin ötekinin yanında riyasız
bir şekilde duracaklardı.Bu hareket tıpkı islamın ilk var olduğu
dönemdeki gibi, köylü, yoksul, yetim, ezilmiş, ırkından dolayı
dışlanmış kişilerce varedilmişti. Onların duaları vardı emekleri,
sabırları vardı, şu an oturdukları o sarayın her zerresinde; fakat
onlar sermayenin o büyülü gücüne yaslanarak ayakta kalmayı tercih
ettiler. Türkiye’yi bir şantiyeye çevirdiler. Her yükseldikleri
basamakta arkada bıraktıkları dost dedikleri kişileri yâda
grupları, çeşitli ayak oyunları ile diskalifiye etmişlerdi. Bu
onların tavrıydı ve ilke edinmişlerdi. Nede olsa bu tavır onları
iktidar yapmıştı hemde tek başına!
Geniş ve büyük düşünen bir oluşum oldukları iddiasındaydılar. “Sen
Türkiye’sin büyük düşün!” diyecek kadar iddialıydılar ve bu amaçla
Türkiye tarihinde yıllardır iyileşmeyen bir yara haline dönüşmüş,
Kürt sorununu demokratik açılım, çözüm süreci, vb adlandırmalarla
bitirmek için yola koyulmuşlardı. Sürekli olarak bu anlamda
yenilikler yapılıyordu ümitliydik! Bu sorun iki tarafıda memnun
edecek bir sonuçla iyileştirilecekti; fakat durum hiçte
beklediğimiz gibi olmadı. Çözüm süreci, kanlı bir sürece dönüştü ve
diğerlerine yaptıkları gibi ağza bal çalındı ve geri çekildi.
1990’lı yıllarda mazlum, ezilen, başörtülü, iyi ahlaklı kapitalizme
bulaşmamış mücahit erkek ve kadınların sürekli olarak meydanlarda
dilendirdiği ezilmişlik ve ötekileştirilmişlik politikaları vardı.
Bu grubun partisi her seçimde en diplerde oy oranlarına sahip
olurdu o dönemlerde. Ama onlar yinede üzülmezler bıkkınlık
göstermezler ve diğer seçimlerde aynı heyecan ve ümitle yollarına
devam ederlerdi. Bazılarına göre onlar çok tehlikeli bir gruptu. Bu
ülkenin laik, solcu ve burjuva yada görgülü partisince sürekli
irtica, yobaz, mürteci darbeleriyle itilirdi. Bu mücahit ablalar ve
ağabeyler Beyazıt meydanında zılgıt atarlardı haksızlıklara karşı.
Biz o zamanlar daha hayatının en baharındaki genç kızlar ve
erkeklerdik ve çok inanmıştık onlara. Kurtarıcımız olarak
görüyorduk, nede olsa onların sadece kanatları eksikdi melek olmak
için.
Aylar yıllar böylece geçiyordu, bizleri TV ekranlarında savunan
özenti duyduğumuz dava adamları vardı. Bazıları çıkıp ekranlara
makyajlı kadının kaportası bozuktur derdi vakur ve sert bir edayla!
O zamanlar daha çocuk sayıldığımız için bu ironinin altındaki
cilveleşmeyi fark etmemiştik. Çok anlam yüklemiştik çok! Bu mücahit
abla ve ağabeylere geldi zaman. Artık bu diplerde seyreden partinin
oy oranları iyiden iyiye yükselişe geçmişti, parlıyordu görünüyordu
fark ediliyordu.
Dini bütün mücahit, ahlaklı, vahiy gelmiş edalarında ortalarda
dolaşan kirli sakalı bol kıyafetli bu adamlar çok iddialı idiler
yaptıkları ve durdukları yer konusunda. İslamcıydılar, bir
iddiaları vardı ve bu iddiayı ispatlamak için iktidarı yani
devletin gücünü ellerine almaları gerekirdi; yani her şey onların
devleti ele geçirip iktidar olmasıyla düzelecekti yıllarca bunu
empoze etmişlerdi kitlelere. Ümmetçiydiler! Önce Müslümanların
bekasını düşünürlerdi. Sürekli meydanlarda kitleleri galeyana
getiren şiirler okurlardı ve böylece bizler onların ne çok bilgi
birikimine sahip entelektüeller olduklarını zannederdik; ama gördük
ki sadece zanmış.
Üzerlerindeki elbiseler dışında hiçbir dünyevi varlığı önemsemeyen
Ebu zer sanmıştık. İnandığı dava uğruna canını veren Ali şeraiti
bilmiştik ve bu sebepten kalpten dualar gönderirdik ırk, din, dil,
kültür ayrımı yapmayan önce ümmet ve din kardeşliğini önemseyen
dava adamları sanmıştık. Hatalar insanın olduğu her yerde vardır.
Ve bu durum yadırganamaz, bizlerde küçük hataları ayaklarımızın
altına almıştık, nede olsa onların kocaman yürekleri vardı. Ve
iyilikleri olacaktı. Yeter ki şu yıllardır iktidar olan halk
düşmanı ayrılıkçı tek tipçi din ve dindar düşmanı CHP’den
kurtulalım. Bu amaçla aidiyetimiz ve önceliğimiz hep dinimizdi.
Milliyetimiz, kültürümüz, dilimiz etnistemizi bir potada
eritmiştik. İslamcı Müslüman insanlık potasında!
Bu oluşum yılar sonra iktidar koltuğuna oturdu. Çok mutluyduk ve
rahattık. Nede olsa onlar bizlerin kurtarıcılarıydılar. Gömlek
çıkardık falan demişlerdi onu bile anlamıştık haklı bulmuştuk.
Nereye kadar devam edebilirdi; artık küçük de olsa taviz
verilebilirdi. Geldikleri davayı ötelemişlerdi ve adına da gömlek
çıkarma demişlerdi. Vaftiz töreni gibi bir şeydi galiba!
Tabi o dönemler öyle hipnoz olmuştu ki toplum göremiyordu
gerçekleri. Yıllardan beri, köylerinden kent merkezlerine gelen köy
halkı şehirde koca bir başörtülü kitle oluşturmuştu. Kıyı
bölgelerinde, Türkiye burjuvasının deyimiyle irtica hortlamıştı. Bu
hortlayış köyden kente göçün sebebiydi aslında. Ve bu yeni
partileşmiş oluşum kendini Müslüman olarak değil muhafazakâr ve
demokrat olarak tanımlıyordu. Yerine göre çok dindar yerine görede
gayet modern lüks bir hayat yaşıyorlardı. İktidar olmadan önce
fazlasıyla eleştirdikleri sanat, artist camiasını bağırlarına
basıyorlardı. Bu bağlamda pandoranın kutusu İslamcılar olmuştu.
Gelişleriyle yeryüzünde sosyal depremler meydana getirmişlerdi.
Neydi bunlar? Suriye’de ki iç savaş Mısır, Yemen, Irak, Libya! ve
bu durum, yıllarca kan ve irin çukuruna çevirmişti Ortadoğu’yu.
Bunu yapanlarda yıllarca meydanlarda ümmetçilik edebiyatı yapan
toplumun en dibinden gelen ve en dipte olmanın ne olduğunu iyi
bilen bir kitleydi. Kardeşim dedikleri ümmet dedikleri insanların
evlerini yurtlarını ülkelerini başlarına yıkmışlardı. Kendi tek bir
canı için binlerce koruma ordusunun ardına sığınanlar, hiç
düşünmediler mi ölen gençlerin çocukların ana ve babalarının
hayalleri ve ümitleri vardı hayata geleceğe dair! Bu grup İktidar
olunca yıllarca bastırdıkları nefislerinin önünü açtılar,
hakperestlik iddasında olanlar inşaat-pereste dönüştüler. Kendi
bulundukları ülke sorunlarını çözmeden ve üstelik çıkardıkları
gömleğin kokusu halen üzerlerindeyken yeni bir maceraya atıldılar.
Dünya liderliği idi bunun adı. Ortadoğu nun eş başkanı olduklarını
meydanlarda dillendirdiler. Kardeşim, ümmetim cümlelerini
kendilerinden fazlasıyla duyduğumuz bu grup, yanı başımızı,
doğumuzu Irak’ı, Yemen’i Libya’yı Suriye’yi düşman ilan ettiler ve
savaşmaya başladılar. Binlerce Suriye’li dindaşımızı kardeşimizi
yersiz yurtsuz birer mülteciye dönüştürdüler. Çok şıp sevdi
oldukları için egolarına ters düşünce çözüm sürecinide askıya
aldılar. Duvarların ardında ne olduğunu bilmediğimiz, masa başı
yönetim ve uygulamalarla yeni çatışmalar meydana geldi ve
karşılıklı olarak sözde kardeşler birbirlerini öldürmeye başladı.
Bir nevi doğumuz Suriye’ye dönüştü.
Son olarak şunu vurgulamak istiyorum. İslamcıların iktidar olması
pandoranın kutusunun açılıp dünyaya umutsuzluk ve kötülüğün
yayılması gibi bir sinerji oluşturdu. Bizler yıllardır bu oluşumun
iktidar olmasını beklerken beklediğimiz bu kutudan kan, gözyaşı,
yıkım, acı feryat ümitsizlik ve kafası karışık, idiyle hareket
edecek kadar ilkel benliğini önemseyen bir grup narsist gördük ve
utandık. Onları yıllarca meydanlarda alkışladığımız için!