19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti’nin giderek küçülen coğrafyasında siyasi manevra alanını genişletmek isteyen Sultan II. Abdülhamid’in iç ve dış politikasının temelini oluşturan İslam Birliği siyaseti oluşturmaktadır.

19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti'nin giderek küçülen coğrafyasında siyasi manevra alanını genişletmek isteyen Sultan II. Abdülhamid'in iç ve dış politikasının temelini oluşturan İslam Birliği siyaseti oluşturmaktadır.

Osmanlı Devleti'nden günümüz Türkiye'sine kadar tarikat müessesesi her dönemde kendine gündemde yer edinmiş bir olgudur. Bu anlamda Sultan II. Abdülhamid döneminde de merkezileşme ve İslam Birliği'ni sağlama adına tarikatların gücünden, imparatorluğun hem merkezinde hem de merkezine uzak olan coğrafyalarda yararlanılmaya çalışılmıştı. Sultan II. Abdülhamid döneminde siyasi arenada aktif rol alan tarikatlar ise gerek tasavvuf gerek tarih alanlarında ilmî bir zemine oturtularak çalışılmış konulardı. Ancak bu çalışmalar II. Abdülhamid döneminde varlığını sürdüren tarikatların ayrı ayrı literatürlerde incelenmesi şeklindeydi. Bu çalışmalar genellikle tarikatları tasavvufî açıdan inceleyen yani kapsamlı biçimde bu tarikatları çeşitli yönleriyle açıklamayı hedefleyen çalışmalardı. İttihad-ı İslam stratejisi kapsamında tarikatların oynadığı role literatürde yer verilmiş olmasına rağmen Sultan II. Abdülhamid'in Kuzey Afrika'da uyguladığı İttihad-ı İslam stratejisi ve bu kapsamda bölgede bulunan tarikatlardan hangi ölçüde yararlanıldığı konusuna bakmak günümüz Türkiye'sinin gelişmesinde ve stratejisinde önemli bir yer işgal etmek durumundadır. Devletimiz eğer etkin bir Afrika siyaseti izleyecekse bu bölgedeki etkin olan tarikatları iyi tanımalı onlarla etkin bir strateji geliştirmelidir. İslam Birliği düşüncesi değişik topluluklar arasında yaygınlaşan milliyetçilik akımına alternatif olarak bir anlamda 'Müslüman Milliyetçiliği' olarak ortaya çıkmıştır. Zira II. Abdülhamid'in İslamcılık'ı yalnız bir inanç kardeşliği değil aynı zamanda Müslümanların tek bir millet olarak görülmesi üzerine temellendirilmiştir.

İttihad-ı İslam siyasetinde Halife sıfatını ön plana çıkaran Sultan bu politikası ile iç siyasetinde Osmanlı Müslüman tebaasının arasında birlik beraberliği pekiştirmeyi, dış siyasetinde ise Müslüman dünyasının kendisine olan bağlılığını artırmayı hedeflemiştir. II. Abdülhamid halife sıfatını dünya Müslümanları üzerinde kullanırken aynı zamanda iktidarının görünürlüğünü artırabilme gayesi de taşımıştır. Sultan II. Abdülhamid İslam Birliği siyaseti kapsamında iktidarının görünürlüğünü artırmak için sınırları içerisinde ve dışında cami, türbe, medrese gibi bir takım imar faaliyetlerine öncelik vermiştir. Avrupalı devletler ise bu durumu bir tehdit unsuru olarak algılamışlardır. Sömürgeci Avrupalı güçler Sultan'ın Halife sıfatının etkisini yok etmek için her türlü propaganda faaliyetlerine başvurmaktan geri durmamışlardır.

Sultan'a destek verici unsurların bulunması etkili bir İslam Birliği siyasetinin uygulanabilmesini sağlamıştır. Dönemin yerel güçleri, büyük İslam alimleri, tarikat liderleri ve ulema Osmanlı Sultan'ına bu konuda destek vermişlerdir. Hac ibadeti İslam birliği siyaseti kapsamında değerlendirilip ibadet için Mekke'de toplanan Müslümanlara İslam Birliği'nin önemini anlatacak zemin oluşturulmuştur. Ayrıca basının etkili biçimde kullanılıp İttihad-ı İslam fikrine hizmet etmesinin sağlanması İslamcı düşüncelerin geniş kitlelere ulaştırılabilmesi olanağını sağlamıştır. Sultan II. Abdülhamid'in Kuzey Afrika Siyaseti'nde

Tarikat müessesesinin üstlendiği role odaklanmaktadır. Sultan imparatorluğun merkezine uzak olan Kuzey Afrika coğrafyasında iletişimini bölgedeki tarikatlar ve de İstanbul'a davet ettiği tarikat liderleri vasıtasıyla kurmuştu. Müritleri üzerinde söz sahibi olan tarikat şeyhleri tarikatların toplanma yerleri olan tekke, dergah ve medreseler aracılığıyla II. Abdülhamid'in İslam Birliği siyasetini, sömürge yönetimiyle olan mücadelenin önemini çok sayıda insana anlatabilmişlerdir. Bu sayede, Kuzey Afrika'daki tarikatlar Sultan'ın İslam Birliği siyasetinin ve sömürge yönetimiyle mücadelenin ana aktörleri haline gelmişlerdir. Özellikle Fransa ve İngiltere'nin sömürmek amacıyla gittiği Kuzey Afrika'da bu yayılmaya karşı yerel direnişin oluşturulmasında bölgede bulunan tarikatların büyük katkısı olmuştur.