Zeyniyye’nin Anadolu’ya girişi muhtemelen Merzifonlu Abdürrahîm-i Rûmî’nin (Nizâmeddin Abdürrahîm b. Emîr Azîz, ö. 865/1461’den sonra) memleketinde başlattığı faaliyetleriyle gerçekleşmiştir.

Zeyniyye'nin Anadolu'ya girişi muhtemelen Merzifonlu Abdürrahîm-i Rûmî'nin (Nizameddin Abdürrahîm b. Emîr Azîz, ö. 865/1461'den sonra) memleketinde başlattığı faaliyetleriyle gerçekleşmiştir. Ergenlik çağına geldikten sonra Mısır'a giderek Şeyh Zeynüddin el-Hafî'ye mürit olan Abdürrahim, şeyhiyle birlikte buradan Horasan'a gitmiş, sülûkünü tamamlayarak icazetle Anadolu'ya dönmüştür Lamiî Çelebi onun aldığı icazeti Nefehat Tercümesi'nde kaydetmiştir. Burada belirtildiğine göre Merzifonî Dervişabad'da bulunan tekkede birçok defa halvete girmiş, seyrü sülûk esnasında Şeyh Hafî'den Sühreverdî'nin Avarifu'l-maarif ve İ'lamü'l-hüda isimli eserlerini, Nevevî'nin Erbaîn'ini (kırk hadis) ve şeyhin kendi eserleri el-Vesaya'l-Kudsiyye ile Menhecü'r-reşad'ı okumuştur. İcazetin verildiği tarih Muharrem 832 (Ekim 1428) olarak sonunda belirtilmiştir. Ayrıca Nuruosmaniye Kütüphanesi'nde (nr. 2650) bulunan bir yazmada da Zeyniyye tarikatının Abdürrahîm Rûmî'ye kadar gelen bir silsilesi kayıtlıdır (vr. 2b-4b). Abdürrahîm-i Rûmî'yi icazetle memleketine gönderirken Zeynüddin el-Hafî, 'Bir aşk kütüğünü yaktık, diyar-ı Rûm'a attık' demiştir. 832'de (1428) Merzifon'a gelip irşat faaliyetine başlayan Abdürrahim Efendi'ye, dönemin Osmanlı sultanı II. Murad sahip çıkmış ve 835'te (1431-32) Merzifon'da bulanan imaretin evkafından günlük 5 akçe, yılda 10 müd (ağırlık birimi) zahire olmak üzere kendisine maaş bağlatmış, daha sonra 843'te (1439) günlük miktarı 8 akçeye çıkarmıştır. Abdürrahim Efendi'nin bir tarikat şeyhi olarak maaş kabul etmesi, tasavvufî prensipler açısından bazı kimseler tarafından uygun görülmeyip tenkit edilince, o bunlara şöyle cevap vermiştir: 'Muhtelif elleri bir ele hasrettik, o lokma ile nefsin ağzını tuttuk.' Taşköprizade'nin kaydettiğine göre Merzifonî, Ali isimli bir halifesiyle birlikte fetihten önce İstanbul'a gitmiş, Ayasofya'daki rahiplerle yaptığı münazara sonucu kırk kadarının müslüman olmasını sağlamıştı. İnançlarını değiştirdiklerini hiç kimseye söylemeyen bu rahiplerden altısının fetih sırasında hayatta olduğu belirtilmektedir. Devrinde şöhretinin geniş çevreye yayıldığı anlaşılan Merzifonî'ye intisap edenler arasında Osmanlı'nın ileri gelen alimleri de vardı. Bir diğer Zeyni şeyhi Abdüllatif el-Kudsî'nin etkisi büyüktür. Horasan'da Şeyh Hafî'nin gözetiminde halvet, riyazet ve mücahedelerle seyrüsülûke başlayan Kudsî, buradan da şeyhin tavsiyesi üzerine Cam şehrine giderek Ahmed Camî-i Namekî'nin kabri yanında erbaîne girdi. Bu sırada yaşadığı halleri Hafî'ye düzenli olarak yazdığı mektuplarla bildirdi ve sonunda Şeyh Hafî kendisine irşat için icazet yazıp gönderdi. Zeynüddin el-Hafî'nin Arapça olarak yazdığı icazetnamenin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunmaktadır. Abdüllatif el-Kudsî'nin dinî ilimleri tahsil ettikten sonra bazı şeyhlerin hizmetinde bulunduğunu, daha sonra ise kendisine intisap edip birlikte Kudüs'ten Horasan'a gittiklerini, sülûkünü ikmal etmesi üzerine de memleketine dönmesi, 'la ilahe illallah' zikrini telkin ederek tarikat hırkası giydirmesi hususunda ona izin verdiğini ifade etmektedir. Lamiî Çelebi ve Lamiî'den sonraki Osmanlı müelliflerinin verdiği bilgiler bir araya getirildiğinde Kudsî'nin Anadolu'ya en az iki defa seyahat ettiği ortaya çıkmaktadır. Şeyhin Anadolu'da kaldığı süre zarfında, bir kısmı ileri gelen yöneticilerden olmak üzere pek çok kimsenin sohbetini dinlemeye geldiğini, onu ziyaret etmek isteyenler arasında Sultan Murad'ın da ( II. Murad) bulunduğunu, ancak şeyhin sultanla buluşmaktan kaçındığını, gizlice geldiği halde sultanla yine görüşmediğini vurgulamakta, üç yıl kaldıktan sonra Anadolu'dan Kudüs'e döndüğünü belirtmektedir.Abdüllatîf el-Kudsî ikinci Anadolu seyahati için Şam'dan, Lamiî Çelebi'nin kaydına göre 851 senesinin Şevval ayında (Aralık 1447) yola çıkmış ve Zilkade ayında (Ocak 1448) Konya'ya varmıştır. Burada sırasıyla Mevlana Celaleddîn-i Rûmî, Sadreddin Konevî ve Şemseddin-i Tebrizi'nin kabirlerini ziyaret ettiğini belirten Kudsî'nin irşat faaliyetini Şeyh Sadreddin Konevî Zaviyesi'ne yerleşerek sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Kudsî Konya'da bulunduğu sırada Safeviye tarikatı şeyhi Cüneyd-i Safevî müritleriyle birlikte adı geçen zaviyeye misafir olmuş ve bir müddet sonra Kudsî ile Cüneyd arasında önemli bir tartışma meydana gelmişti. Bu tartışmadan sonra Konya'da kalamayacağını anlayan Şeyh Cüneyd ertesi gün sabahtan şehri terketti. Şeyh Kudsî ise Karamanoğlu İbrahim Bey'e bir mektup yazarak Cüneyd'in sûfîlikle alakasının bulunmadığını, inancının sapık, niyetinin de emirlik olduğunu bildirdi. İbrahim Bey, Cüneyd'in ardından adamlarını gönderip yakalatmak istedi ise de o Halep'e kaçmayı başardı. Bir müddet burada kaldıktan sonra Mevlana Abdülbekrî ve Zeynüddin el-Hafî'nin halifelerinden Abdülkerim Halife, Mısır Sultanı el-Melikü'z-Zahir Çakmak'a haber gönderip, 'Senin vilayetinde deccal zuhur etti' dediler. Cüneyd, kendisini yakalamak için harekete geçen Sultan Çakmak'ın adamlarından da kurtulup kaçmayı başardı